- 561 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
DÂHİLERİ YETİŞTİREN DAHİ ÖĞRETMENLER
Şimdiki paylaşacağım yazı dizisi çoğunuzun çokça hoşunuza gidecek türden olacaktır.
Şimdi dünya bilim, sanat, siyasi ,felsefi tarihinden adını tarihe yazdıran dehaları ve onları devleştiren hocalarına dair bilgileri size sunmaya çalışacağım..
O vakit şu sözle başlayalım yazımıza:
“Ey oğul! Beysin! Bundan sonra öfke bize ; uysallık sana… Güceniklik bize , gönül almak sana…
Acizlik bize , yanılgı bize ; hoş görmek sana. Geçimsizlikler, çatışmalar , anlaşmazlıklar bize; adalet sana.
Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana. Bundan sonra bölmek bize , bütünlemek sana..."
Şeyh Edebali
Bu sözle giriş yaptıktan sonra şöyle devam edelim; herkes böylesine güvenilir ,kabiliyetli , deneyimli, bilgili öğretmenlerle birlikte olabilir mi? Bazı isimler kimsenin sahip olamayacağı öğretmenlerden ders aldı. Talih onlardan yana oldu. Yetişenden ziyade yetiştirenin elleri öpülesi...
"ULUĞ BEY=ALİ KUŞÇU"
İkisi de astronom ,ikisi de matematikçi ...
Ali kuşçu aynı zamanda kelam alimi, yani sözü kuvvetli zat...
Uluğ Bey’in Semerkant’ta yaptırdığı medresesinde Ali Kuşçu normal bir öğrenci gibi ders alıyordu.
Semerkant Rasathanesi’nde Uluğ Bey’in birlikte çalıştığı , devrin önemli gökbilim ve matematik alimleri Bursalı Kadızade Rumi ve Gıyaseddin Cemşid vefat edince onların yerine Ali Kuşçu rasathanede göreve başladı.
Hatta rasathane müdürlüğüne kadar ulaştı. Uluğ Bey, arkadaşları ile birlikte başladığı ünlü "Uluğ Bey Zeyc"ini çalışkan öğrencisi Ali Kuşçu sayesinde bitirebilmişti.1449’da hocasının oğlu tarafından öldürülmesinden sonra genç Ali Kuşçu da hocasına yakınlığı dolayısıyla siyasi tehlikeden kurtulabilmek adına aynı yıl hacca gitmiştir.
Sonra Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın sözcülüğünü Osmanlı’ya karşı yaparak her iki tarafın da güvenini celb etmiştir. Fatih Sultan Mehmet’in davetiyle İstanbul’a gelen Ali Kuşçu ,Ayasofya medresesine müderris olmuştur.
"ISAC BARROW=NEWTON"
Barrow ,hırsı olmayıp yerini başkasına bırakabilecek kadar dürüst bir adamken Newton da hocasını mahçup etmeyecek kadar çalışkan bir dahi.
Cambridge Üniversitesi’ne ilk matematik Profesörü olarak atanan Barrow, matematik yanında ilahiyatla da uğraşan bir bilimci-düşünürdü. 1660’da Cambridge ’nin Trinity College’de matematik eğitimine başlayan Newton ise kısa zamanda öğretmenlerin ilgisini çekti. Öğrencisi Newton’ın kendisinden daha yetenekli olduğunu kabul eden Barrow,çalışmalarını genişletmesi için öğrencisine sundu. Barrow ,diferansiyel hesabın geometriye uygulamasını hazırlayan kişidir. Newton da merkez kaç kuvveti yasası ile Kepler yasalarını birlikte ele alarak kütle çekim yasasını ortaya koydu. Barrow,1663 yılında Cambridge ’nin ilk profesörü olarak aldığı ünvanın Profesörlük kısmını 1669’da Newton’a bıraktı.
Zaten başarıyı dedelerinden elde ettiklerinden değil, genç nesillerin çalışmasında bularak yolu öğrencilerine bırakan Barrow da saraya papaz oldu.
"AKŞEMSETTİN=FATİH SULTAN MEHMET"
Biri alınamaz denilen bir yeri alarak çağ açıp yeni bir çağ açan fatihlerin sultanı...
Diğeri de bu gücü ona vererek fethin manevi komutanı olmaya layık bir sultan hocası...
Osmancık medresesinin müderrisi olan Akşemsettin ,hiçbir zaman durağan bir eğitime razı olmadı. Hayatını tasavvufçular gibi çoğu yerde dolaşarak ,bilgilerini gittiği yerlerdeki insanlarla paylaşarak geçirmeyi tercih etti.
Onun asıl dönüm noktası 2.Murat tarafından 2.Mehmet’in hocalığına tayin edilmesiyle başlamıştır.
2.Mehmet’in padişah olmasına kadar devam eden eğitim ,yerini Sultan Mehmet’in danışmanlığına bıraktı. İstanbul’un fethinde birkaç sefer hüsrana uğrayan Sultan’ı, verdiği manevi destek ve inançla ayağa kaldıran hep o olmuştur. Fatih, İstanbul’u fethedip ilk girişinde şehir halkı tarafından karşılandığında , hocasına öyle hürmet gösterdi ki, Akşemsettin’i sultan sandı halk. Akşemsettin de yanlış yaptıklarını açıklayınca Fatih, İstanbul’u kendisinin kuşattığını ancak akıl hocasının yanındaki bu yaşlı adam olduğunu söyledi. İstanbul’un ilk Cuma namazını kıldırma şerefini de hocasına verdi.
"MİMAR SİNAN=SEDEFKAR MEHMET AĞA"
Süleymaniye Camii’ndeki ihtişam ve tevazunun görüntüsü Sultan Ahmet Cami’sinde de mevcut. Devşirmelikten devletin baş mimarı makamına ulaşan Mimar Sinan, Osmanlı topraklarının tamamını cami, mescit, medrese, türbe imaret, darüşşifa, suyolu, köprü, kervansaray, bedesten, mahzen ev hamamlarla donatmıştır. Her saray kubbesinden her harabe köşesine bir şeyler yaparak devlette büyük itibar görmüştür. Sultan Süleyman, 2.Selim ve 3.Murat dönemlerinde toplamda 400’e yakın eser vererek Osmanlının en büyük ve en ünlü mimarı olarak kayıtlara geçmiştir.
Sedefkar Mehmet Ağa,19 yıl gibi bir sürede Koca Sinan’ın hem öğrencisi hem de yardımcısı olmuştur. Biline en ünlü eseri Sultan Ahmet Camii’dir. O da tıp kı hocası gibi sarayın baş mimarlığına kadar yükselmiştir. Mimar Sinan’ın eserlerinde görülen büyüklük ve tevazu ,Sedefkar’ın yapıtları için de geçerlidir...
"ŞEYH EDEBALİ=OSMAN GAZİ"
Kim bilirdi küçük bir beyliğin tüm dünyaya diz çöktüreceğini...
Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey dürüst, adaletli, cesur ,tedbirli ve cömert bir beydi. Kendisini dini ve insanlık yönünden besleyen -yetiştiren kişi hocası Şeyh Edebali oldu. Osman Gazi ,Ahi şeyhlerinden Edebali’nin görüşlerine değer verir ve ona saygı duyardı. Sık sık Şeyh Edebali’nin Eskişehir Sultanönü’ndeki dergahına gider ve misafir kalırdı.
Osman Gazi, Şeyh’in dergahında misafirken bir rüya gördü. Sabah olduğunda hemen Şeyh’in yanına vardı: "Şeyhim, rüyama girdiniz. Göğsünüzden bir ay çıktı. Yükseldi, yükseldi... Sonra benim koynuma girdi. Göbeğimden bir ağaç büyümeye başladı .Büyüdü ,yeşillendi .Dal ,budak saldı. Dalların gölgesi tüm dünyayı tuttu. Rüyam ne manaya gelir?"
Şeyh Edebali’nin yorumu gerçeğin başlangıcı olmuştur.
"Müjdeler olsun ey Osman! Hak Teala sana ve senin evlatlarına saltanat verdi .Bütün dünya, evladının himayesinde olacak ,kızım sana eş olacak." Gerçekten de Osmanlı gibi zamanının dünyasına hükmeden güçlü bir devlet, Osman Bey ile kuruldu ve devamı da Edebali’nin torunlarından geldi..
"MEVLANA =ŞEMS"
Hangisi hangisinin öğretmeni bilinmez ama ikisinin de hayatını birbirini bulduktan sonra anlamlandığı aşikar...
Şems’in 1244 yılında Konya’ya gelişiyle Mevlana’nın o zamana kadar sürdürdüğü düzenli hayatı tamamen değişti.
Tebriz’den gelen Şems adındaki bu kişinin Konya ve diğer illerin ünlü medrese hocası Mevlana Celaleddin-i Rumi ’ye etkisi sanılandan fazla olmuştur. Ağır başlı , ciddi , insanlarla dini konuları konuşmanın dışına çıkmayan bu büyük zatın çehresi Şems ile tamamen değişti.
Gönül insanı, şair ve mutasavvıf olarak ,İslam’ı sadece bilgisiyle değil gönülle yaşamanın bilincine erişti. Şems sürekli olarak içindeki bu aşkı yazıya dökmesini istedi. Ve Mevlana’da tüm dünyaya ışık tutan eserlerini alemle kalıcılaştı. Derslerine gitmeyip Şems ile evinde bir köşesinde inzivaya çekilen Celaleddin’in bu yeni hali tüm Konya’yı şaşırtmıştı. Mevlana’yı kendilerinden uzaklaştıran sebebin Şems denilen bu yabancıda arayan halk , rivayetlere göre Mevlana’dostu Hak aşığı Şems’i öldürdü.
Başka bir rivayete göre de Mevlana’sına zarar gelmesinde gören Şems , dönmemek üzere ondan ayrıldı. Mevlana’da o zamandan sonra kimselerle görüşmedi ve hocasının yok oluşundan kısa bir süre sonra vefat etti..
"JOSEPH HAYDN=BEETHOVEN"
Senfonilerin klasik biçimini saptadı ve en çok senfoni yapan isim Haydn. Beethoven da hocasının ilhamıyla ilk döneminde tamamen benzer eserler verdi ve kalitesiyle hocasını geçti.
Haydn, yaşadığı çağda kıymeti bilinen nadir insanlardan. Besteleriyle hem döneminin hem de geriye baktığımızda klasik dönemin en ünlü Avusturyalı bestecisi.
Ününden ötürü pek çok yere davet edildiği ve gittiği yerlerin ilk olması sebebiyle oraya özel besteler yapması istendi.
Kendinden öncekilerden farklı olarak bestelerinde her çalgıyı kullanmaya başlamış ve düşüncesiyle Mozart’ı bile etkilemişti.
Ancak asıl etkisi Beethoven ile Esterhazy sarayında tanışmış ve ona orada ders vermişti.
Haydn’ın desteği ile beste yapmaya başlayan Beethoven ,ondan devraldığı prensipleri geliştirdi ve daha uzun senfoniler yazdı ve daha tutkulu ,dramatik eserler oluşturdu.
Müziğe kabiliyeti olduğu kadar sağır olduğu zamanlarda bile herkesin çok iyi bildiği 9.senfoni gibi insan duygularına en yakın sesleri üretti.
Nitekim öğretmen Haydn da şöyle demiştir onun hakkında:
"Geleceğin en büyük kompozitörlerinden birisi olacaktır ve onun öğretmeni olarak anılacak olmaktan dolayıdır ki çok mutluyum!."
"SOKRATES=PLATON..
ilk anlam bilimci Sokrat’tır. Basit sorgulamalar sayesinde her çeşit bilgide kavramların doğru yorumlanabileceğine inanarak bilimin ilerlemesinde düşünsel çapta katkıda bulunmuştur.
M.Ö 399 Atina doğumlu olan Sokrates, Antik Yunan filozofu ve Yunan felsefesinin kurucularındandır.
Sokrat, hiçbir zaman düzenli bir eğitim vermemiş ve öğrencilerine hep "Kendini bil!" öğüdüyle yaklaşmıştır.
Evreni anlamanın insanın önce kendisini tanıması ve kavramasına bağlı olduğunu öne sürmüştür.
Bu nedenle karmaşık problemlere basit bakıp onu basitçe yorumlamanın doğru olduğuna inanırdı.
İnsanlığın yükselmesinin de ahlaklı olmanın sağlayacağını kabul ederdi. Platon ise akıl hocası Sokrat sayesinde Batı’nın ilk üniversitesi olan Atina Akademisinin kurucusudur.
Hocasının ahlak felsefesini daha da geliştirerek bilgi ile ahlakın ,insanın mutlu ve huzurlu yaşamasında tek geçiş noktası olduğunu vurgulamıştır.
Hocası Sokrat’ın gençlerin ahlakını bozduğu gerekçesiyle idam edilmesi üzerine gerçekleştirdiği savunmayı kitaplaştıran Platon, yazı dünyasına ilk adımını bu acı olay ile atmış oldu...
Kaynak: Süper Beyin dergisi Yazar Emel Topçu alıntısıyla kısalttım makaleyi...