- 418 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
DEMİR KUŞ
DEMİR KUŞ
Sene 1986 … Yurt dışından döneceğim, annemi arıyorum müjdeyi vermek için.
-Annem geliyorum ben! Ne istersin, ne getireyim sana?
Hiç düşünmeden cevaplıyor sorumu.
-Seni… Seni getir bana!
Ah benim canım anam! Aylardır görmüyor tek kızını. Hasret dolmuş içi.
“Buralarda dil kursu mu yok? Ne işin var dünyanın bir ucunda” diye az mı söylenip durmuştu da kim dinlemişti!
Günü geldi, bindim demir kuşun içine. Oturdum orta sıradaki yerime. Orta sıra derken Boeing’in Jumbo-jet modeli, iki katlı dev bir uçaktan söz ediyorum.
Tek seferde 500’e yakın yolcu taşıyor. Sanırım artık tedavülden kalktı o modeli. Güzergah Detroit , Montreal, İngiltere, İstanbul. Arada böyle aktarmalar, beklemeler falan var.
Alt kat ekonomi, üst kat VİP yolculara ait. Bir ara çıkıp baktım, merakımı yeneyim diye. Bir de kocaman içecek barı vardı, üst kata çıkan merdivenin hemen bitiminde.
Mr. lar ellerinde kadehler, sohbete dalmışlardı bile.
Çift koridoru var bu dev uçağın alt kat ekonomi bölümünde. Şimdi olduğu gibi, tek tek koltuk arkalarında değil, kocaman dev bir ekranlar var tam orta sıranın karşısında ki bölmede.
Kulaklıklarını takıyorsun koltuğundan, film izliyorsun yol boyunca. O bölmelerden de birkaç tane var yine demir kuşun içinde.
Yolculuk başladı sonunda. İlk mesafe Montreal’e iniş çabuk oldu sayılırdı. Sonra ki istikamet 1 saat sonra İngiltere ve yine havalandık.
Kâh yedik, kâh içtik, ihtiyaç giderdik, koridorlarda turaladık arada bir ayaklarımız açılsın diye. Derken uyku zamanı geldi ve ışıklar söndü. Sadece isteyen başının üzerindeki minik lambaları açabilirdi.
Hostesler, içlerinde battaniye, yastık, patik, uyku bandı, diş macunu fırça vs. olan paketler dağıttılar her birimize. Yıllar yıllar öncesinden söz ediyorum. Giderken de gelirken de yapılan bu jestler pek hoşuma gitmişti.
Paketi açtım, patikleri çıkartıp giydim, koltuğumu arkaya iyice eğdim. Gözüme uyku bandımı takıp, üzerime de battaniyeyi örtüp uykuya geçtim.
Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum anons yapılmaya başlandı.
-Lütfen koltuklarınızı dik pozisyona getirip, kemerlerinizi bağlayın!
Tüm ışıklar da yanmıştı. Herkeste bir telaş, koltuklar dikildi, kemerler bağlandı. Uyku sersemi tam ne olduğunu anlayamamıştım, geldik iniyoruz sandım ve yanımdaki kırmızı yanaklı gözleri pörtlek adama sordum. Muhtemelen bir İngiliz’di.
-İniyor muyuz?
Adam elleriyle sıkı sıkı yapışmış aramızdaki koltuğunun kolçağına, sinirli bir şekilde cevapladı sorumu.
-Okyanusa mı?
“Eyvah! Dedim, düşüyoruz o zaman!”
O anda uçakta korkunç bir sarsılma oldu ve arkasından yeniden anons geldi.
-Sayın yolcularımız lütfen yerlerinizden kalmayın, kemerlerinizi bağlı tutun ve sakin olunuz, türbülansa giriyoruz. O da ne ki! Hiç yaşamadım daha önce bilmiyorum.
Tüm ışıklar tekrar söndü.
Uçak birden irtifa kaybetmeye başladı sanki. Hızla inip küt diye durdu büyük bir sarsıntıyla durdu. Arkasından yine yükselmeler, alçalmalar ve insanların “Oh My God… Aman tanrım… Yardım et yarabbi” çığlıkları ortalığı inletiyordu.
Herkes gibi ben de başladım dualara. Ancak benimki daha çok günah çıkartır gibiydi.
“Affet canım annem, söz verdim, ama sanırım bu kez temelli gidiyorum. Affet … Bu acıyı yaşatacağım için affet beni ne olur!”
Bir yarım saat sürdü bu düşüyoruz, korkusu. Nihayet sarsıntılar bitti sonunda. Işıklar yeniden yandı, uçak normal rotasında uçmaya başladı. Ancak içerisi berbat olmuştu.
Kusanlar, belki altına çiş kaçıranlar, ayılıp bayılan yüzleri kireç gibi olmuş bir sürü yolcu kalmıştı geriye. Hostesler bu kez de yardım etmek için koşturup duruyordu koridorlarda.
Sonunda demir kuş kendini de bizi de sağ salim yere indirdi. Çok korkulu bir iniş olmuştu İngiltere’ye. Bu kez 6 saat kadardı bekleme süresi.
Fakat oyalanacak çok yer vardı alanda. Gidenleriniz varsa bilir ne kadar büyüktür Heathrow Havalimanı. Sonuçta vakit geldi demir kuş bir kez daha havalandı.
Dualar ediyorum içinden bir aksilik yaşamadan yeniden, varayım ülkeme diye. Öyle de oldu şükür ve ben anneler gününden bir hafta önce, anneme yeniden armağan ettim kızını.
***
***