- 501 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
-BİR ZAMANLAR ANTİ KOMÜNİZM-(2)
Seçtiğim konu garip mi? Doksan sonrası doğu bloğu yıkılmadı mı? Eski bir umacıyı, öcüyü diriltmek neye, kime lazım? Hele ülkemiz gibi ideolojik takıntılara, saplantılara sahne olan bir ülkede. Farklı toplum kesimleri arasında ötekileştirme, kutuplaşma eğilimi azımsanamazken. Tam da bu yüzden bilgilenmek, anlamına varmak gerek. Kof düşüncelerden uzaklaşmak lazım.
Efendim! Üç kategoride incelemek mümkündür Sosyalizmi ve Komünizmi. Birincisi tarihin eski zamanlarına gidildikçe ütopik, ahlaki bir ideal anlayışı. Ortaklaşmacı, paylaşımcı düşünceler saf, berrak bir hal alır. Dinsel bir karaktere de sahiptir bunlar çok kez. Orta çağ Hristiyanlığında bin yıllık bir mutluluk döneminin geleceğine inanılması, on beşinci asır Osmanlı’da Şeyh Bedreddin hareketi, on altıncı asır İngiltere’sinde kendi yaşamıyla da teyit bulan Thomas More ve Ütopya adlı eseri bu çizgide yürür söz gelimi.
İkincisi 19’uncu yüzyılda Karl Marx ve Friedrich Engels tarafından sistemleştirilen, felsefi düzlemde diyalektik materyalist, siyasi bağlamda proletarya diktatörlüğü çizgisinde biçimlenen bilimsel sosyalizm diye de adlandırılan, nihai şeklini de kapsayarak komünist doktrin anlayışı. Üçüncü damar ise 20’inci yüzyılın özellikle Sovyet ve Çin örnekleriyle aradığı karşılığı bulan komünist ihtilalleri olmaktadır. İkinci ve üçüncü damar aynı kaynaklardan beslense ve tümleşik görülse, gösterilse de kimi vakit, ayrılır, ayrışır gerçekte. Dinamikleri temelden farklıdır çünkü.
Bir kere Marx ve Engels 19’uncu asırda Batı Avrupa’nın sanayi devrimi ve sonrasında gelişen vahşi kapitalizm koşullarında bir tarih, toplum, ekonomi, siyaset analizi yaparlar. Buna göre kapitalist sistemi yaşayıp, özümseyen toplumların bağrında yeşerecektir sosyalist devrim. Hatta Engels 16’ıncı asır Almanya’sında Köylü harplerini anlattığı eserinde bir ilahiyatçı, devrimci bir ilahiyatçı olan Thomas Müntzer’in ihtilalci İncil okumalarını inceler. Şöyle ki, bu köylü ihtilali düşüncesi başarısızlığa uğrar. Ünlü düşünür bu durumun nedenini tarihi gelişimin henüz bu atılımın başarısına imkân vermediği hususuna bağlamaktadır. Feodaliteden sosyalizme geçişe kapitalist birikimden yoksun olunmasının ayak bağı olduğu kanaatindedir açıkçası. Kuşkusuz bambaşka bir devir ve şartlarda Çin, feodal bir köylü toplumuyla nasıl sosyalist devrim yapar peki? Hatta geçen yüzyılın başlarında yarı kapitalist/feodal Rus toplumu.
Gerek Rusya gerekse Çin’in devrim yapmasını tayin eden unsur kapitalist sanayi toplumu değil, Asya’nın despotik yapısı ve sefalet koşullarıdır hakikatte. Avrupa’da Marxizm’in eleştirel okunma imkânları dahi ne Stalin ne de Mao yönetiminde mümkün müdür? Demem şu ki, Avrupa’nın Marxist ya da anti Marxist aydını Marx’ı tartışabilir. Oysa kutupla, step/çöl arasında preslenmiş Rus tabiatı sosyalizmi, Marxizm’i tartışmaya müsait midir? Hani derim ki, daha ziyade dogmatik toplumlar sosyalist ihtilal yapmış bulunmaktadır.
Şimdi bana, canım öyle saçma şey mi olur? Rusya Deli Petro’dan itibaren batılılaşma, modernleşme geçirir, 19’uncu asır Rus edebiyat ve düşünce hayatı da ne kadar canlıdır bilakis diyebilirsiniz. Haklı da olursunuz şüphesiz. Ne ki, burada da bir paradoks yok mu? Düşünsenize Çarlığın son devri, devrim sonrası Bolşevik Rus sisteminden daha aydınlanmacı, daha sanat, edebiyat, felsefe düzleminde canlı bir atmosfere sahip. Öyle ki, devrim sonrası Lenin kültür sanat komiserliğine Menşevik kökenli Lunaçarski’yi getirir. Halbuki, ünlü eleştirmen daha önceleri Menşeviklerle Bolşevikler arasında gelgitler yaşar. Din ve mistisizm üzerine çalışmalar yapar. İhtilalle birlikte devrime katılsa da, zaman zaman Lenin’le görüş ayrılıkları yaşamaktadır.
Bu tartışmalardan biri hayli ilgi çekici olmalı. Lunaçarski Bolşoy bale ve tiyatro topluluğuna Çarlık döneminde ayrılan ödeneğin yine tahsis edilmesi gerektiğini söyleyince, Lenin köy okullarına sıra, masa, tahta temin etmekte zorlandığımız bir dönemde bir bale topluluğuna fon ayırmamız gerektiğini mi söylüyorsun şeklinde sormaktadır. Şüphesiz sanat adamıyla, politika insanının öncelikleri arasında bir anlaşmazlıktı belki. Teorik olarak zamanın Lunaçarski’yi haklı çıkardığı söylenebilir. Öyle ya, Sovyet devleti çökse de, Bolşoy topluluğu iki yüz elli yıldır ayakta. Ne çare ki, birinci dünya savaşından çıkmış, ihtilal yapmış, yenilenen bir ülkeden söz ediyoruz.
Burada Lenin devrimin lideri olarak belli bir demokrat kişiliğe sahip özünde, tartışmaya kapalı değil mesela, teknokratlara değer veriyor, sırasında devrimci çizgide olmasalar bile, devrim başarı gösterdikçe farklı dünya görüşünden gelen uzmanlarda bize katılır diyor, yaşamın gerçekliğini kolluyor.
Bu yanıyla Lenin çap ve karakter bağlamında Stalin’den oldukça farklıdır. Erken döneminde bir din okuluna devam eden Yosif Visaryonoviç, komünist bir politika adamının, öncesinde bir orta çağ manastırında yaşayan sosyal yaşamdan yalıtılmış bir keşişe dönüşümünü verir bize. Lenin’in aksine demokrat bir ruha sahip değildir yoldaş. Doğuştan liderle gücü zorbaca ele geçiren arasındaki farklar. Kim bilir, talihin gücü biraz da. Lenin, Fanya Kaplan adlı bir militan tarafından vurulması, kurşunun kafa tasında kalması hadisesini müteakip giderek erozyona uğrar. Ve Stalin kontrolü ele geçirir. Son zamanlarında hasta yatağındaki lider buna müdahale edemez. Ve yine görünen şu ki, aynı ya da benzer çizgideki insanlar arasında dahi derin farklar olmakta.
Yeri gelmişken bir hususunda altını çizmek isterim. Tarihin önemli şahsiyetlerini belirlerken etkinlik kriterini baz alanlar yanılgılı ve yanıltıcı netice verebilir de. Yazar diyor ki, iyi kötü, doğru yanlış, güzel çirkin bağlamında almadım, hadiseleri etkileme yönlendirme gücüne, sonuç alıcılığa baktım. Yanlış!
O zaman şeker kardeşim, nice insanı katledip fakat asla yakalanmayan seri katilleri de listene dahil edeceksin. Böyle bir saçmalık olabilir mi? Doğru yanlış bilime, iyi kötü ahlaka, güzel çirkin sanata açılan kapıyken, sen hangi kapıdan giriyorsun. Birbirine benzer dehlizleri, labirentleri arasında yitip gideceğin bir mağaranın karanlıklarına talipsin tam olarak. Tarihin en önemli kişiliklerini Cengiz, Timur, Hitler, Stalin, vs. üzerinden okuyanlardan söz ediyorum açıktır ki.
Yine Lenin’e dönersek, bu meziyetler ünlü devrimcinin kişiselliğine bağlıdır elbet. Rusya’yı koşullar bağlamında bir Avrupa ile yan yana koymaz, koyamaz da. Ne ki, devrim bir anda Batı Avrupa’nın yörüngesinden çıkıp, Asya semalarında esmeye başlar. Bunda kuşkusuz dünya savaşları ile beraber, iki büyük harp dönemi arasının Faşizm, Nazizm yükselişi de etkendir. Kuvvetli bir terörizm ve ırkçılık dalgasının meydana getirdiği hortumların ihtilalci hareketleri savuran yüzüdür bu. Yoksa anti komünist formasyonun çok kez öne sürdüğü gibi teknoloji etkisi değil salt.
Marxist çözümlemede söz gelimi 1789 Burjuva devrimi ilerici bir misyona sahip tanımlanırken, otuzların Faşizmi, Nazizm’i kanalıyla ise dönem burjuvazisi gerici karakterde değerlendirilir. Burası dünya görüşünün teoriyle pratik arasındaki savrulmaları haksız bir izah noktası olmasa gerek. Fakat kabul etmek gerekir ki zayıf eleştiri yine de. Hesaba katılmış olması gerekmez mi? Katılır ama ters yönde. Bu hırçın dalgaların, tsunamilerin geleceği var sayılır ama kapitalist sistemi boğacağı, yıkacağı öngörülür. Sistemin bir biçimde düze çıkacağı değil.
Yine örneğin Marx, küçük burjuva eğilimlerin de giderek yok olacağı üzerinde durmaz mı? Oysa ilerleyen zamanlarda ara meslek grupları gelişme göstermekte. Avrupa ve batı dünyası bağlamında, küçük burjuva ve orta sınıf ara katman olarak gelişip güçlenir. Oysa 19’uncu asır Batı Avrupası böyle midir? O dönemde vahşi kapitalizm çizgisinde sanayiciler ve proleterler dışında hemen hiç kimse yok, değil mi?
Sözün özü Marx’ı, Marxizm’i ya da Komünizmi sorgularken sırf yandaşlarına ya da karşıtlarına bırakmamak gerek. Çünkü bir ideolojik politik sistemin ele alınmasında yandaşlarda, karşıtlarda lehte ya da aleyhte duygusal karakterleriyle problemli halkadır. Ana kaynaklar, izleyenler, karşıtlar üçlü sacayağı teşkil etmeli. Çözüm bu.
-DEVAM EDECEK-
L.T.
YORUMLAR
Seçtiğiniz konu ve sunumunuz öylesine mükemmel ki bilmediğim pek çok şeyi şimdi sayenizde öğrendim değerli Levent Hocam.
Her kalemin d/okunuşu ayrı güzel ve önemli ve işte ortak paydada buluşmak da bu olsa gerek.
Arayı açmayınız sakın.
Takipteyim ve kendi adıma çok teşekkür ederim.
En derin saygı ve selamlarımla efendim.
Şimdi ilk bölüme gidip yeniden okuyacağım.
Bilginin ve anlatımın gücü.
levent taner
Beni en çok şaşırtan kalemlerden olduğunuzu söylemeden geçemem, olumlu yönde kuşkusuz
Her gün bir şiir, bir yazı yazmak kime yakışır başka
Yazı mümkün de, şiir normalde imkân dışı
Sizde ki bu dinamizm ve disiplin takdire şayan gerçekten
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza bereket her daim
Katılım ve katkınız dolayısıyla da ayrıca şükranlarımı sunuyorum
Hayırlı Cumalar dilerim
Selam ve saygılarımla.
Gülüm Çamlısoy
Çok da mahcup oldum.
Allah beni utandırmasın.
İşin sırrı sevgi ve sevdiklerim ve hayallerim bu bağlamda yürek esintilerinizdir bana güç veren mutlu kılan
Onur duydum çok değerli yazarım