- 436 Okunma
- 4 Yorum
- 2 Beğeni
Peki Hocam, Bütün Bu Öğrendiklerimiz Gerçek Hayatta Ne İşimize Yarayacak?
Yirmi üç yıldır aralıksız öğretmenlik yapmış birisi olarak öğrencilerden -hangi ülkede veya okulda olurlarsa olsunlar- duyduğum en sık sorulardan birisi şudur: Hocam bütün bunları neden öğreniyoruz? Bir matematik öğretmeni olarak sanırım bu soruyu dil, tarih ya da beden eğitimi öğretmenlerinden daha sık duyarız. Lise öğrencisi tahtada gördüğü ve bir bakışta herhangi bir anlam veremediği türev ve integral simgelerine karşı bir savunma mekanizması geliştirmek zorundadır ve bu mekanizmaların en kolay bulunanı "Zaten bunlar gereksiz şeyler" bahanesine sığınmaktır. Ben bu soruya maruz kaldığım zamanlarda elimden geldiğince samimi olmaya ve karşımdaki öğrencileri aptal yerine koymamaya çalışırım. Logaritmayı öğrenmeniz ileride veri analizlerinde çok işinize yarayacak, trigonometri olmadan elektronik sistemler var olamaz, türev bilmeden mühendis olamazsınız gibi zorlama yanıtlardan elimden geldiğince kaçınırım. Bu yüzden yanıtım genelde sinsi bir gülümseme eşliğinde "Hiçbir işinize yaramayacak." olur. Çoğu zaman da devam ederim. "Okulda öğreneceğiniz en önemli üç şey anadilinizi ve yabancı bir dili özgüvenli bir şekilde konuşmanızı ve yazmanızı sağlayacak bilgi ve bellek birikimi, gündelik hayatınızı idame ettirecek kadar matematik / fen bilgisi -ilkokul eğitimi yeter de artar bile- ve mümkünse sizi özdisiplinli olmaya alıştıracak bir sanat ya da sporla yakın ilişki kurmaktır. Bunların dışındaki şeyler ülkelerin mevcut rejimleri tarafından dayatılan ve üç temel amaca hizmet eden ulusal eğitim sistemi denilen dayatmacı yapının yansımalarından ibarettir."
Burada bazen dururum, devam etmem çünkü söyleyeceklerim başıma bela açabilir. En azından eskiden biraz daha ihtiyatlıydım. Şimdilerde daha az takıyorum böyle şeyleri. Ağzıma geldiği gibi konuşuyorum. Bir çeşit dibe vurma arzusu benimkisi, dibe vurayım da geri sıçrayayım, dibe vurayım da bitsin bu nazlı gelin ayakları, hep ben mi uğraşacağım, biraz da dünya beni taşısın demenin sessiz halleri... Özellikle lise sonlara ve lise 3’lere dobra dobra anlatıyorum düşüncelerimi. Belki de bu yüzden beni seviyor öğrenciler, samimi ve cesur buluyorlar beni. Kendilerinin de aklından geçirdikleri ama korkudan dile getiremedikleri şeyleri söylediğim için beni kendilerine yakın hissediyor olabilirler. Asıl niyetimi bilmiyorlar tabii! :)
Öğrencilerime söylediğim ve kısaca izah ettiğim bu üç amacı burada da yazayım. Üç günlük tatilde bir şeyler üretmiş olurum hem. Boşa geçmesin tamamıyla. Hem belki devamı gelir, ufak ufak yazmaya yeniden başlarım.
1. Ulusal Eğitimin, yani çocukları ve gençleri sabahtan akşama kadar bir binaya tıkıştırıp, beyinleri sulanana kadar onları bilgi yağmuruna tutmanın en birincil amacı ebeveynlerin gün içinde işgücüne katkıda bulunmalarına huzurlu bir kalple devam etmelerini sağlamaktır. Çocuklar okuldayken güvendedirler, sağa sola salça olmazlar, kötü alışkanlıklar edinmezler, şiddete ya da cinselliğe eğilim gösteremezler, oyun oynayacağım derken evi yakmazlar ya da kirlenen kardeşlerini çamaşır makinesinde yıkamazlar... Dolayısıyla da ebeveynler çocuklarını okula bıraktıktan sonra gönül rahatlığıyla işlerine odaklanabilirler, verimli bir şekilde uzun saatler çalışabilirler, hatta verimlerini ikiye katlayacak sosyal ilişkiler kurabilir, çocuklarının ilgi bekleyen gözlerinden ırak bir ortamda eğlenebilirler. Onların bu şekilde işgücünde kalmaları, üretime ve istihdama katkıda bulunmaları, sağlıklı sosyal ilişkiler kurmaları ülke ekonomisinin ve doğal olarak da devletin güçlü bir şekilde idame etmesinin de yegane yoludur.
2. İkinci amaç ise toplumu gençlerin şerrinden korumaktır. Evet, yanlış okumadınız, bana göre okul bahçelerini çevreleyen duvarlar sanıldığı gibi çocukları ve gençleri toplumun zararlı unsurlarından korumak için yapılmazlar. Bilâkis, toplumu çocukların ve gençlerin fevri, irrasyonel, saman alevi gibi bir anlığına parlayıp hemencecik sönüveren ateşli davranışlarından korumak için dikilir o duvarlar. Öyle ya; gençtirler, toydurlar, her an her şeyi yapabilir, her şeye çabucak kanabilir, akıl süzgecinden geçirmedikleri düşünceleri harekete geçirmeye kalkarlar, yarım yamalak anladıkları ideolojileri başkalarına dayatmaya çabalarlar. Kaybedecekleri fazla bir şey olmadığı için de cesur ve diğerkâm görünürler. Bu yüzden, yani toplumun mevcut düzeninin, huzurunun ve hiyerarşik yapısının korunması için evlerinde tutulmayan bu çocukların ve gençlerin yüksek duvarlarla çevrili hapishanelerde tutulmaları gerekir. Modern toplumun kendisine atfedilen işlevlerini yerine getirebilmesi için bu adı konmamış hapishaneler şarttır.
3. Yukarıdaki ilk iki amaç eğitimin, toplumun verimliliğine ve huzuruna yönelik faydaları olarak görülebilir. İşin ulusal yanı apayrı bir boyuttur. Sabah kapısından girdiği kurumda akşama kadar hademelerle, öğretmenlerle, yöneticilerle, sınıf arkadaşlarıyla iletişime geçip ilişkiler kuran bir çocuk burada devletin bir mikroölçeğini deneyimler. Hiyerarşiyi, makama saygıyı, emre itaati, kurallara ne pahasına olursa olsun uymayı öğrenir. Sadece davranış eğitimi değildir verilen, derslerde ve törenlerde de devlete bağlılığı, atalarının uğruna kanlarını döktüğü topraklar için yeri geldiğinde kendisinin de canını vermesi gerektiğini, kendi atalarının kimseye kötülük yapmamış, tam tersine hep zulüm görmüş ve cesaret ve metanetle cani düşmanlarının üstesinden gelmiş olduğunu öğrenir. Devlet bekasını garanti altına almak için tarihi, coğrafyayı, sanatı, yeri geldiğinde bilimi ve matematiği bile kendi yakınsak lenslerinden geçirdikten sonra öğrencinin önüne koyar. Böylece, liseden mezun olan ortalama bir öğrencinin kafasında ne olduğunu bilir, onu ileride karşılaşacağı bürokrasi labirentlerine, çelik gibi sert üs-alt ilişkilerine, kolluk güçlerinin keskin kılıçları karşısında veya yargının ucundan adalet damlamayan kaleminin altında sükut etmeye davet eder. Çünkü devlete lazım olan şey itiraz eden, hakkını arayan, zırt pırt şikâyet eden vatandaş değildir. Devlete lazım olan laf dinleyen, sesini çıkarmayan, ailesi ve kişisel serveti dışında bir şeye karışmayan bireylerdir. Bunu da okul sıralarında öğretmene kayıtsız şartsız saygı duyarak, okul yöneticileri karşısında el pençe divan durarak, kitaplarda yazılanları olduğu gibi kabul ederek yaparlar. Toplumun mikro ölçekli bir yansıması olan okulda ilerideki hayatının bir benzerini yaşar, bir çeşit simülasyonu deneyimler.
Peki ya dersler, tenefüsler, müfredat, sınavlar, sıralamalar falan neden var? Ulusal Eğitim denen şey bir kontrol mekanizmasından, devletin yeri geldiğinde sertleşip yumruğa dönüşen şefkâtli ellerinden başka bir şey değilse neden öğreniyoruz logaritmayı, bütan molekülündeki karbon atomu sayısını ya da hücrenin içindeki mitokondrinin ne işe yaradığını? O da bir çeşit yan ürün bana kalırsa. "Madem buradasınız, bir şeyler öğrenin bari. Boşa geçmesin vaktiniz." gibisinden bir kaçamak. Başka türlü nasıl kontrol edeceksiniz yüzlerce genci, taşkınlık yapmalarını nasıl önleyeceksiniz. Zihinlerini ve bedenlerini meşgul etmeniz gerekir. Ver bir matematik sorusu, uğraşsın dursunlar yarım saat boyunca. Bundan daha ucuz, daha kolay ve daha güvenli bir kontrol yöntemi var mıdır? Böylece onların yıkıcı yanlarını törpülemiş olursunuz, zihinlerini kurumsallaştırmış, bedenlerini uysallaştırmış olursunuz. Hem belki içlerinden birisi ileride çığırlar açacak bir bilim insanı ya da yeni yöntemler deneyen bir sanatçı olmaya karar verir. Bundan iyisi mi var? Olmasa da olur ama olursa can sağlığı, öp başına koy, bir de içinde katkın varmış gibi kendinle gurur duy.
Yazacaklarım bu kadar,
aa
YORUMLAR
Gelen yorumlara tek tek yanıt yazamayacağım. İlginiz, dikkatiniz ve emeğiniz için teşekkür ederim. Bu yazıda anlatmak istediğim şey tabii ki ulusal eğitimin varoluş amacı ya da ortaya konarken üzerine yüklenen görev değildir. Devletler; diğer ülkelere karşı ekonomik, bilimsel, kültürel ve sportif alanlarda rekabet avantajı kazanmayı ve nihayetinde bu avantaj sayesinde halkın refahını arttırmayı hedefler. Ama evdeki hesap çarşıya uymaz. Tikel olarak devletlerin üstünde dünyayı yöneten ekonomik ve askeri güçler bu ulvi emelleri gölgede bırakır. Kapitalist sistemde aslolan fabrikaların işçisiz kalmaması, çarkların durmaması, para döngüsünün devr-i daim olmasıdır. Benim yukarıdaki yazıda sözünü ettiğim amaçlar da bu hedeflere gizliden gizliye hizmet ederler. Öğrencilerime görünmeyeni görmelerini salık veririm; sadece çıplak gözle görünen nehirleri değil, gölleri besleyen ve derinlerde sessiz sakin akıp giden yeraltı su kaynaklarını da anlamalarını... Değerli yorumlarınız için tekrar teşekkür ediyorum. Güzel bir gün geçirmeniz dileğiyle. aa
Öncelikle defterimize hoş geldiniz.Bir meslektaşım olarak (Branşım Türkçe)
yazdıklarınızın birçoğuna katılıyorum.Lakin okulların hapishane bizlerin ise onların başında gardiyan olmasın benzetmesini kabul etmiyorum.Çünkü, dünyada tüm eğitim sistemleri okul üzerine kuruludur.Müfredatları ve sistemleri farklı olsa da bir okul düzeneği vardır.Okul sistemli olmayı, prensipli olmayı paylaşmayı öğretir.Ailelerin veremediğini verir.Evet sanayi çağından günümüze
çalışan ebeveynlerin çocuklarını okulda,kreşte v.s. tutmaları zorunlu.Daha iyi değil mi hem onlar hem çocuklar güvende.
Kıymetli hocam asıl sorun şu, okullarımız da ki ders müfredatı ve öğretmenlerin içinde bulunduğu durum.Öğretmen menşeili sisteme geçiş olmalı.
Madem bu çocuklar bu okula geliyor onlara hem geleneği hem geleceği aşılayan uygun dersler vermeliyiz. Matematiği mesela müzikli öğretebiliriz .Edebiyat dersin de şiir okumanın yanında şiir yazmayı da öğretebiliriz mesela. Din dersi yanında hatta öncesinde ahlak dersi öğretmeliyiz.
Teknoloji kullanımı, sosyal medya kullanımı, Anne-Baba sevgisi, vatan sevgisi, yurttaşlık, Uluslararası ilişki dersleri falan filan vermeliyiz.
Çağa ayak uydurmalıyız.YKS yerine ilkokul da çocukların istidadına uygun kendi sevdiği alana yönelik bir sınav, ortaokul bitince bir sınav lise bitince bir sınav yapılmalı.Sonra Ösym bir sınav daha yapsın sonra tüm sınavların ortalamasına göre kendi istediği bölüme girmiş olsun.
Kıymetli Hocam tekrar hoşgeldiniz.Güzel yazınızdan çok şeyler öğrendik.Daha sık görüşmek dileğiyle.
Selam ve saygılarımla.
yazınız gülümsetse de, haklısınız diyemiyorum
neden mi? köyde eğitimsiz uysal bir kişiyi muhtar yapın başımıza kaplan kesilir.
disiplinli olmak farklı, özgürlüğe düşkün olmak farklı hocam
bazı şeyler bıçak sırtı gibidir, ayarının ölçüsünü belirleyen yaşamsal değerler toplamıdır.
''ağaç yaş iken eğilir'' bende derim ki kurursa kırılır parçalara bölünür.
saygılarımla
Yazı baştan sona emek.Hele de bir öğretmenin kaleminden çıkmış ise meraka mucip oluyor.İlk yazınız..Öncelikle hoş geldiniz.Yer yer katılmakla birlikte ;
Hayatın kendisi zaten bir matematik diyerek söze başlarken eğitimi hafife almak ve tek düze insanlar yetiştirmek tanımlamasına katılmıyorum.Eğitim ve öğretim deneme yanılma politikaları ile sarsılmadığı müddetçe fikri hür vicdanı hür insanlar yetiştirir.İlmin cehaleti alıp eşekliğin baki kaldığı kişilerin yönlendirme çabaları Z kuşağını mahvetmektedir.Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk yeni nesil öğretmenlerin eliyle şekillenecek derken fikri hür , vicdanı hür öğretmenlerden bahsetmiştir.İnşaat kalıplarından değil. Türkiye Cumhuriyetini gençlere emanet ederken de bunu düşünmüştür.Türkiye Büyük Millet meclisini açarken Ulusal Egemenlik ve çocuk Bayramını çocuklara hediye ederken de bunu düşünmüştür On Dokuz Mayıs Atatürk'ü anma Gençlik ve Spor Bayramını Gençlere hediye ederken de bunu düşünmüştür..Türk gençliğine hitabesinde de bunu düşünmüştür.Ciltlerce yazdığı nutkunda da buna yer vermiştir.Eğitimin içini boşatmak ve genç dimağların körelmesine neden olur.Eşit şartlarda toplumun her kesiminin eğitim ve öğretimden yararlandırılması şarttır.Gençleri karanlık emellerine alet edenler bunun sorumluluğunu idrak edemeyenlerdir.Fırsat eşitliği eğitimde şarttır.Harçlar ve borçlarla eğitim ve öğretimin önü kesilmemelidir.Eğitim ve öğretimden daha duyarlı bahsedilmelidir.Zira Eğitim ve Öğretimle muasır medeniyetler seviyesine aklı hür ve vicdanı hür olarak ulaşacağız.Kaleminiz daim olsun.Sağlıcakla..Saygıyla.