- 263 Okunma
- 1 Yorum
- 3 Beğeni
HAYATIN İÇİNDEN
Kendimce başarılı bir hemşireydim. Hastalarım hep memnuyetlerini belirtirlerdi.
Yirmiiki sene devlet memuru olarak hemen her serviste çalışarak 1999 senesinde emekli oldum.
Daha sonra da senelerce bakıma muhtaç olan ana ve babama baktım.
Sanki dünyaya hasta bakmaya gelmiştim.
Anacığımı kaybettikten sonra da çocuklarımın önerisiyle küçük bir sahil kasabasına yerleşerek kafamı dinlemek istedim.
Son yedi sene içerisinde de sadece üç gün yatılı olarak bir kadın hastaya baktım.
Üyesi olduğum bir hasta bakım şirketi tarafından görevlendirilmiş olup, hastaya üçer gün dönüşümlü olarak bakacaktık.
Daha nöbeti yenice devralmıştım ki eşler arasında kıyamet koptu sanki.
Evde hiç huzurunun kalmadığını söyleyen adam valizini hazırlayarak evi terkedip gitti.
Hastayla başbaşa kaldık.
Kadıncağız telefon ederek tek erkek evladına durumu bildirince oğlu ve gelini hemen atlayıp geldiler. Zaten yakında oturuyorlarmış.
Annelerini teselli edip, bana da neler yapmam gerektiğini tembihleyip arada bir denetime geleceklerini söyleyip gittiler. Ben sadece hastayla ilgileniyordum, ayrıca yemek ve temizlik yapmaya gelen bir de kadın vardı. Kadın, işlerini bitirdikten sonra evine gidiyordu, yatılı değildi.
Hastam çok kibar, görgülü bir kadındı, fakat aklı arada gidip geliyordu.
O yüzden herşeye daha çok dikkat etmem gerekiyordu. Yatalak olmadığı için de arada bir hem hava alsın, yürüyüş olsun düşüncesiyle yakındaki markete birlikte gidip geliyorduk.
Gelininin tembihi üzerine alışveriş fişlerini emniyetli bir yerde biriktiriyordum.
Üç günlük nöbet bitiminde nöbeti yeni gelen arkadaşa devrettim, gelinini de arayıp isterse gelip kontrol etmesini söyledim. "Gerek yok, gidebilirsiniz" cevabından sonra da evden ayrıldım.
Birkaç ay sonra şirket görevlisi beni arayarak, kadının maaşının kaybolduğunu, tüm çalışanları mahkemeye vereceklerini söylemesin mi, sanki o anda tepemden kaynar suların döküldüğünü hissettim.
Kendimi toparlar toparlamaz,, "kesinlikle böyle bir suçlamayı kabul edemeyeceğimi, eğer böyle birşey yaparlarsa karşı tazminat davası açacağımı, kimsenin, benim onurumla oynayamayacağını" söyledim.
Baktılar ki pabuç pahalı, karşılarında onurlu ve dişli birisi var, yanlışlık olmuş deyip konuyu kapattılar.
O şirkette çalışan bir hemşire arkadaşımız sonradan kendi şirketini kurdu, beni de WhatsApp grubuna ekledi.
Watsapdan sürekli hemşire arayanlarla ilgili hastaların durumlarını bildiren mesajlar geliyordu.
Uzun zamandır boşluktan sıkıldığım, değişik insanlar tanıyıp yardımcı olmanın keyfini yaşayayım, üç beş kuruş da kazanarak yeni aldığım evin eksiklerini tamamlayayım düşüncesiyle baypas ameliyatı sonrası bakım için bir hastaya talip oldum.
Yine yatılı olarak, bu sefer bir ay kalacaktım
Anacığım da baypaslı olduğu için bu konuda tecrübem de vardı.
İstenen evrakları gönderip, hastanın ameliyat olduğu hastahanede göreve başladım.
Tam akşam vaktiydi, hastanın yanında iki kızı vardı.
Daha gider gitmez herikisi birden beni soru yağmuruna tuttular.
Kaç yaşındaymışım, nerede oturuyor muşum, nerelerde çalışmışım, aracı olan şirketle ne kadar ücrete anlaşmışım, çocuklarım var mıymış, ne iş yapıyorlarmış,daha önce böyle bir hastaya bakmış mıyım, aşılarımı olmuş muyum, coronalı hastayla temasım olmuş mu, hes koduna bakabilir miyiz, ...gibi.
Verilen cevaplardan tatmin olmuş olmalılar ki yapacağım işlerle ilgili talimatlara geçtiler.
"Babamız çok hiperaktif bir adam, sakın yanından ayrılmayın, yürüyüş yaparken bile mutlaka yanında olun, kesinlikle yan dönmesin, iki eline eşit ağırlık verecek şekilde yatırıp kaldırın, kesinlikle göğsündeki korseyi çıkarmasına izin vermeyin, sterilizasyona çok dikkat edin, yanına personel girip çıktıkça kapı kollarını ve etrafı şuradaki dezenfektanla silin, üzerini kirletirse şuradaki giysileriyle şu şekilde değiştirin, gelen telefonları açmasına izin vermeyin, gerekirse siz açıp izah edin..."
Sizin anlayacağınız, tereciye tere satıp gittiler.
Iyi ki şirketteki hemşire arkadaşım; "bu geceyi iş görüşmesi gibi kabul et, memnun kalmaz da devam etmek istemezsen eğer hiç olmazsa bir gecelik ücretini alır ayrılırsın" diye tembihlemişti.
Tam akşam yemeği zamanıydı. Daha yemeklerimizi yeryemez hastam; "Hemşire hanım ben iş adamıyım, dünya kadar eşim dostum aradı, kızlarım hiçbirisiyle konuşmama izin vermediler, şimdi en azından birkaç tanesine dönüp seslerini duymak istiyorum, ben çok iyiyim, sakın konuştuklarımı kızlarıma söyleme, onlar çok pimpirikliler" deyip kendisini arayanlara dönüp konuşmaya başladı.
Konuştukça rahatladığını anlayabiliyordum. Dört tanesiyle konuştuktan sonra "diğerleriyle de biraz dinlendikten sonra konuşursunuz" diyerek zor aldım telefonu elinden.
İyilik yapacağız sanarak iyice bunaltmışlar adamcağızı.
Sabahleyin işi bırakmayı düşünüyordum ki adamın durumuna acıyıp kalmaya karar verdim.
Ertesi günü hastahaneden taburcu edildi.
Kendi evine gitmek istediyse de büyük kızı bırakmayıp kendi evine götürdü bizi.
Büyük bir sitenin kapısına vardığımızda bizleri iri yarı kadın güvenlik görevlisi karşıladı. Eşyalar ona teslim edildi, dezenfekte edilmesi tembihlendi, araba garaja parkedildikten sonra çok güzel düzenlenmiş site bahçesinden yürüyerek evin giriş kapısına varıldı.
Evin kapısını içerideki görevli kadın açtı.
Annelerini üç sene önce pankreas kanserinden kaybettiklerini, küçük kızın İtalya ’da yaşadığını, gittiğimiz evin büyük kızının evi olduğunu öğrendim.
Kızlar sanki ikiz gibiler ve birbirlerini isimleriyle hitap ediyorlar.
Eve girip de eşyalar getirilince, bana hazırlanan odaya çıkarılıyorum ve eşyalarımı bırakıyorum.
Ev içten merdivenli ve dört kat. Giriş katında büyük bir salonla birlikte oturma odası ve büyük bir mutfak var, fakat lavabo yok, daha önceden varmış da sonradan iptal ettirmişler.
İçinin dizaynını kızının kendisinin tasarladığını söylüyor babası.
İkinci katta benim dinleneceğim oda, babasının yatacağı ebeveyn banyolu oda, bir de büyük kızın sekizinci sınıfa giden oğlunun odası, bir de oğlanın banyosu var.
Benim ise, giriş katının alt kadındaki lavaboyu kullanmam söyleniyor, ev sahibi kız ise dördüncü katta kalıyor.
Hastanın sürekli merdiven inip çıkması gerekiyor.
"Daha bir hafta önce baypas ameliyatı olan bir hastanın sürekli merdiven inip çıkması sakıncalı olur, ben bunun sorumluluğunu alamam, bunu doktorunuza danışın" diyorum. Danıştık sakıncası yokmuş diyorlar. Her seferinde hastamın elinden tutarak tek tek adımlarla inip çıkıyoruz. Ayakları çok şiş olduğu, ödem çözücü ilaç aldığı için çok sık lavaboya çıktığını farkedince de endişeleniyor ve odasına televizyon kurmayı öneriyor kızı, ama hastam kabul etmiyor . "Hapis gibi sürekli burada yaşayamam ben" diyor.
Aldığı su ve çıkardığı idrar, sabah akşam da tansiyonu takip edilip çizelgeye işleniyor.
Hemen işlediğim halde, çıkardığı aldığından fazla çıkıyor. Ödemleri inmeye başladığından dolayı böyle oluyor diyorsam da anlamıyor, hemen doktorunu arıyorlar.
Bir ara da tansiyonu çok düşük çıkınca, "işte bu çok önemli, iki çeşit tansiyon ilacı var, bir tanesini vermeyelim" diyorum. Söylediğim gibi hemen deliks ilacını almamasını söylüyor doktoru.
Kontrollere giderken "ben de gideyim de kendim duyayım" diyorsam da, sen dinlen diye götürmüyorlar.
İlk bir hafta çok zor geçiyor. Geceleri neredeyse hiç uyumuyor. Gece apnesi de olduğu için nefes alamadıkça yatır, kaldır, hem hastam, hem de ben çok yoruluyoruz.
"Doktoruna söyleyelim de uyutacak bir ilaç versin bari, ben bu şekilde devam edemeyeceğim" diyorum.
Doktoru ataraks veriyor. O da sanki eroin etkisi yapıyor, heryeri uğuşuyor, dili tutuluyor, ayakları tutmuyor, lavaboya sürüyerek götürmek zorunda kalıyoruz, kızları başlıyor ağlamaya. "İlacın etkisinden dolayı böyle, endişelenmeyin geçecek" diye bir de onları teselli etmeye çalışıyorum.
İlk defa beş saat uyuyor ve kendisine geliyor. Bir daha da kesinlikle ataraks içmeyi reddediyor. "Keşke ilk başta bütün değil de çeyrekten başlasaydı doktoru böyle olmazdı" diyorum.
"Bu yaşıma kadar hiç hasta olup yatmadım ben, bak şu fotoğrafı daha iki sene önce Japonya’da çekildim, bir buna bak, bir de şu halime bak, ben hergün iki kere traş olan adamdım" diyerek kahrediyor kendi kendine. Ben de, "bu günler de geçecek ve eskisinden daha da iyi olacaksınız" diyerek moral vermeye çalışıyorum.
Sabah dokuzdan ondörde kadar odamda uyuyarak bir haftayı bu şekilde tamamlıyor ve haftalık iznim için arkadaşıma gitmek istiyorum. Kızı "akşama sekizde burada olmanız gerekiyor deyince; "izin yirmidört saat" diyerek itiraz ediyorum. "Hayır olmaz" diye tutturuyor.
"Gece hiç uyumadım zaten, gündüz de uyumayacağım, gece tekrar uyumayacağım, buna nasıl dayanılır ki" deyince de,"gittiğin yerde gündüz uyursun" diyor hâlâ.
" uyumak için gidiyorsam izinin ne anlamı var, ha burada, ha orada uyumuşum. O zaman en iyisi işi bırakayım, siz yeni birisini bulun " diyorum.
"Şimdi kardeşim burada,nöbetleşerek bekleriz de, iki gün sonra O da gidecek,ben yalnız kalacağım, madem bu hafta yirmidört saat olsun, bundan sonraki haftalarda akşam dönersiniz, ya da gündüzleri gider, akşamları gelirsiniz, önemli olan geceleri bizim için " diyor.
"Burada oturmadığımı,yatılı geldiğimi bildiğiniz halde bu yaptığınız çok çiğ bir teklif,hergün arkadaşımın evine gelip gidilir mi ya, bırakıyorum ben işi" diyerek isyan ediyorum. Bakıyorum hastam çok üzülüyor, "siz bana çok iyi bakıyorsunuz, ben çok memnunum, başkasını istemiyorum, bir yolunu bulun " deyince de;
"O zaman gece onikiden sonra siz beklerseniz de ben uyursam olur " diyorum ve o şekilde anlaşıyor, bu sorunu da anlatıyoruz.
Hastam geceleri uyuyamadıkça mutfağa inip birşeyler yiyip içmek istiyor.
Mecburen buzdolabında, çekmecelerde birşeyler aramak, hazırlamak zorunda kalıyoruz.
Evde birde Smoki adında gri bir kedi var. Evin hertarafı ona ait. Gezip tozmadığı, yatmadığı yer yok. Haliyle tüyleri heryere bulaşıyor. Yemek masası önce kolonyalı peçeteyle siliniyor, sonra dezenfektan sıkılıyor, ıslak bezle silinip sonra da kurulanıyor, hasır örgü tabak altlıkları konuyor, sağ tarafına üçgen şeklinde peçete, peçetenin üzerine bıçak ve kaşık, sol tarafına da çatal konularak yemek servisi yapılıyor.
Bulaşık tabakları sıcak suyla akıtılıyor, ilaçlı suyla yıkanıyor, daha sonra da çatal kaşıklar karışmayacak şekilde bulaşık makinesinin sepetine, tabaklar da düzenli bir şekilde makineye döşeniyor.
En ufak bir hata kabul edilmiyor.
Herşey mükemmel olacak diye yorgunluktan ters düşüyor ev sahibi. Yardımcı da geldiği halde evin işi hiç bitmiyor.
O kadar titizliği farkedince ben,gece yemekleri dışında mutfak işinden uzak duruyordum.
Hastam "çok acıktım,masanın hazırlanmasında yardım eder misin deyince masayı silip hazırladım. Yemeği yedikten sonra da tabaklarımızı akıtıp tezgaha bıraktım ve oturma odasına geçtim. Kızıyla oğlu masada yemeye devam ediyorlar, biz de hastamla ben bilirim yarışmasını izliyorduk.
Hemşire Hanım masanın temizliği sizi bekliyor diye bağıran kızına;
Hiç istifimi bozmadan, " biz şimdi yarışma izliyoruz " dedım.
Aman efenfim sen misim onu diyen, "bana nasıl böyle cevap verirsiniz siz" diye daha fazla bağırmaya başladı.
Bu olay, tam üç haftayı bitirdiğim ve artık babasının iyileştiği, her işini kendisinin yapabildiği gün gerçekleşti.
O zamana kadar babasının hatırı için herşeye sabreden ben;
Karşısına dikilip, "siz kendinizi ne zannediyorsunuz da bana emirler yağdırıyorsunuz, bu zamana kadar babanızın hatırı için size katlandım ,onurumla kimseyi oynatmam, acımdan ölmüyorum ben, paranızla beni satın alamazsınız, ben herşeyden önce insanlık görevimi yaptım, hemen şu anda işi bırakıyorum" deyip odama hazırlanmaya yöneliyordum ki hatasını anlayıp boynuma sarılarak özür diledi. "O kadar çalışanım oldu, şimdiye kadar kimse bu vakitte benim evimi terketmedi, inanın şu anda çok üzgünüm, babama çok iyi baktınız,çok teşekkür ediyorum, babamın üzülmesini istemiyorum" dedi.
Sonra hastamla odasına çıktık.
Hastam; "sen hiç aile fertlerinle kavga etmedin mi, olur böyle şeyler sakın gitme" dediyse de; "artık eskisi gibi tadı olmaz,hevesim kaçtı, sabahleyin gideceğim, artık siz de iyisiniz, herseyinizi kendiniz yapabiliyorsunuz, bana ihtiyacınız kalmadı " dedim.
Dediğim gibi de sabahleyin hazırlandım, iyilik dikeklerimi ve kendilerine kızgın olmadığımı söyleyerek evden ayrıldım.
Evin her tarafları otomatik pancurlarla kaplı, içten ve dıştan kameralarla ve güvenlik görevlileriyle korunuyor, her gece alarm kuruluyor, günlük masrafını tahmin bile edemiyorum.
Şimdi, "iyi ki böyle bir evde çalışmışım" diyorum.
"Hiçbir şey uzaktan göründüğü gibi hoş değildir, kendi içerisinde büyük bir felaket barındırır " sözünün doğruluğuna bir kez daha inandım, kendi doğal ve basit yaşamımın ne kadar değerli olduğunu bir kez daha anlamış oldum.
anayasla]