- 533 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Geri Geldim
Güneşin doğuşunu fazla geçirmeden Prusyalı aristokrat pilotların bizi ağırladığı malikhaneden ayrıldık.
‘Keşke daha sağlam bir kahvaltı etseydik’ dedi Gunter, ‘Gittiğimiz yerde peksimet ve farelerden başka bir şey olmayacak’
Haksız değildi. Gümüş takımlarda sunulan çayla kızartılmış beyaz ekmeğe sürülen frambuaz reçelini reddedip, aceleyle bizi cepheye götürecek otomobile koşmuştuk.
‘Çok geniş bir penceremiz yok; bugün cephede olmalıyız. Haftaya 16. Bavyera Piyade Tümenini nakledecekler’
Gunter, ya da başkalarının yanındaki adıyla Günther, hayata basit bir şekilde yaklaşan bir adamdı. Karnı doysun, imkanı varsa içsin, öldürmekten keyif alsın: yeterdi ona. Rütbesi onbaşıydı ama herhangi bir eri komuta edecek olgunluğu yoktu. Ona emanet edilebilecek tek şey silahtı: Namlusu her zaman doğru yönde olurdu. Bu yüzden ‘geniş pencere’yi tekrar detaylarına inerken anlatmaya kalkmadım. Anlatsam ‘Gerek yok bu kadar detaya yüzbaşım, nasıl olsa bir yolunu bulur, bir fırsatını yakalarız’ derdi. Yalan söyleyecek değilim, öldürmeyi bu denli seven bir kişinin yanında bulunmak beni tedirgin ediyordu. Gunter’ın çıplak elleriyle adam öldürdüğüne tanık olmuştum. Şimdi o kıllı parmaklar direksiyonun üzerindeydi.
‘Zor geliyor mu arabayı kullanmak?’ diye sordum.
‘Pedal sistemi biraz karışık ama alışıyorsun. Sonuçta öğrenmen gereken trafik kuralları yok’
Trafik kuralları da bombardmanla yerle bir edilmiş şehir ve kasabalar gibi toza toprağa karışmıştı. Arada bir kurşunlarla delinmiş, yakındaki bir patlamanın etkisiyle eğilmiş trafik işaretlerine denk geliniyordu fakat onlar da görevlerinden çoktan istifa etmişlerdi.
Yolda çeşitli kontrol noktalarında durdurulduk. Rütbemden çok, elimdeki görevlendirme belgelerinin itibarı sayesinde selamlar çakıldı, barikatlar kaldırıldı. Çok geçmeden en iç taraftaki siperlere ulaştık. Gayretkeş bir çavuşun ısrarıyla ‘ziyaretçi defteri’ni imzaladık.
‘İstihbarat Yüzbaşı Johann Conchobhar, 19 Temmuz 1918’
İmzamızla yetinmeyen çavuş bizi doğrudan kurmay albay von Hoeppner’in yanına götürdü. Önce dar iletişim siperlerinden geçtik, sonra da bir süredir devam eden uygulamayla piyadenin çoğunluğun tutulduğu üçüncü ve dördüncü siper hatlarından.
Dört ay boyunca sürmüş, sonunda da bir yere varmamış olan Bahar Hareketının bitmesiyle birlikler soluklanıyordu: Hücumların süresiz eretelenmesi şerefine uzamış sakallarını kesenler, çıkardıkları gömleklerinden bit ayıklayanlar, yanındaki herkesi ölmesine rağmen kendisinin hayatta kalmasına inanamayanlar, erzak çuvalını kenara bırakıp zar atanların arasına karışanlar...
Gunter çevresine aldırmadan beni takipteydi. İri bedenini sakınmadığı için omuz attığı kumarbazlardan gelen homurdanmalara birer ‘Sıkıysa...’ bakışı atıp, devam ediyordu.
Sonunda ‘karargah’ denilen sığınağa vardık. Toprak duvarlı, karanlık dehlizleri aydınlatmayı deneyen gaz lambaları, duvara sabitlenmiş telefon kabloları, siz gelirken yer darlığından dolayı kenara çekilmek zorunda kalan nöbetçileri aştıktan sonra von Hoeppner’ın odasına geldik. Nöbetçi kapı görevini gören battaniyeden bozma perdeyi aralayıp bizi içeri aldı.
Prusyalı albay ona verdiğim belgelerimi uzun uzun inceledi.
‘Belirtmem gerekir ki ziyaret sebebinizi anlayamadım yüzbaşı. Zaten detaylı raporlarımı general Ernst vasıtasıyla Berlin’e yolluyorum. Bunun üzerine niye bir de sizi gönderdiler, burası açık değil.’
‘İzin verin açıklayayım albayım. Bildiğiniz üzere Bahar Harekatı başarısızlıkla...’
‘İstediğimiz sonuçlara ulaşılmamasıyla...’ diye beni düzeltti.
‘Evet, istediğimiz sonuçlara ulaşılmamasıyla bitti’
‘Süresiz ara verildi...’
‘Evet efendim, süresiz ara verildi. Şimdi genelkurmay bir müteffik karşı hücumunun olacağından endişelenmekte. Bu yüzden de birliklere istihbarat subayları gönderip durumu yerinde inceleme amacındalar. Benim geliş sebebim de budur.’
‘Böyle saçma şey duymadım. Berlindekiler benim yarısı savaşamayacak durumdaki on askerimi yirmi diye göstereceğimi mi düşünüyorlar da sizi yolladılar?! Böyle saçma şey duymadım.’
Önce masasına gidip bir kağıda bir şeyler karaladı, sonra duvardaki düğmeye basıp, ulaklık yapan onbaşısını çağırdı:
‘Adolf, al bu mesajı general Ernst’e götür. Öğren bakalım yüzbaşının dediklerini onaylıyorlar mı? Cevabını almadan da sakın gelme.’
Onbaşı mühürlü mesajı aldı, topuklarını vurup çıktı. Albayın düşüncelere dalmasından faydalanıp perdeyi araladım. Gunter’le bakıştık.
‘Ellerinden öper Günther’
Gunter bekletmeden onbaşının peşinden sığınağın çıkışına yöneldi. Ben de von Hoeppner’e dönüp ‘Albayım, izninizle yanıt gelene kadar dinlenebileceğim bir köşeye çekilebilir miyim?’ diye izin istedim.
‘Fazla uzaklaşma yüzbaşım, aydınlatman gereken daha başka noktalar olabilir’
Albayın pek de gizlenmemiş tehdidine aldırmadan odasından çıktım. Dışarıda, gözlerimin gün ışığına alışması biraz zaman aldı. Temmuz ayında, siperlerin tabanını kaplayan suların çoktan kurumuş olmasına rağmen askerler hala yerdeki kalasların üzerinde gidip geliyorlardı. Bunlardan biri de bana doğru yürüyen Gunter’dı.
‘Tamamdır yüzbaşım’
Başımla anladığımı işaret ettim.
‘Acaba bunun yerine resim akademisinin direktörünü ikna etsek daha mı iyiydi? Yok, yok, bu duvar boyacısı kendini oradan da attırır, yine başa bela olurdu’
Gunter anlamamış gibi yüzüme baktı. Basit adamdı Gunter; Karnı doysun, imkanı varsa içsin, fırsatını yakalayınca birinin boğazını sıksın. Şimdi de mutluydu. İki yüzyıl sonraki hayatında böyle fırsatlar kolay kolay eline geçmiyordu.
YORUMLAR
Hoş geldin İlhancım, demek döndün ha
Klasik, okunası ama bir o kadar da yorucu “dönem” öykülerinden birisi daha. Klasik derken İlhan Kemal klasiği. Yorucu derken de laf aramızda; her ne kadar stilleriniz farklı olsa da okuduğum yazarlar içerisinde beni bir sen bir de Ahmet Hamdi Tanpınar yorarsınız…
Tefavukun böylesi yani, inan olsun bende geçiyordum uğradım, iyi ki uğramışım..
Gördüğümüz üzre gibi “batı cephesinde yeni bir şey yok”
Yalnız yukarıda dikkatimi çekti, geçen bunca zamana rağmen “koca götlü kızlar” hala popüler iyi mi? Bravo değerli arkadaşıma
Selamlar, saygılar
İlhan Kemal
Ahmet Hamdi ile aynı paragrafta anılayım da yorucu olayım, hiç önemli değil. Dönem öyküleri, bahsettiğiniz gibi, benim alemetifarikalarımdan. Geri Dönme fikri de aslında benimle bağlantılı değil (Bu seneki beşinci öyküm). Meşhur eski Kaliforniya valisi, The Apprentice'i Trump'tan devralan Arnold'un oynadığı en ünlü karakter Terminator'ın sözüne bir gönderme: I'll be back. Bu öyküde de 'Demiştim, işte döndüm' fikri var (En azından sonunda gelecekten bir takım insanların dünyanın kaderini değiştirme çabalarının belli olduğunu düşünüyorum)
Tahminimce Fat Bottomed Girls arama motorlarında kendini belli edip, tık alan yazılardan. O isim öyle kaldığı sürece de bu böyle gidecek gibi. Pazarlamacıların dediği gibi reklamın iyisi kötüsü olmaz.
Herhalde bir daha hiç bir zaman 'Bir öykü okuyana ikincisi (ve daha kalitelisi) bedava' tadındaki yorumlarınızı göremeyeceğiz. Defter'deki en eğlendiğim anlardı onları okumak ve yanıtlamak ('O bıçak öyle saplanmaz', 'Niye saplamasın ki?', 'Ben bilirim, saplanmaz') Şöyle bir merhaba demeniz bile çok güzel. Sağolun, varolun.
Ağyar
Dün akşam seni ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ı sayarken Aynur Engindeniz’i nasıl unutmuşsam artık, onun yazıları da çok yorardı beni, kulakları çınlasın. Senin vesilen ile ismini anmışken bu “kulak çınlama” meselesinin de harbiden bir vaka mı yoksa hikâyeden mi olduğunu da test etmiş oluruz. Kulağı çınlamışsa bir şekilde damlar buraya :-)
Yazılan o caanım öykülere, hikâyelere haksızlık olacak belki ama senin de dediğin gibi özellikle yorumlar ve yorum cevapları kısmını Allah biliyor ya bende çok özlüyorum. Hele “bir daha hiç bir zaman 'Bir öykü okuyana ikincisi (ve daha kalitelisi) bedava' tadındaki yorumlarınızı göremeyeceğiz” dedin ya içim cız etti. İnşallah yanılırsın :-)
Tekrar sigaraya mı başlasam ne....
Selamlar, saygılar