- 375 Okunma
- 3 Yorum
- 2 Beğeni
ÇAPULCU ÖĞRETMENLER
Çapulcu kelimesi; başkasının malını alan, talan eden, yağmacı ve düzene karşı gelen anlamlarında kullanılmaktadır. Buradaki en önemli soru şu: Hangi düzen?
1.Açlığın, adaletsizliğin, sömürünün hâkim olduğu düzen mi?
2.Demokrasinin, adaletin, eşitliğin olduğu düzen mi?
Öğretmenlerimiz, Milli Mücadele yıllarından başlayarak okullarında, mahallelerinde, sokaklarında, kahvelerinde konuşmalar; yerine göre de mitingler yapmışlardır. Bununla da yetinmemişler tabii yerel ve ulusal gazetelerde yazılar, şiirler, romanlarla da emperyal güçlere karşı mücadele etmişlerdi. Cumhuriyet tarihimiz bunun örnekleriyle doludur. Buna istinaden dönemin işgalci güçleri ve onları destekleyenler kendilerine karşı gelen bu eğitimcileri çapulcu, asi ve hain olarak görmekten geri durmadılar.
Bir ülkenin kalkınmasında en önemli rolü oynayacak olan kesimin öğretmenler olduğunun bilincinde olan Mustafa Kemal ATATÜRK, medeni bir toplumun çağdaş bireylerin yetiştirilmesiyle mümkün olduğunu bildiği için eğitime dair birçok devrimi geciktirmeden yapmıştır.
Ankara Hükümeti, eğitimde yapılması planlanan inkılâplardan önce çapulcu denilen öğretmenlerin de fikrini alarak onlara büyük görevler vermiştir. Bu konularda öğretmenler de üzerine düşen sorumluluğu fazlasıyla yerine getirmişlerdir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında hem okuma yazma oranı hem de öğretmen sayısı oldukça yetersizdi. Bu nedenle fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür öğretmenler yetiştirmek için 22 Mart 1926 tarih ve 789 sayılı “Maarif Teşkilatı Hakkında Kanun” ile İlk Muallim Mektepleri ve Köy Muallim Mektepleri açılmıştır. 1940’lı yıllarda da Köy Eğitmen Kursları düzenlenmiştir.
Köy Muallim Mektepleri ve Köy Eğitmen Kursları sonradan Anadolu’da önemli bir yere sahip olacak Köy Enstitülerine temel oluşturacaktır. Öğretmene verilen değer her platformda dile getirilmiş olup onların iyi yetişmesi adına her türlü alt yapı hazırlanmıştır. Zor şartlarda yetişen ve görev yapan tüm öğretmenler hükümet tarafından el üstünde tutulmuştur.
1924’te ülkemize gelen ilk yabancı uzman eğitimci Amerikalı John Dewey’dir. Onun ileri sürdüğü görüşler içinde bence en önemlisi: “Okulun temeli öğretmendir. Öğretmenler nasıl olursa mektepler de öyle olur.” sözleridir.
Bir öğretmen nasıl olmalı? Neler yapmalı? Haksızlığa, yolsuzluğa, eşitsizliğe boyun mu eğmeli? Veya haksız yönetimlerin insafına ve karakterine göre mi hareket etmeli? Ve de buna uygun nesiller mi yetiştirmeli?
İnayet Aydın, “Eğitim ve Öğretimde Etik” kitabında, öğretmenlik mesleği etik ilkelerini şöyle sıralamış: “Profesyonellik, hizmette sorumluluk, adalet, eşitlik, sağlıklı ve güvenli bir ortamın sağlanması, yolsuzluk yapmama, dürüstlük, doğruluk ve güven, tarafsızlık, mesleki bağlılık ve sürekli gelişme, saygı, kaynakların etkili kullanımı.”
Ahmet Cevizci de “Etiğe Giriş” kitabında etik kavramını çok daha kapsamlı ele almış “Belli bir yaşama idealini hayata geçirebilmek için mücadele eden, çağı ve üyesi olduğu toplumun yaşayışını eleştiren, hatta mahkûm eden, mevcut değerler silsilesi yerine alternatif değerleri koyan, yaşama kurallarını açık seçik tanımlayan, kısaca hayata anlam katan ahlaki ilkeler teorisi, felsefe disiplini” şeklinde açıklamıştır.
Bir öğretmen meslek etiğini, yaşamının bir parçası haline getirmek zorunda değil midir? Haksızlığa, adaletsizliğe, sömürüye, yolsuzluğa karşı iyi, doğru ve adil olandan yana tavır alması gerekmiyor mu? Bunları sağlayabilmek adına şiddet dışında her yola başvurması başta anayasal hak ve ödevdir.
Sorumluluk alanındaki yetkili mercilerin, yönetimlerin öğretmenlerin haklı taleplerini dikkate almayıp biat etmelerini istemesi, aksi durumda çapulcu, sosyal medyada daha ağır bir ifadeyle terörist ilan edilmesi öğretmene verilen değerin de bir göstergesidir.
Son süreçte yaşam koşullarının ağırlığı karşısında ezilen, bilhassa özel eğitim çalışanları üzerinden biat etmenin önü açılmaya çalışılmaktadır. Sömürülen buna karşın her alanda hakkını arayan, aramak isteyen tüm öğretmenler hakkında bozguncu, yağmacı, çapulcu nitelendirmesi kutsal atfedilen bu mesleği herkesin gözünden düşürülmesine sebep olmaktadır. Bu çerçevede eğitim emekçilerinin taleplerinin halkın da desteğiyle önünün kesilmesi hedeflenmektedir.
Günümüz Türkiye’sinde bireylerin, mesleklerin itibarı aldığı maaşla eş değer görülmektedir. Bir meslek grubu ne kadar itibarsızlaşırsa o oranda beklentiler de aşağı yönlü olacaktır. Bunun hesabını tüm eğitim çalışanlarının yapabileceğini düşünmemek saflık olur sanırım.
Mevcut düzen içerisinde bu mesleği yapanlar arasında bile hem ücret hem de özlük hakları hususlarında uçurum bulunmaktadır. Bunun bilinmesine ve dile getirilmesine rağmen gerekli adımları atmayan yöneticiler asıl sorumlulardır. Asıl görev ve sorumluluk sahiplerinin hesap vermek yerine suçlayıcı dil kullanması üzücüdür. Anayasal haklarını kullanan öğretmenlerin şiddete maruz bırakılıp çapulcu olarak nitelendirilmesi üzücü ve kabul edilemez bir durum olarak görülmelidir.
Öğretmenlerin en azından bir kısmının çapulcu olma ve nitelendirme noktasına nasıl gelindi? Ülkenin her alanında olduğu gibi plansız ve programsız yapılan uygulamalar öğretmen yetiştirme kurumlarında da kendini göstermiştir. Nüfus artışıyla birlikte okullaşma oranı zaten uyumlu değilken öğretmen ihtiyacıyla onları istihdam etmek arasında eşgüdüm olması da göz ardı edilmiştir. Devlette ihtiyaç hat safhadayken bile popülist politikalar neticesinde yüz binlerce öğretmen işsiz bırakılmış kimisi de özel sektöre yönelmek zorunda kalmıştır.
Devlet kendi içerisinde dahi ihtiyacı olduğu halde bir kısıtlamaya giderek ücretli öğretmen çalıştırma yoluna gitmektedir. Güvencesiz bir formül olan bu çalışma şekli öğretmene verilen değerin de bir göstergesi durumundadır. Bu öğretmenlerin bir ay boyunca eksiksiz çalışması halinde dahi asgari ücret alamadığı açıktır.
İşsiz bırakılan öğretmen sayısının yüz binleri bulmasından kaynaklı olarak iktidarlar, öğretmenliği ve öğretmenleri son derece değersiz görmeye başlamıştır. Tarihsel süreç göz önüne alındığında hakkı, hukuku, eşitliği, adaleti öğreten ve yaşayan bir kesimi tırpanlayarak ikilik yaratmak kimi iktidarların arka bahçelerinde kendi yandaşlarını oluşturma çabasından başka bir şey değildir.
Her 24 Kasımlarda pohpohlanan bu mesleğin günümüzdeki itibarı göz boyamaktan öteye geçmemektedir. Açlık sınırında olan, mobbinge maruz bırakılan, ezilen, sömürülen öğretmenlerin haklarını aramaya dahi hakkının olmadığına şahit oluyoruz.
Öğretmenlik mesleğinin bu seviyeye gerilemesinde mevcut öğretmenlerin tutum ve davranışlarının da katkısının olduğunu maalesef görmekteyiz. Onları yalnız bırakmak mücadelelerini görmezden gelmek, yapılan hakaretleri duymazdan gelip kabuğuna çekilmek sorumlularla ortaklaşmak anlamına gelmektedir.
Devlet, kutsal olarak nitelenen bir meslek örgütünü şiddete maruz bırakıp ötekileştirmek, onları milletin gözünde de değersizleştirmenin önünü açmaktadır. Hele de halkın bu duruma sessiz kalması bir kısmının da desteklemesi söz konusuysa topyekûn geçmiş olsun, demekten başka bir şey aklımıza gelmez sanırım.
Tüm bunlara rağmen sömürüye karşı çıkmanın adıysa çapulculuk, yetinmemenin adıysa çapulculuk, hak hukuk, eşitlik feryadının adıysa çapulculuk, açlığa, yoksulluğa güvencesiz çalışmaya karşı durmaksa çapulculuk; evet, ben de çapulcuyum. Bu kapsamda çapulcu öğretmen olmayanlara, hakkını aramayan, ezilmeyi göze alan ve bunun farkında olmayan öğretmenlere üzülmek gerekir aslında. Onların kulağına Fakir Baykurt’un şu sözleri küpe olsun diyorum.
“Öğretmen yalvarmaz, öğretmen boyun eğmez, öğretmen el açmaz, öğretmen ders verir.”
MESUT AKÇA