- 334 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Çırak
1955-56 yılları ,İlkokula gidiyordum. Rahmetli annem yaz tatili başladığında benim elimden tutarak mahalleden komşumuz olan berberin dükkanına götürdü. Ustamı mahallemizden tanıyordyum. Eşi ile annemler gelir giderlerdi. Yani ailecek görüşürdük. “ Buyur usta çocuğumu getirdim sana emanet” dedi. Ustam “Gel bakalım delikanlı” diyerek başımı okşayarak beni dükkanın içine aldı.
Burası şehrin en iyi berber dükkanıydı. Kaymakamı,savcısı, hakimi velhasıl şehrin bütün ileri gelenleri buraya tıraş olmıya gelirlerdi. Ustamın lakabı Karam’dı . İlçede berber karam dediklerinde tanımayan yoktu. Ben elimde kağıtdan 30-35 santim uzunluğunda, bir santim genişliğinde kesilmiş gazete kağıtlarının 25- 30 santim uzunluğundaki bir sopa ucuna bağlanmış şekli olan yelpaze ile koltuklarda tıraş olan kişilerin yüzüne konan veya konmıya çalışan sinekleri kovalıyordum. Her ne hikmetse berber koltuğuna oturan kim olursa olsun uyur veya uyuyormuş gibi yapardı. Hatda bazıları horlardı.
Sabahleyin dükkana girerken gelen o koku çok hoşuma giderdi. Dükkanın duvarları kireç ve Çivit’le badanalanırdı. O zamanlar öyle plastik badana boyaları pek yoktu. Nalburlardan veya aktarlardan Çivit tableti alınır,bu sulu kireçle karıştırılarak badana yapılırdı. Çivit koyu maviydi ama duruma göre içine su katılarak uygun renge getirilirdi. Dükkan ustanın ailesi tarafından senede bir kere Pazar günü badana yapılır,dükkanın içi temizlenir,camlar ise silinirdi. Ağaç kısımlar ise yağlı boya ile boyanırdı. Biz her fırsat bulduğumuzda müşterilerin koltuklarının önündeki aynaları,komidinlerin üzerindeki camları gazete kağıtlarıyla silerdik. Koltukların önündeki komidinlerin camlarının altında eski kağıt paralarla müşterilerin bazılarının resimleri bulunurdu. Bazı müşterler bu resimlere bakarak” Tanıyorum ne adamdı be” veya “Hey gidi hey Allah rahmet eylesin toprak oldu” diye mırıldanırlardı.
O zamanlar nerde o caf caflı berber koltukları. Koltuklar da dükkanın içindeki sandalyeler ise ağaçtandı. Ağaçtan sandelyelerde oturulurken ileri geri sallanıldığından zamanla sandalyeler ek yerlerinden gevşer oturulunca sallanırdı.
Ek yerlerinden sallanan sandelyeler biz çırakların hoşuna giderdi.Ama oturup ileri geri sallanmıya başlayınca çıkan “gıcırt,gıcırt” seslerini duyan usta veya kalfalarımız bize doğru bakarak “Doğru oturun” diye ikaz ederlerdi.
Ustadan başka iki kalfa daha vardı. Yani berber dükkanı üç koltuklu idi. Ben den başka bir çırak daha vardı. Mektep tatillerinde her aile çocuğunu sokakta boş gezmesin,yeri belli olsun veya bir sanat öğrensin diye çocuklarını mutlaka bir esnafın yanına çırak verirlerdi.
Neler yapacağımızı,müşteriye nasıl davranacağımızı bize büyük kalfamız öğretmişti.
Müşteri tıraş olmıya geldiğinde müşterinin varsa şapkası, paltosu,çeketi alınır askıya asılırdı.
Boş koltuklardan hangisi boşsa o koltuk müşterinin rahatça oturabilmesi için biraz geriye çekilir,müşteri oturmadan önce koltuk az ileri itilirdi. Saçmı sakalmı diye sorulurdu. Müşteri sanki orada karar verecekmiş gibi biraz öne aynaya doğru eğilir,eliyle çenesini ve yüzünü şöyle bir yoklar sanki kararsız kalmış gibi”Sakalda yapalım ustam” derdi.Bu hem saç hem sakal tıraşı olacak anlamındaydı. Bazılarıda sadece sakal derdi. Eğer müşteri saç sakal tıraşı olacaksa evvela saç tıraşı yapılırdı. Temiz beyaz bir önlük müşterinin boynuna asılır,kılların boyundan içeri kaçmaması için sıkıca bağlanırdı. Saçlar şöyle bir elle yoklanır ve müşterinin isteğine göre tarak ve makasla başlardı kesilmeye. Makasın keserken çıkardığı seslerle , arada tarak ve makastaki kılların dökülmesi için tarakla makasın bir birlerine ritmik vuruşundan çıkan sesler müşterinin uykusunu getirirdi.
Saç tıraşı bittikten sonra yere dökülen saçları kürek ve süpürge ile tozatmadan alır çöp kutusuna atardım. Ondan sonrada sakal tıraşına başlanırdı.
Ben hemen porsolen den yapılmış tıraş kabını kapar yandaki kahvenin ocaklığındaki sıcak suyun bulunduğu yedekten yarıya kadar sıcak suyu doldurup koşarak gelirdim.O zamanlar şohbenler , su ısıtıcıları yoktu. Sadece ilçenin pazarının olduğu günlerde pompalı ispirtolu ocakta çaydanlık veya güğümle su ısıtılır sair günler de ise sıcak su ihtiyacı yakındaki kahveden karşılanırdı.
Berber koltuğunun arkasındaki başlık müşterinin başına göre ayarlanır,tıraş olurken müşteri başını buraya dayardı. Müşterinin yüzü yanmasın diye gelen sıcak su ılıştırılırdı. Dolaptan en temiz havlu çıkarılır, havlunun bir ucu sol tarafdan omzuna yakın yerden entarisinin yakasının içine sıkıştırılır diğer ucu da sağ tarafa aynı şekilde sıkıştırılırdı.
Tıraş fırçası ılık suya şöyle bir sokulur çıkarılırken fırça kısmındaki damlıyacak sular tıraş kabının için sıklır, diğer ele alınan Arko tıraş sabunu fırça ile fırçalanmıya başlanırdı. Fırçanın üzerine iyice alınmış olan bol tıraş köpüğü müşterinin sakallarına sürülürdü. Fırça ile yüz sabunlanırken fırça süren elin işaret parmağı ilede zaman zaman fırça ile beraber sakalların üzerinde dolaştırılırdı. Böylece sakalların yumuşayıp tıraşa hazır olup olmadığı anlaşılırdı.
Son bir kere daha fırçanın üzerindeki kalan köpük yumuşak bir hareketle yüze dağıtılırdı. Fırça tıraş kabının yanına konduktan sonra fırça tutan elde kalan tıraş köpükleri toplanır yüze sürülürdü.
Çoğu müşteri işte bu andan itibaren uyuklamaya başlardı. Müşteri her ne kadar uyuklasada tıraş edenle muhabetinden de vazgeçmezdi. Neler konuşlmazdı ki. Yörenin en yakası açılmadık dedikoduları, hiç kimsenin haberi olmadığı olaylar en son baskı ile berber koltuğunda anlatılırdı. Hele müşteride bu muhabete istekli ise duyulmadık dedikodular varsa onlarda öğrenilirdi. Hem tıraş edilip hem de çene çalmak koltukta oturana ninni gibi gelirdi. Hatta tıraş olurken horlıyanı bile gördüm.
Öyle anlar olurduki, müşteriler sırf enson dedikoduları öğrenmek için uğrar “Ne var ne yok usta” diye sorardı. Eğer dumanı tüten dedikodu varsa hem çay içilir hem sohbet edilirdi.
Osmanlı zamanında berberlere çok önem verilirmiş. Herkes berber dükkanı açamazmış. Hele gayrimüslimlere berber dükkanı açma izni verilmezmiş. Her ne hikmetse tıraş için koltuğa otursun veya oturmasın yörenin en bilindik veya bilinmedik sırları berber dükkanlarında konuşulduğundan gayri müslim berberlerin casusluk yapacağından çekinilirmiş.
O zamanlar jilet takılı usturalar yoktu. Ustura ele alınır, bir ucu aynanın yanındaki duvara tutturulmuş 25-30 santim uzunluğunda bileme kayışının diğer ucundaki sapından tutulur , ustura bu kayışa ileri geri sürtülerek keskinleştirilirdi. Usturanın bilendiği, koldaki birkaç kılı kesmesi ile test edilirdi.Ondan sonra usturadan tıraş köpüklerinin sileneceği takvim yaprağı büyüklüğündeki kağıt alınır tıraştan önce ustura bu kağıda silindirdi. Ancak tıraşa başlamadan müşterinin gözü önünde ustura mutlaka ispirto dolu bir şişenin içine daldırılır çıkarılırdı. Amaç usturada bulunması muhtemel mikropların öldürülmesiydi.
Uyuklıyan müşterinin başı hafifçe soldan sağa doğru çevrilirken müşteri gözlerini hafifçe aralardı.
İlk önce tıraşın başlıyacağı favorilerin yanındaki köpükler usturanın tersi ile alınır ve diğer elin avuç içine silinirdi. Artık tıraş yapıldıkça köpükler usturadan el içine alınır, daha sonrada buradan usturanın tersi ile alınarak kağıtlara aktarılırdı.
Tıraş bittikten sonra boyundaki havlu alınıp tekrar boyuna asılır, enseden elle sıkıca tutulur ,müşteri öne doğru eğiltilerek tıraş olan yüzü güzelce yıkanırdı. Tekrar geriye yaslandırılarak yüzü temiz bir havlu ile silinir kurulanırdı. Kolonyayla yüz bir güzel silindikten sonra koltuğun arkasına geçilir,iki kaşın arasından başlanarak iki elin işaret ve orta parmakları birleştirilip, alından kaydırılarak her iki yandanda şakaklara masaj yapılırdı. Masaj her iki kulağın arkasından kulak altlarına, oradanda ensenin her iki tarafı iyice ovuşturularak bitirilirdi. Tüpten sıkılan Arko krem yüze iyice yidirilir, ardından da metal kutu içindeki pudra pamukla yüze sürüldükten sonra elle yüze yedirilirdi. Tekrar yüz havlu ile silinirdi. Artık sıra saç taramaya gelmişti. Havlu boyundan alınır omuzlara konurdu. Müşteri saç tıraşı olmuşsa tarağın dişleri arasına sıkıştırılan pamukla ıslak saçlar şöyle bir taranırken saçlarda kalan saç parçaları taraktaki pamuğa alınırdı. Islatılan saçlar her iki elle diplerinden iyice karıştırılarak saç diplerine masaj yapılırdı. Ondan sonrada eğer saç larda fazla su varsa havlu ile alınır ve saçlar müşterinin isteğine göre taranırdı. Ustam müşterinin saçını taramaya başladığında ben tıraş köpüğünün silindiği kağıtları toplar çöp kutusuna atardım.
Tıraş kabını alır içini temizler yerine koyardım. Tıraşın bittiğini söylemek içinde havlu toplanırken “Sıhhatler olsun” denirdi. Ben tıraş boyunca müşterinin diğer tarafında elimdeki yelpazeyi sallıyarak sinekleri kovmakla meşgul olurdum. Tıraş bitince hemen müşterinin varsa paltosunu,çeketini giymesi için tutardım. Giydikten sonrada omuzlarını ve yakalarını elbise firçası ile şöyle bir firçalardım. Bende “Sıhhatler olsun” derdim. “Sağ ol delikanlı” der demez elini cebine atar bir on kuruşu elime sıkıştırırdı. İşte işin en iyi tarafı buydu.
Kırk kuruş haftalık alırdım ama en az onun birkaç katı kadar da bahşişim olurdu.
Her haftalığımı aldığımda birkaç tane bisküvi ile birkaç rahatlokum alır anneme getirirdim.
Birlikte lokumları bisküvilerin arasına sıkıştırır gülerek yerdik.
Kamil ERBİL
YORUMLAR
Kamil Erbil
Saygılarımla