- 221 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Yazarken Hissetiklerim
Yine yazmak geldi içimden. Yaşamadığımız yaşamı ve yaşamları yeniden gözden geçirmek için. Sağ böbrek isyan ederken ve yavaş yavaş utanmaz bir sancıyla bir tarafımı deyim yerindeyse abartısız tahrip ve tahrik ederken. Çok sevdiğim dostlarımdan birisi ziyaretime gelerek güzel bir kaç saat sohbetin arkasından ve arka arkaya yudumladığımız çaylar eşliğinde Zazaca, Kürtçe ve Türkçe dinlediğimiz baştan başa acılı müziklerle yine de birbirimize verdiğimiz moral sevincinin motivasyonuyla günü iyi kapadık diyebilirim. Sohbetimiz, bilgilendirmemiz bellek ve acı üzerine oldu çoğunlukla ve yazmanın önemini, içinde yaşadığımız günü yarınlara taşımak için yazmanın önemini, önümüzde duran yüzlerce kitaba bakarak; “kaybolmayan belleğin kitaplar, yazılar, derlemeler, türküler, ağıtlar, şiirler, melodiler, resimler, dergiler, monografiler, … vs” olduğunda hemfikir olmanın sevinciyle vurduk güne damgamızı.
Gündemimiz yapay gündemlerden uzaktı, olgunlaşmış, kuluçka dönemini tamamlamış fikirler üzerinden girdik yola, vakti gelen tırtılların kozalağını terkettiği gibi türkülerin tınısıyla çırptık kanatlarımızı doğacak yarınların güneşi üzerine … Sen siyahsın, o beyaz şu esmersin, öbürü sarışın veya diğeri engelli diye yargılamadan ötekini, öteki olmanın Ortadoğu Toplumları üzerinde ki baskısını yaşayan bireyler olduğumuz gibi en çok acı çeken Yahudiliğe insanlığın yapmış olduğu zulümleri kendi etnik kimliğimizi öne çıkarmadan belleklerimizi tazeledik. Yazmanın çocuk hissedilen duygularında ki temizliğini öne çıkarırken kendimizi, ön plandan uzak tutarak tutuştuk hayatın gülümseyen kirli yüzüne! Fraklar ve smokinler giydirmedik cümlelerimize, içimizden gelenleri verdik dilimize, lal edilmiş dilimize, kimliğimize, kendimizi bize yabancılaştıran etnik kökenimize ve bu kökenden çektiğimiz acıları, üstü başı kirli, bir köy harmanında yaba sallayan Mustafa amcayı konuşturduk kendi kimliğimizde ve değişen her değerin kötü olmadığını, eskiyle yeninin bütünleşmesiyle yeni mücadele şekillerinin zorunluluğuna işaret ederek, gülüşleri sihirli, kendisi sabi, ürkek bir çoçuğun 1970’li yıllarda ilkokullardaki durumunu anlatarak tutuşturduk kelimeleri el ele! Masalsız, kitapsız, sadece yapay kahramanların toplumsal etkilerinin beynimizde yapmış olduğu tahribatları yorgun bedenlerimizden ayıklamaya çalıştık. Hastalıklar üzerine sohbet ettik, çektiğimiz somatik sancıların gerçek acılarından bazen humor dolu cümleler, bazen de Sivas ve Maraş Katliamı’nın acılarını önümüzde duran ve bu konularda ki kitapların hüzünlü yüzüne bakarak hüzünlenmenin sancılarını hem beden dilimizde, hem de ruh dilimizle bütünleştirerek sustuk yer yer.
Sevinçli duygular hislerimize dokunsa bile, öyle mağrur öyle vakur, güneş ananın sıcaklatan beyazıyla göz kamaştıran, yeşiliyle neşe katan mevsimler gibi değil de bir yanı yaprak döken, bir yanı solan, bir yanı hüzne boğan, bir yanı yağan, bir yanı esen, bir yanı özleyen… Bak; işte ben; sonbaharım diyebildiğimiz gibi. Yazarken hissettiğimiz sevinci, ve Mehmet Garadaşım. Bana yaz’ın yazacağı yeni hikayelerin taslaklarını çizerken, yine kitabını elime alıp okumanın vereceği hazı hissetim masama bakarken. Öyle iksirli tezlere bürünmeden, yalancı kokular sürünmeden, yüzlerimizdeki hayatın derin çizgilerini gizlemeden, dökülmüş saçlarımızın taramanın mizahi gülümsemeleriyle anadan üryan doğdu cümlelerimiz ciddiyetin derinliklerinde. Dokunduk, bir ipeğin saydamlığında ve ayva tüylerinin tene sürülürken ürpertilerini yüreklerimize değdirirken. Kanayan yaralarımızı kanımızla durduruken kanımızın kaynamasını duy diye. Titredi yüreğimiz sosyal ilişkilerin ve dumura uğradığı ve içinde yaşadığımız dönemin de her dönem gibi olduğu kanışına kesin teşhis korken. Hayatın ne gördüğümüz gibi, ne de tasavvur ettiğimiz gibi bir Dünya olmadıgını, ne göründüğümüz gibi olduğumuzu, nede olduğumuz gibi görünememenin sorumluluğunu üzerimize alarak kabullendik toplumun hatalarıyla kendimizi de yüzleştirirken. Işığın vurduğu tarafların aydınlık diğer tarafların ise hep karanlık kaldığının gerçeğiyle saptadık analizimize yön verirken. Yazmadan, aydınlanmayacağımızı, rönesansın ve hümanizmin, aydınlanmanın karanlıktan çıkarak hayatın içinde dolaşmak olduğunu, büyümekten korkulmaması gerekliliğini, yazarken gördüğümüzü değil olduğumuzu, hamlıktan kurtulmak için bir adım attığımızı emanet ettik düşüncelerimizde kurduğumuz tümcelerimize. Aydınlığı görünce gel dolaş karanlığımda demenin anlamsızlığına anlam yükledik dostça ve insanca!
Merakta etmedik doğrusu kimse okumuyor diye. Sayfaları saklamadık ve buruşturup çöpede atmadık, yeniden yazmak, üzerinde çalışmak, hatalarımızı görmek, daha iyi büyümek ve büyütmek için. Serüvene ve yazma yarışına da girmedik, çünkü bütün yarışları ve yakarışları yenmiştik yüreğimizde, iki kafadar olarak.
Yazmak, sana yazmak, bana yazmak, çok uzakta ki bir dosta, ablaya, kardeşe, cana, canana, bir öğrenciye, bir öğretmene, uzaği yakın etmek tutkusuyla tutuşturmak yüreğin ateşini. Yakına getirmek, uzaktakini, dışına dökmek içindekini. Kinsiz, dünyayı öbürüne dar etmeden, genişleterek, ona da oturma, yaşama, barınma, eğitim, sağlık, iş ve yaşam güvencesi vererek. Aslında düşünmeyeni akla düşürmek için, yoku var etmek uğruna!
Değerli arkadaşım gitti evine, sohbet ettik enine boyuna, girdik düşmanda olsa kelimeler dotca koynuna, sevdik onları yazmak uğruna, bir odada kaldım, bilgisayardan başka bir eşya yoktu ortamda, onunla dertleşmeye başladım Mehmet Garadaşım gidince, bir de sol böbreğimde ki taşların arada sırada oynayışlarına ve tuvalette beni bağırtışlarına kendi kendime tanıklık ederken. Sanıktı bu taşlar aslında, Üzülmedim yine de, biraz humorla „hoplayın lan …ler, iki ay sonra size ameliyat masasında cevap vereceğim“ diye taşlarımla taşlama yaptım kendi kendime. Şehirin bu semtinde, elimde kalem değilde bilgisayar tuşları eşliğinde, hava soğuk desem de mevsim normallerinde ve on derece, mevsim sonbahar, önde kayın ağaçları, ıhlamur, karaağaç, salkım ağacı, meşe ve çoban püskülü, ama arkasında yar yok. Gitmiş bana mektup yazmadın diye gönül koyduğu için. Ben de yazdıklarımı değil, ama çöpümü çöp kontaynerlerine atarak dönüyorum eve, sessizce, kendimi buruşturup uzandım koltuğa ve uğraşıyorum ağrımaz başımla! Onu ağrıtmak adına, çünkü yazmam gerek duygusuyla …
Kendimi hissediyorum yazarken, ağlarken edindiğim hisllerle beraber. Ve gülümsüyor kelimeler kulaç atarak engin denizlere … Her ne kadar sol böreğimin taşları, bana kök söktürse de, sitem etmiyorum onlara. Onlar görevlerini yapıyorlar diyorum, ve onları vücudumun işkencecileri olarak görüyorum ve yazmaya nokta koyuyorum bu arada.
Her bitiş, bir başlangıç oluyor satırlarımda kıran kırana dövüşürken cümleler, vuruyor yumruklarını sessizce sırtıma. Aydınlık gibi, üşüyor karanlık bu yüzden karşımda. V eben susuyorum sonunda!
Hastaneden eve geldim, kendimi iyi hissetmeye çalışıyorum. Bitmedi, sürüyor bu kavga, yarınların umdu adına!
Saygılar, yüreği güzel olan her canlıya!
Mehmet Salim kardeşim adına!
Sosyolog Hasan Hüseyin Arslan - Koblenz, 25.11.2022
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.