- 2652 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Sivas-Gardaşlar (Kardeşler) Tepesi Efsanesi
Ahmet Kemal YÜZGÜLEÇ
Yakınçağ Tarihi-Bilim Uzmanı
Araştırmacı-Yazar
İKİ KARDEŞ GEÇİDİ- GARDAŞLAR TEPESİ EFSANESİ
1842 yılı Mayıs ayında Doğu kiliselerinde ve eski Hristiyanlar arasında dinin ve edebiyatın durumunu araştırmak üzere, Londra’dan yola çıkan, önce Paris ve Marsilya,Napoli ve Sicilya açıklarından geçerek Malta’ya oradan da, İzmir, İstanbul’ üzerinden antik Ninevah şehrinin bulunduğu Musul bölgesine gitmek üzere yolculuk eden Hristiyan Misyoneri J.P. Fletcher gemi ile Samsun’a ulaşmış, daha sonra da Amasya üzeriden Sivas’a gelmiştir.Sivas’ta bir kaç gün kaldıktan sonra Halep ve Musul’a doğru yoluna devam etmiştir.
Fletcher, ziyaret sırasında havanın oldukça soğuk olmasından mıdır yoksa Hristiyan misyoneri olarak Sivas’ın merkezinde gördüğü tarihi cami ve medreselerden duyduğu rahatsızlıktan mıdır, Sivas merkezi ile ilgili detaylı bilgiler vermez ve Malatya istikametine doğru yola çıkar. Sivas’ın hemen dışında bulunan ve bugün Gardaşlar tepesi olarak bilinen yerden geçerken burası ile ilgili ilginç bir efsaneye yer verir.
Bilindiği üzere Efsaneler toplumda tarih bilincinin oluşmasına da yardımcı olan yazılı ve sözlü kaynaklardır. Bir şehirde yaşayan insanlarla ya da mekanlarla ilgili efsaneler o şehrin kimliği ve karakterine katkı yapar. Efsaneler ayrıca şehri milletin hafızasında ölümsüzleştiren ve milletin mührünü şehre vuran önemli kültürel ögelerdir. Bu nedenle bahse konu efsanenin Sivas’ın kültürel değerleri arasında yerini alması bakımından bilinmesinin önemli ve gerekli olduğuna inanıyorum.
Efsanede anlatılan olayların Osmanlı Devleti’nde yaşandığı efsanenin metninden kesin olarak anlaşılmaktadır. Bununla birlikte efsanede yaşandığı iddia edilen olayların tam tarihine, efsanede bahsi geçen Padişah, Sadrazam, Yeniçeri Ağası ve Bağdat Valisinin ve asıl kahramanlar olan iki kardeşin isimlerine yer verilmez.
J.P. Fletcher tarafında kaynak belirtmeden aktarılan efsanenin metni aşağıda İngilizce metninden tercüme edilerek sunulmuştur.
“Sivas’tan yaklaşık yedi mil ödede, dağların içinde, iki kardeş (kardeşler) diye bilinen bir çift geçit var. İki yol (patika), bu yollardan birisini seçenlerin diğerinden geçenleri görmesini tamamen engelleyen bir kaya çıkıntısı ile birbirinden ayrılmıştır. İki Kardeş (kardeşler) isminin atıfta bulunduğu efsane, hatırladığım kadarı ile şu şekildedir:
Bir zamanlar İstanbul’da, çok zengin bir tüccar yaşıyordu. Bu tüccarın tek kardeşi de aynı şeklide Bağdat’ta ticaretle uğraşıyordu. Ve öyle oldu ki, aralarındaki kardeşçe sevgiyi canlı tutmak için, iki yılda bir (bir yıl birisi ertesi yıl diğeri olmak üzere) birbirlerinni bulundukları yerlerde ziyaret edeceklerine dair aralarında sözleştiler. Bu uygulamaya uzun süre devam ettiler; İstanbul ve Bağdat hanları, iki kardeşin sevgisini ve karşılıklı hassasiyetini açıkça övdüler. Ancak, gün geldi ki ( İstanbul’da) Divan’ın reisliğine (Sadrazamlığa) zalim bir vezir oturdu ve dürüstlüğünden dolayı İstanbullu tüccardan nefret etmeye ve onun zenginliğini kıskanmaya başladı: Sonuç olarak bir gün onu hapse attı. Birisi engellemez ise onu boğduracak ya da kafasını kestirecekti. Ancak Yeniçeri Ağası, dürüst ve iyi tüccarın uzun zamandır dostu idi ve onu himayesi altına almıştı. Dostunun tutuklanışını büyük bir öfke ile karşılamıştı. Zalim sadrazama yönelik başka şikayet konuları da olduğundan, onun başını istemek için birliklerini kışkırttı.
Bu tedbirler devam ederken, bahtiyar tüccar, zindanında gözlerinin önünde kaçınılmaz bir ölüm beklentisiyle kalmış, bir arkadaşını yanına çağırarak, çok büyük bir üzüntü ile şunları söylemişti. “Ah, kardeşim! Allah büyüktür, O’ndan geldik ve O’na döneceğiz. Bu ahlaksız vezir benim hazinelerimi istiyor, Bu hazineler uğruna benim başımı almakta tereddüt göstermeyecek, Allah aşkına ölmek istemiyorum: ama beni rahatsız eden bir şey var. Şimdi kardeşimin ziyaret zamanı geldi ve yakında Bağdat’tan ayrılacak. Onun için acele edin ve başıma gelenleri ona bildirin ki, yolculuktan vazgeçsin ve vezirin eline düşme tehlikesine maruz kalmasın."
Tüccar bu sözleri söyleyince arkadaşı acı acı ağladı; ve Allah için isteğini yerine getireceğine söz verdi.
“O halde," dedi tüccar, "ahırlarıma gidin ve oradan Arap kısraklarımın en hızlısını alın ve barış şehri Bağdat’a varıncaya kadar gece, gündüz durmadan yol alın"
Arkadaşı, "Rahmân ve Rahîm olan Allah’tan başkasına güven yoktur" diye cevap verdi ve ahırdan çok değerli bir Arap kısrağı aldı ve on dördüncü gün Bağdat’ın minareleri görününceye kadar hızla yoluna devam etti. Vakit kaybetmeden tüccarın kardeşinin evine gitti ve ona selam verdi ve taşıdığı haberi ona ulaştırdı. Tüccarın kardeşi ellerini yüzüne vurdu, elbiselerini yırttı ve "Ey Merhametli Allah’ım" diyerek dua etti ve o gün boyunca büyük bir üzüntü içerisine düştü. Ama ertesi gün kendine geldi ve şöyle dedi. İnşallah kalkıp İstanbul’a gideceğim; Belki de Azrail onu çağırmadan önce kardeşimi görebilirim.”
Sonra hazırlandı ve kendisine acı haberi getiren haberci ile birlikte yola çıktı, Ama bu arada Yeniçeri Ağası adamlarını isyana teşvik etmiş, yüksek sesle bağırarak saraya saldırmışlar ve vezir onlara teslim edilmiş ve başını kesmişlerdi; Tüccar Ağa’nın emri ile zindandan çıkarılarak onun odasına alınmıştı. Sonra tüccar, kardeşine gönderdiği mesajı hatırladı; Haberin kardeşini çok üzeceğinden korktuğu için, Sultan’dan kendisini görmek ve teselli etmek için Bağdat’a gitmesine izin vermesini istedi. Sultan da ona, “Git” dedi. Böylece yanına on köle aldı ve yola çıktı.
Şimdi her iki kardeş de geçidin birbirine zıt taraftaki girişlerine aynı anda varmışlardı. Ancak her biri farklı bir yol izlediği ve bu nedenle birbirlerini göremedikleri için İstanbullu tüccar Bağdat’a, kardeşi ise İstanbul’a gitti. İstanbul’a ulaşıp olanları duyunca çok sevindi ve tekrar geri dönerek kardeşini yarı yolda karşılamaya karar verdi. Ancak yolculuğunun bir kısmını deniz yoluyla yapmak zorunda kaldığı için yolculuğun beklediğinden uzun sürdü ve geçide ağabeyi ile aynı zamanda ulaştı. Ancak bu kez her ikisi de aynı yolu tuttular ve yarı yolda karşılaştılar ve birbirini kucakladılar. Bağdatlı tüccar, kardeşine zenginlik ve büyük bir saygınlık içerisinde yaşadığı İstanbul’a kadar kadar eşlik etti ve geride adını yaşatacak ve mirasını taşıyacak sayısız çocuklar bırakarak oldukça ileri bir yaşta öldü,
Gerçekliğinden emin olmasam da son derece romantik ve ilginç görünen iki kardeşin Efsanesi böylece sona eriyor.”
Belki Bağdat’lı kardeşin, zalim vezirin elinde öldürülmesi ile sona ermesi durumunda daha ilginç , dramatik ve iz bırakan bir hikaye olabilecek olan “ İki Kardeş Geçidi –Gardaşlar Tepesi “ efsanesi görüldüğü üzere mutlu sonla nihayet buluyor. Ne dersiniz, bu hikaye gerçekten yaşanmış mıdır? Efsane’in gerçek bir olaydan kaynaklanıp kaynaklanmadığı ve Gardaşlar tepesine geçekten ismini verip vermediğinin kararını sizlere bırakıyorum.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.