- 341 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Utanmanın sarı rengi
Eylülün ortalarıydı.Yine gurbet şarkıları çalmaya başlamıştı karşı kırık pencereden . Her şey gerçekliğini neden bu kadar koruyordu ben bilmiyordum. Bildiğim tek şey elinde sazı olmayan avare bir yolcuydum sanki. Yorganımı, döşeğimi ,yastığımı ve küçük eski bir bavulda kıyafetlerimi alarak otobüse binişim. Daha ana, baba, kardeş sevgisini tam tanıyıp ruhuma sarıp sarmalamamıştım . O yüzden yanımda götürememiştim. Oysa ipek bir beze sarıp yanımda götürmek isterdim. Ayrılıyordum baba ocağından bir seher vakti. Üç yıl göz açıp yumana kadar geçmişti. Okuma isteği kıvılcımları yüreğimden dışarı sıçramış ,bir ebabil kuşun ötüşüne karışmıştı. Hiç susmak bilmiyordu. Yeşil Malatya bana kollarını açmış beklıyordu.
Her iki amcam da Malatya’da yaşıyorlardı. Ben küçük amcamın yanında kalacaktım. Büyük amcam Fırat okulunun müdürüydü. Küçük amcam ise tekel fabrikasında ,kendi halinde yaşayan memurdu. Evleri birbirine çok yakındı. İkisi çok ayrı karakterde insanlardı.
Küçük amcamın adı Şükrü ,merhametli,yalanı ,dümeni bilmez ,temiz bir kalbi vardı. Oldukça güzel eşi ve üç çocuğu ile huzur içinde yaşıyorlardı. Amcam yapı olarak babama çok benziyordu. Birde ben katılınca aileye kalabalık çekirdek bir aile olduk.
Okulun ilk günü çok heyecanlıydım. Kalbim küt küt atıyordu. Beyaz gömleğin üstüne kahverengi formamı bir terziye diktirmiş hazırlatmıştım. Ütülü ve temiz olan formamı giyinip,saçlarımı taramış ,altına kahverengi çoraplarımı geçirmiş ,siyah ayakkabılarımı giyinip erken okulun yolunu tutmuştum. Yeni bir okul, yer, ve yeni arkadaşlar nasıldı . İçimde biraz endişe ,korku,heyecanda vardı sebebini bilemediğim.
Okulum Türkiye’nin o zamanlar ikinci modern lisesiydi. Üniversiteye giden gençlerin çoğu bu liseyi bitirenlerden çıkıyordu. Okulun ön cephesinde kocaman yazıyla “ Turan Emeksiz lisesi yazıyordu. Önünde ve arka tarafında geniş bahçesi olan dört katlı bir binaydı. Disiplini ve eğitimi mükemmel diye duymuştum. Zil çaldığında sınıflara girmiştik.
İlk dersler genelde öğretmen öğrenci tanışması ile geçerdi. Öğrenciler uzun uzun ,tahminen yaşları yirmiye yakın olanları vardı. Öğrencilerin bağırtıları, haylazlığı karşı caddeden duyuluyordu. Ben ön sırada adı Gafure olan kız arkadaşla sıramızı paylaşmıştık. Gafure benim boylarımda ,esmer , tatlı ,konuşkan bir kızdı.
Gri renkli takım elbise giyinmiş ,uzun boylu, siyah saçlı, esmer, biri gelip sınıf masasına oturdu. Önündeki defteri hafif alaycı gülüşüyle karıştırıyordu.
Ara sıra sırıtıp bize bakarken hiç ciddi görünmüyordu. İlk gün olduğu için öğrencileri daha tanımıyordum.
Sıra arkadaşım Gafure’ye “ kim bu adam,niye masaya oturup gülüyor” dedim.
Hafif iki örgülü beliklerini arkaya sallayarak bilmediğini ve tanımadığını söyledi.
Masadaki adam söylediklerimi duymuş ,gıcık bakışlarını bana çevirdi. Hala pişmiş kelle gibi gülüyordu.
Biraz zaman geçtikten sonra “adım Halük Yavuz matematik dersine gireceğim sizin “ dedi.
Ben çok utandım. Yanaklarım al al kızardı. Ne diyeceğimi bilmeden ,başımı öne eğip sessizce anlattıklarını dinliyordum. O an yalnız kalmak ve altımda geçen nehirlere kapılıp kaybolmak istiyordum. O yıl matematik dersini çok sevmeme rağmen hiç iyi not alamadım. Matematik hocam bana sessizce ufak kinini beslemeyi ihmal etmedi. Ve ben bunu yıl sonuna kadar hissetmiştim.
Şimdi düşünüyorumda insan sınıfa girince önce kendini tanıtmaz mı . Masaya oturup dakikalarca pişmiş kelle gibi güler mi ?
Oysa sınıfın çoğu öğretmen olduğunu bilmiyorlardı. Kendini tanıtınca ,öğretmen olduğunu söyleyince garib bir süpriz oldu.
Benimde acele etmemem ve sabırlı olmam konusunda ilk sınavım olduğundan unutulmayan hatıralar sınıfına ta o zaman girmişti.
Okulun ilk günlerinde yaşadığım bu uçuk kaçık utanma duygusunu yıllar geçse de hep hatırladım . Aklıma geldiğinde soytarı bir tebessüm dudaklarımda cirit atıyordu.
Feride
04-04-2022
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.