- 611 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
DİLAVER CEBECİ
Sosyal paylaşım ağları yokken çok daha sosyaldik biz. Kitle iletişim araçları böylesi gelişmemişken arkadaşlarımızla, çevremizle çok daha sağlıklı ve güvenilir iletişim kurabiliyorduk.
Henüz her şeyin “like” yahut “follow” basitliğine indirgenmediği, insanların sofralarının –görgüsüzce- fotoğrafını değil, -bereket olduğuna inanarak- sofralarını paylaştıkları günlerdi o günler.
Her şey henüz bu kadar dejenere olmamıştı. İnsanlar birbirleriyle gülümseyerek selamlaşır, samimiyetle konuşur, dertleşirlerdi. O yıllarda benim en büyük şansım arkadaşlarımdı. Allah onlardan razı olsun. Mesut ağabey, Hayrettin ağabey, İsmail ağabey, Ahmet ile hemen her anımız birlikte geçerdi. Evdekiler Hayrettin ağabeyin sepetli motosikletini pek sevmezlerdi. Zira o motosikletin sesinin duyulması demek benim dışarı çıkmam demekti. Bazı geceler Hayrettin ağabeyi yürüyerek köye bırakırdık. Yol boyu sırayla herkes şiir okurdu. Evet yanlış duymadınız, ay ışığının altında ağır aksak yürürken şiir okurduk sırayla.
En güzel Hayrettin ağabey okurdu. Zira mimikleri, hareketleri ve ses tonuyla adeta yaşardı şiiri. Düzenlediğimiz bir gecede Sakarya şiirinin finalini unuttuğunda pandomim sanatçısı gibi kala kalmışlığı da vardı ama bunu bir başka yazıya bırakalım.
İşte ben o günlerde sevdim Dilaver CEBECİ’yi. Emin değilim ama sanırım Ahmet’in o kendine özgü tok sesinden dinlemiştim ŞİMDİKİ ZAMAN ÇEKİMİNDE BİR MAHKÛMA MEKTUP şiirini. Çok etkilemişti beni. Yürüyüşlerimizde mutlaka birkaç kez ısrarla okuturdum. Tuhaf bir şekilde her defasında aynı etkiyi bırakırdı yüreğimde. En çok finalini severdim;
Kahrolayım sevmedim ülküden başkasını
Bir de seni çok seviyorum
Bilirim, şiir yürek taşkınıdır. Bu şiiri dinlediğimde “bu dizeleri yazan şairin ne z/engin bir yüreği varmış” demiştim içimden. Hakikaten de ne büyük ve zengin bir yüreği olduğunu sonra ki yıllarda okuyarak, hasbihal ederek, dinleyerek anlama, idrak etme bahtiyarlığını yaşadım.
Ben onunla durdum Kandehar Dağları’nda bir sabah namazına…
Allahû Ekber
Ben kıyamdayım, tetikte mavzer
İki derin soluk, kanımda iki şimşek
Can atar yücelere beyaz tenzih kuşları
Sarıldıkça hamd ile vahdetin yumağına
Dümdüz olur önümde kesretin yokuşları
Yüreğime atılan kördüğümleri onunla çözmeye çalıştım…
Bu bendeki çölün suya çağrısı
Dinmez içimdeki gönül ağrısı
Burda güzel çoktur amma doğrusu
Sevemedim, sevilmiyor sultanım
Ülkü denen güzeli onunla sevdim…
Sana bu mektubu evimin balkonunda yazıyorum
Sağ elimi koyuyorum tam yüreğimin üstüne
Çankaya yokuşunda söylediğimiz marşı duyuyorum
Ulu kayalar parçalanıyor beynimin bir yerinde
Taş duvarların ardına onunla haykırdım…
Eğilin önümde çağdaş güneşler!
Kenanlı yıldızlar varın secdeye!
Issız çöllerde, derin kör kuyularda
Ben görürüm camgöbeği düşleri
Ve ben yorarım sırma şafaklarda,
Bulanık, korkulu düşlerinizi…
Onunla uğurladım şehitlerimizi…
Kıbleli bir rüzgârla gelip doldun içime
Yeşillerin en güzeline pervaneydi ellerin.
Bir şeyler getirsin o diyen pırıl pırıl sabahlar
Tuttun da gecelere uzandın sessiz.
Şimdi hilâllerde, yıldızlarda ellerin.
Kılıçlar bilendi ak düşüncelere asırlar boyu
Mananın düşmanı hâlâ çaresiz
Bir cemresin şehidim, toprağıma düştün.
Gözleri dolu bulutların, bulutlar boşalacak
Yağmurlarda, berekette ellerin.
İlk kavgamı da, ilk sevdamı da onunla yaşadım…
Bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum
Gözlerin mi daha sıcak gülüyor
Yoksa dudakların mı anlayamıyorum
Onunla coştum, taştım…
Baş koymuşum Türkiye’min yoluna
Düzlüğüne, yokuşuna ölürüm,
Asırlardır kır atımı suladım.
Irmağının akışına ölürüm.
Deli sular, salkım-saçak söğütler,
Kışlada kumandan, asker öğütler,
Yaylalarda ata biner yiğitler,
Bozkurt gibi bakışına ölürüm.
Ben onunla –daha- çok sevdim şiiri. Ve ben tam on dört yıl önce onun ardından okudum kendi şiirini gözlerimdeki sağanağa aldırmadan…
Onlar, Oğuz mayası gök ışığın erleri,
Onlar, ülkü çağının bahadır melekleri…
Mor dağların göğsünde kaldı pençe izleri,
Hacerü’l esved gözlerini gönlümüze resmettiler…
Eyvah biz kaldık esfele safilinde!
Ahsen-i takvim üzre, onlar geçip gittiler…