- 495 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
BİSKÜVİ
Mart ayının son günleri, sabah saatleri... Gün yeni aymışken sokakları kucaklayan yağmur kokusu kaldırımlara çoktan sinmişti. Gri gökyüzü görünür görünmez bulutlarla doluydu. Etrafta ne kuş, ne kedi, ne de itten im vardı. Geniş sokakları geçip tramvayın durağından kuzeye doğru yürüyerek ikinci soldan saptı. Müstakil binaya giriş yaptığında şemsiyesini kapı kenarındaki kutuya koydu. Paltosunu çıkartıp askılığa astığında süveterinin güzelliğine duvarlar şahit olmuştu. Usul adımlarla sağ koridordan ikinci kapıya girdi. İçerideki herkesin bakışları ona dönerken konuştu:
-Burçak ölmüş.
Aniden dökülen bu iki kelime oturan her gencin kanını iki koldan da dondurmuştu. Büyüyen göz akları karşılarında dikilen oğlana tam odak bakakalmışken içlerinden biri sonunda konuşabildi:
-Ne demek ölmüş?
En arka üçlüsünün ortasında oturan kızın gözleri doldu dolu olduğunda yanındaki esmer, ela gözlü genç ayağa kalktı:
-Ne demek ölmüş lan?
*
Telefonuna gelen bildirim ile irkildi ve yatağın üstünde duran kara kutuyu eline aldı. Mesajı açıp fotoğrafı yüklediğinde tebessüm etti:
-Kurtulmayı başaracaksın gibi duruyor...
Fotoğrafı kapatıp mesaj ana ekranına geçtiğinde vücudunu sarsan ani titreme eşliğinde yutkundu:
-Söz verdiğim gibi öyle ya da böyle başarılı oldum ama artık kaldıracak gücüm kalmadı. Seni gönlümle affettim Tuğra, hakkını helal ettin varsayıyorum; sözünü tutarsın bilirim. Hoşça kal...
Her bir kelime göğsündeki sızıyı kat be kat arttırırken sayıkladı:
-Hayır, hayır, hayır!
Evden koşarak çıktı ve beş blok öteye varınca bağırmaya başladı:
-Ambulans, ambulans! İntihar etti!
*
Okuduğu kitabı yarıda kesip eline çalan telefonunu aldı. Kayıtsız numaraydı... Bir iki saniye kadar düşündü. Kim olabilirdi ki? Başını anlamaz bir şekilde iki yana sallayıp yeşil butona bastı. Çok da aşina olmadığı bu kadın sesi tanıdığı birine aitti. Yumuşak ama vurgulu genç ses ona "Alo" dediğinde yutkundu. Kızın sesi iyi değildi, iki acun bir araya gelse bile aramayacak biriydi o, ne olmuş olabilirdi? Ayrıca numarayı nerden bulmuştu? Aklına düşenle gözleri açıldı ve soluğu hızlandı:
-Aysar! Niye aradın Burçak’a bir şey mi oldu?
Telefonun arındaki ses kesildi ve bir süre öylece bekledi. Bekledikçe korkusu katlandı. Kızın titreyen sesini duyduğunda ağlıyor oluşunu anladı, yüreği sızladı:
-Burçak öldü, bu pazartesi öğle namazına müteakip...
Elinden düşen telefonunu umursamadan dolabın üstündeki çizime baktı, dehşetle seyrettiği portre çiziminden gözünü aldığında yerde duran sırt çantasına hızla ulaştı ve ön fermuarını açıp mavi poşeti içinden çıkardı. Mavi poşetin içindeki siyah kumaşı avcuna sıkıca alıp koklarken gözünden düşen bir damla yaş ona eşlik etti.
-Alo, İlgar! Alo!!
*
Çekik gözlü, beyaz tenli, saçları yarı ağarmış hoca; üstüne yazma örtülmüş tabut için namaz kıldırıyordu. Uzun boylu, kıvırcık saçlıydı ve kiremit kahvesi gözlerini yaşlarla yıkarken etrafa bakındı. Görüş açısında aradığı kişiyi bulamayınca bir ihtimal namaz kılanlara baktı. Bakışları bir yerde sabitlendi ve bir süre izledi:
-Demek camiye girebildin...
Aralardan uzun boyuyla göze takılan genç de dikkatini çekse de önceliği farklıydı. Cenaze namazının bitmesiyle bir süreliğine etraf duruldu. Aradığı kişi arkalara doğru, yani ona doğru, ilerlediğinde önünü kesecek biçimde durdu. Şalı başından omzuna düştüğünde gözleri buluştu:
-Onun cenazesinde olmayı, böyle bir zamanda karşılaşacak olmayı beklemezdim.
-O öldü, engel olamadık Çolpan. Öldüğünde yapmanı istediği bir şey var mıydı?
-Ailesiyle görüşmemi istedi, birazdan Alev, şimdi etraf çok kalabalık. Şu uzun boyluyu görüyor musun?
-Evet, kim o?
-İlgar...
Alev bir süre durulsa da hatırladığı gibi şaşkınlıkla yanındakine döndü:
-Nasıl yani, ayrıldı onlar; çok uzun zaman oldu.
-Gelmiş işte, sonuçta eski dostlardı.
Alev de Çolpan da başını eğdi, kısacık sessizliği bozan Alev idi:
-Benden önce ölmesi ıstırap veriyor.
-Onun bu kadar erken ölmesi başlı başına ıstırap dolu.
-O sırık Burçak’ın babasıyla konuşuyor. Gidelim.
Gencin onaylamasıyla yanlarına gittiler. İlgar gelenlerin hissini çoktan duymuş ve kontrol amaçlı arkasına bakmıştı. Tanıdık simalarla iki adım geriledi.
Gözleri kıpkırmızı, teni soluktu. Uzun boyuna rağmen hiç de kudretli durmuyordu, bitkin bir hali vardı. Saçları dağınık, göz altları çökmüş... Orta yaşlı adama bakıp lafına devam etti:
-Dedesinin mezarına gömülmek istiyordu, vasiyetidir.
-Kütüğüne gömülecek, anne tarafına değil. Ayrıca sen kim oluyorsun?
İlgar’ın tebessümüne Alev gözlerini kısarak karşılık verdi. İkilinin diyaloğunu dinlerken oğlanın hareketlerini ölçüyordu. Bu tebessüm merhum dostunun etkileneceği türdendi. Acı bir gülüş dudaklarından peyda olduğunda uzun boylu oğlanın dediğine dayanamayarak öfkeyle kahkaha attı:
-Bir dostuyum, eskilerden.
Yumruğunu sıktı, aynen Çolpan gibi sinirliydi. İçinde tuttu, Burçak onu çok sevmişti, severdi... Konu ne o ne bir başkasıydı, mevzu ailesiydi. Çolpan araya girdiğinde ise işlerin kızışacağı belli olmuştu:
-O kız sizin yüzünüzden öldü, ailesi yüzünden.
*
Toprak yığını önüne çömelmiş ikili usul soluklarla yığına bakıyordu. Sessiz ve durgunlardı. Ara ara dökülen ufak damlalar mezarın üzerinde bitecek otlara can suyu olabilirdi ya da yetmezdi. Mezarın üstünde ot biter miydi o bile muammaydı.
Kıvırcık saçlı kız cebinden çıkardığı paketi açtı ve bir dal aldı, yanındakine uzattı. Yanındaki genç kabul ettiğinde çakmakla sigaralarını yakmışlar tekrar aynı odakta beklemeye devam ediyorlardı. Çatırtı sesiyle başını kaldıran Çolpan karşısında dikilen uzun boylu oğlanı görünce derin bir of çekti ve biraz sola kaydı. Açılan boşluğa oturan oğlana uzatılan paket tüm kafaları yukarı kaldırmıştı. İlgar kıvırcık saçlı kıza baktı:
-Kırmızı mı?
Çolpan kinli bir ses ile cevapladı:
-Kamyoncu sigarası işte, mezar önünde sorduğun soruya bak!
Oğlan sigarayı alıp yaktığında bir süre toprak yığınına acı dolu tebessümle baktı. Derin bir nefes aldı:
-Söylediği kadar güzel yermiş bu mezarlık...
-Mezarlığın güzeli çirkini mi olur?
-Baharda renk renk çiçekler açıyormuş, öyle demişti.
-Renkli şeyleri severdi...
-Sana kim haber verdi?
-Aysar aradı...
Üçlü aynı anda ellerindekinden birer soluk aldı ve Alev başladı bu defa:
-Ölene dek seni sevdi.
-Biliyorum.
-Madem biliyordun niye bu kadar üzdün piç herif?
Çolpan kızın omzuna elini koydu:
-Üçümüzün kavga edecek olması, yaşasaydı, onu üzerdi.
-Ama yaşamıyor, Çolpan. O öldü!
İlgar elini toprağa uzattı ve hafifçe eşeledi:
-Kokusu toprağa sinmiş...
Bardağı taşıran son damla ile bu sefer az önce araya giren o değilmiş gibi Çolpan gencin yakasına yapıştı:
-Yavşak herif, dokunma ablama!
Ufak bir şakırtı, gözlerine değen damlalar derken atıştırmaya başlayan yağmur Alev’in sigarasını söndürdü:
-Burçak’ı ağlattınız, kesin sesinizi.
Yanında duran karton kutuyu eline alıp açtı ve Yakut çakısını çıkardı. Ayağa kalkıp üstünü silkeledi, çakıyı toprağın içine doğru sokup üstünü iyice örttü:
-Gidelim, ona yalnızca ıstırap veriyoruz. Kavga etmeden beş dakika oturamıyoruz...