- 474 Okunma
- 1 Yorum
- 3 Beğeni
RAHMETLİNİN DE BEYNİ VARDI
Şimdiki makalemiz Süper Beyin dergisinin yine Kasım 2012 sayılı sıra dışı bir paylaşım olacaktır.
Âdem Özbay’ın kaleminden beyin denen arsız bir o kadar sırlarla dolu organımızın derinliklerine doğru yolculuğa başlıyoruz.
İyi okumalar…
Şöyle bir giriş yapalım kısaca yazımıza:
“Edison, Newton, Sokrates, Einstein, Mevlana, Yunus Emre ve daha niceleri sadece başkalarının doğrularını kabul etmedikleri için, kendi akıllarının gösterdiği yolda yürüdüklerinden dolayı hem kendilerini değiştirdiler hem de dünyayı.”
Sokrates bir gün derste öğrencilerine birer beyaz kağıt dağıtır ve üzerine bir daire çizmelerini ister. Dairenin tam da ortasına bir nokta koymalarını söyler ve sordu:
“Büyük mü yoksa küçük mü bir daire çizdiniz?”
Bazıları küçük bir daire çizerken bazıları tüm kâğıdı doldurmuştu. Ve sonra Sokrates:
“Dairenin, tam ortasındaki nokta sizsiniz. Daire ise, sizin yaşadığınız hayata koyduğunuz sınırları temsil eder. Siz kendi dünyanızın merkezisiniz. Şimdi daireyi silin. Geriye sadece nokta kaldı. Şimdi sınırı olmayan bir dairenin merkezindesiniz…”
Hiç düşündünüz mü? Sınırlarınız nereden geçiyor? Evinizin ve işinizin geçtiği bir dairenin mi içinde yaşıyorsunuz? Her zaman istekleriniz, arzularınız, emelleriniz sizden ne istiyorsa yaşam çemberiniz onlar mı oluyor?
-“Hiç etrafınızdaki daireyi silmeyi denediniz mi?”-
Merkeze özgürlüğünüzü, aklınızı alarak sonsuz bir daire içinde olmaya çalıştınız mı? En azından iyi bir okul kazanmak, iyi bir iş bulmak, iyi bir ev, iyi bir eş bulma çabası kadar, kendinizi özgürleştirme ve aklınızı kullanmaya çalıştınız mı?
Bunun cevabını sizin yaşam aynanız verecektir.
Şöyle bir aynanın karşısına geçin. Ama bedenen değil, aklınızı başınıza aldığınız o günden bugüne kadar geçen günleri aynada izleyin. Düşünün en son ne zaman özgür iradenizle karar aldınız. Toplumun, beklentilerin, ailenin, etrafınızın istediği gibi değil de %100 kendi keşiflerinize göre yaşadınız hayatı. Hep başkalarının dedikleri üzere yaşadığımız bir hayatımız oldu. Her zaman toplumun beklentilerini karşılamak için yaşadık.
-“Peki, nereye kadar böyle yaşayabiliriz?”-
Harika bir beyin ve harika bir kalbi ne kadar daha atıp, hiçbir işe yaramadan köşede bırakabiliriz. Milyarlarca dolarınız olsaydı ve onu bir çukurun içine gömüp, orada çürüyüp heba olmasına göz yumabilir miyiz? Peki ,aynı şeyi bırakalım milyarları ,trilyonları versek vermeyeceğimiz beynimiz ve kalbimize yapıyoruz.
-“Beyin ve kalp”-
O beyin ki sana düşünmeyi öğretir. Evrenin tüm sırlarına ışık tutan azmi .
Bugün galaksiler ötesini izleyebiliyorsak ,denizlerin binlerce metre altına gidebiliyorsak hepsi aklın biz insanoğluna sunduğu nimetlerden çok azı.
O kalp ki insana sevmeyi öğretir. Onunla severiz, hayatı, kendimizi, dostlarımızı, insanları, evreni, canlıları…
Açan bir çiçeğin yaptığı o harika dansı, uçan bir kuşun kanatlarının naifliğini, doğan muhteşem güneşin muhteşemliğini kalbimiz hissettirir bize.
İşte dünyanın bütün zenginliklerine değişmeyeceğiz iki hazinemiz. Ama ikisi de sessiz sedasız bir köşede bekliyor.
Zaman aklımızı ve kalbimizi uyandırma zamanı. Hayatımızı ve kendimizi sorgulama zamanıdır. İnançlarımızın sahiciliğini sorgulama zamanıdır. Bizden öncekilerin gelip, koca koca koca koca kitaplarla çevirdikleri çöplüğü gül bahçesine çevirmek zamanıdır.
-“Sürüden ayrılanı kurt kapar mı?-
Hiç kimsenin, hiçbir ideolojinin , hiçbir inancın ,hiçbir yönetimin , hiçbir toplumun bize enjekte ettiği bilgilerle hayatımızı yaşamayacağız.
Tüm bilgilerimizin en büyük nimeti akıl ile kalp ile ulaşacağız.
Aklın gücü her şeye yeter. Bakmayın siz “düşünüp de kafayı mı yiyeceksin” diyenlere. Bakmayın siz” sürüden ayrılanı kurt kapar” diyenlere.
Sürünün içinde çobanın çaldığı kavalı dinleyerek çürüteceğimiz bir ömürden, bin kat iyidir kurtla savaşmak.
Şunu unutmayalım; kim etrafındaki daireyi silme cesaretini gösterdiyse dünya onları gıpta ile yâd etmektedir.
Edison, Newton, Sokrates, Einstein, Mevlana, Yunus Emre ve daha niceleri sadece başkalarının doğrularını kabul etmedikleri için, kendi akıllarının gösterdiği yolda hem kendilerini değiştirdiler hem de dünyayı.
Galileo herkesin tersine ,“dünya dönüyor “ dediği için bugün modern bilimin önderlerinden biri oldu.
Galileo bunun peşinden gitmeseydi kim bilir ne kadar süre sonra bu gerçekleri keşfedebilecektik.
Kendi dünyamızın gerçeklerinin peşinden koşmaya başlamanın tam zamanı geldi de geçiyor bile.
Uyanık, dikkatli, maceracı, keşfeden, üreten, birey olabilen, özgür bir insan olmanın tam zamanı geldi.
Beynini özgürce kullanmayan, düşünmeyen, üretmeyen, sorgulamayan, yenilenmeyen insan, yaşamayan insandır.
Ben, sen, o, biz, siz, onlar …
Her kim aklına sahip çıkmıyorsa ve aklını başkalarının emrine amade etmişse, hiç kusura bakmasın, hayatı çoktan sonlanmış, cenaze namazı kılınacak hale gelmiştir.
Bize sorulacak şu soruya nasıl olsa ezberimizde var, ne cevap vereceğimizi biliyoruz:
-“Hakkınızı helal ediyor musunuz?”
“Biz ediyoruz da imam efendi, bakalım beyni, aklı, kalbi, vicdanı ona hakkını helal ediyor mu?”
-“Biz etsek ne olur etmesek ne olur, insanın en büyük hesabı öncelikle kendisiyle olacaktır.”
Kendimizi aklımızla helalleşecek hale getirmeliyiz.
Hem de çok acil olarak..
Öncelikle en öncelikli iş olarak…
“HAYATI BİR ÖLÜ GİBİ YAŞAMAMANIN İLK GÜNÜNE,”MERHABA” DEMEYE NE DERSİNİZ?...
YORUMLAR
Güzel bir konu insana kendini sorgulatan düşündüren
Bu yönde ışığa ulaşmak tüm zincirleri kırmak baskısız özgür iradeyle düşünerek kararlar almak
Kısaca insanca yaşamak ulaşılabilecek en mükemmel hedeftir
Kutluyorum kaleminizi
Kavramsal Empati Yılmaz S
Ben zaten Ateisttim de bu on sene önceki bu makale ve türevleri sayesinde ve de Antropolog olan kardeşim sayesinde aklın huzura daha iyi ulaşabildim.
Beni toplumun dikte ettiği inançlar ilgilendirmez ki yazıda geçtiği gibi "kendi aklının ve yüreğinin sesiyle" ancak üretken ve sorgulayıcı bir kul değil birey olabilir.
Yorumunuz için teşekkür ederim...