- 583 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
"BABAMIN ARTİST OLMA HAYALLERİ."
"Kıymetli Arkadaşlar, diğer iki fotoğrafı ekleyemedim maalesef. Af ola."
BABAMIN PENCERESİNDEN: BABAMIN ARTİST OLMA HAYALLERİ.
2019 yılının son günü, köyüm Düvertepe’ deydim. Babamı, aynı yıl Mart ayının dördünde kaybetmiştik, hala yokluğunu hissediyoruz, ömür boyu da hissedeceğiz.
Köyümüzde ki evi, babamın “benim ömrün vefa edince, baykuş tüneği olmasın oğlum” diye, vasiyeti olduğu için ağabeyimle birlikte, elimizden geldiği kadar, ayakta tutmaya çalışıyoruz.
Malum kış günü, akan, kokan, göçen, yıkılan bir şey var mı diye, evin sağına soluna bakarken, küçük odada ki, babamın fotoğraf albümü elime geçti. Her fotoğraf bir zaman makinesi sanki; çocukluğumuz, okul yıllarımız, gençlik çağlarımız, annemin ve babamın sağlığında, birlikte çektirdiğimiz, mutlu aile fotoğrafları, babamın görevi dolayısıyla yaşadığımız yerlerde çekilen fotoğraflar, evliliklerinin ilk yıllarının fotoğrafları, babamın askerlik fotoğrafları, ahbaplarıyla çektirdiği fotoğraflar ve daha niceleri. Fotoğraflar, çekildiği anı ölümsüz yapan belgeler gibi. Bütün o anlara ait hatıralar, şimşek hızıyla hafızamda, yandı, söndü.
Tabi yaşımız itibarıyla, tarihini bilmediğimiz, sonradan babamdan, hangi ana ait olduğunu öğrendiğimiz, fotoğraflar da vardı.
Bu yukarı da paylaştığım fotoğraflar bunlardan. İlk fotoğrafta, yakın planda, sırtı dönük, eli tüfekli, efe kıyafetli olan, babam Nazım KOÇ, ortada bulunan, eli arkasında, Bulgar Subayı üniformalı olan, Dayım Mehmet ALTINÖZ, bilinen namı ile “Gabak Onbaşı.” Köy yerleri böyledir, “yiğit namıyla bilinir” hesabı, bir kişiyi lakabı ve namı ile anmazsan, pek tanımazlar. Fotoğrafta ki diğer kişileri de babam söylemişti fakat hafızamda kalmadı ne yazık ki.
İkinci fotoğrafta sadece sol tarafta bulunan, efe kıyafetli babamı hatırlayabildim. Üçüncü fotoğraf ise tiyatro gösterisi sonrası, Kaymakam Bey veya Nahiye Müdürümüz ile çekilen fotoğraf olmalı. Sağ tarafta duran, uzun boylu, efe kıyafetli olan babam fakat diğerleri yine hafızamda kalmadı. Af ola.
Ağabeyimle ikimiz, memuriyetimiz, sırasında, diğerimizin yokluğu hissedilmesin, bir arada olalım diye, yıllık izinleri, aynı zamana denk getirmeye çalışır, köyümüzde buluşurduk.
Yine o zamanlardı; annemi kaybedeli yıllar olmuştu. O yoktu artık aramızda, her zaman bir eksik olacaktık. Ölüm, kalan için garip bir duygu, bazı yaşananları çok anlamsız kılıyor, bazılarını da çok değerli.
Yakınlarını yitirmesiyle, insanın içinde de bir yerler, parça parça ölüyor sanki, bir şeyler kopup gidiyor istemeden, yarım kalıyor insan.
Duygularımı bastırarak, konuya gelmeye çalışayım. Köyümüzde ki evin bahçesinde, meşe odunuyla semaveri yakmış, çay demlerken, çayla birlikte, bir yandan, gönüllerimiz de demlenmeye başlamıştı.
Dem, bağlamanın, dertli bağrını dövme demiydi. Bizimle birlikte, babam da coşmuş, en sevdiği türkülerden, “İki Keklik ” türküsü ve “Çift Jandarma ” türküsünü ve nicelerini defalarca, coşkuyla çaldık, söyledik.
“İki keklik bir dereden su içer”
“İki keklik bir dereden su içer”
“Dertli de keklik dertsizlere dert açar”
“Aman amman, dert açar”
“Dertli de keklik dertsizlere dert açar”
“Aman amman, dert açar”
“Buna yanık sevda derler tez geçer”
“Buna yanık sevda derler tez geçer”
…
“Çift jandarma geliyor loy kaymakam konağından”
“Çift jandarma geliyor loy kaymakam konağından”
“Fiske vursam kan damlar loy kırmızı yanağından”
“Fiske vursam kan damlar loy kırmızı yanağından”
…
Sesimiz, heybetli defne ağacının sık dalları arasından süzülüp, göğün mavisini yırtarak, sonsuzluğa ulaştı.
Köyde insan daha bir rahat oluyor. Konu komşu rahatsız olacak kaygısı olmuyor. Herkes eş, dost, akraba zaten, o kadar külfetine katlanıyorlar, nazlanmadan. Sesimizi duyan da koşup gelmiş, eşlik etmişti bize.
Gün batımına yakın, konu komşu gitmiş, ailece baş başa kalmış, çay içip, sohbet ederken, ağabeyimin kızı Aydan Yeğenim, içeriden, babamın eski fotoğraf albümünü bulup, gelmişti.
Hep birlikte, fotoğraf albümüne bakıyor, bilmediğimiz, yerleri ve kişileri, babama soruyor, “bu kim?” “Burası neresi?”, o da artık çok az gören gözleriyle, fotoğrafı eline alıp, kişileri ve yerleri seçmeye çalışarak, cevap veriyordu. Uzun zaman öncesine ait olduğu, yıpranmışlığından belli olan, bu soluk fotoğrafları sorduğumuzda,; babam “oğlum bu fotoğrafların hikayesi uzun, isterseniz anlatayım” dedi. Belli, babam anlatmaya istekliydi, bizlerde dinlemeye.
“Çocuklar, 1960 yılların başı, bizim gençlik zamanımız, askerden yeni gelmiştim.” coşkuyla gülerek “ben de hızlı delikanlıyım, “Deli Nazım” derlerdi, deliliğimiz falan da yoktu ya! Yiğidin de iyisine deli derler hani.”dedi. Babama “deli namını,” atak ve cesur, gözünü budaktan esirgemeyen bir yapıya sahip olduğu için daha çocukken takmışlar.
” Köy de genç çok o zamanlarda, pek köy dışına memur olarak veya işçi olarak çıkan olmazdı. Bütün gençler tarla, tapan ve hayvancılıkla uğraşır, iyi kötü, kıt kanaat da olsa, geçim temin edilirdi.”
“ Benim bayraktarlığımda, köyün delikanlıları bir araya geldik, bir gençlik kulübü kurduk, yerimiz de var.” Tarif ettiğine göre, köyümüzün, ana meydanı olan, Oda Avlusundan, yukarı çıkarken, şimdi Selim EFE Sağdıcımın, oturduğu evin, alt katında ki, yola bakan, tek gözlü yer. Halen burası düğünlerde, gelinlik kızların çeyizlerini sergilediği, sepi evi olarak da kullanılır.
Kaldığı yerden devam ediyor babam, ”Düvertepe Gençlik Kulübü yazan kocaman, fiyakalı bir tabela yaptırdık, her şey demokratik oğlum, seçim yaptık, beni kulübe başkan seçtiler.” Babamın bahsettiği bu tabela, benim gençlik yıllarımda, hala aynı yerde, yazıları solmuş ve yıpranmış halde asılıydı.
“Köyümüz o zamanlarda nahiye çocuklar, nüfus hayli kalabalık, şimdi ki gibi değil. Jandarmamız var, Nüfus İdaremiz var, Nahiye Müdürümüz var, Nahiye Müdürünün adını unuttum, şu artist var ya, Murat SOYDAN, ha işte! Onun eniştesi, öz teyzesinin kocası”, dudağının ucuyla gülerek, “Murat SOYDAN sağdıcım olur” dedi.
“Esas adı, Rüçhan’dır çocuklar onun, yazın eniştesi ve teyzesinin yanına gelir, bir iki ay kalırdı. Rüçhan’la aynı emsaldik. Bütün köyün delikanlılarıyla arkadaştı, daha o zamanlar da, “ben film artisti olacağım derdi.” Hakikaten boyu, postu denkti, kelle, kulak yerindeydi” gevrek gevrek gülerek, şakayla karışık “emme, benim yanımda, sönük kalırdı, ben de çakı gibi delikanlıydım” dedi. Gençliğini bilmem mümkün değil fakat babam, uzun boylu, iri yarı, pehlivan yapılıydı, yaşlılığında bile, aynı heybetini muhafaza ediyordu. Kendi tabiriyle “derme, çatma adam” değildi.
Önünde duran çaydan, birkaç yudum içerek, devam etti, “”Neyse çocuklar, lafı uzatmayayım, sonraları duyduk ki, bizim Rüçhan, Cüneyt ARKIN ve Fatma GİRİK’ le, “Kolsuz Kahraman” isimli filmde başrol oynamış, adını da Murat SOYDAN olarak değiştirmiş.”
“Rüçhan’la sağdıç olduğumuzdan, Nahiye Müdürü ile de iyi konuşur olduk. Sinema ve tiyatroyu ilgi duyan, seven bir insandı. Bir gün Müdür Bey bize, ”gençler sizinle tiyatro sahneleyelim, Oda Avlusunda sergilersiniz. Köylülerimiz de izler, civar köylülerimiz de gelir. İlçeden Kaymakam Beyi, diğer amir ve müdürleri de davet ederiz,, ne dersiniz.” dedi.
“ Biz olur mu? Yapabilir miyiz derken? Müdür Bey oyun metnini getirdi. İş ciddiye bindi. Bizi bir heyecan sardı, sorma! Bizimle birlikte, bütün köyde de bir heyecan dalgası oluştu. Kadını, kızı, genci, yaşlısı, bize maddi manevi destek oldu, sağ olsunlar.”
“Oyunun adı “VATAN HASRETİ,” çocuklar. Konusu Bulgar zulmünden kaçan bir Türk Ailenin, Ana vatan Türkiye’ ye kaçışını anlatıyor. Bulgar askerleri, ailenin sınırdan geçişini engellemeye, Türk Milis Kuvvetleri, Bulgar askerleriyle çatışarak, ailenin, Türkiye’ye geçmesine yardımcı oluyor. Bol hareketli, heyecanlı bir oyun anlayacağınız, tam bana göre yani” dedi.
“Rolleri arkadaşlarla paylaştık, ben iyi yürekli, vatansever Doğan isimli bir genci canlandırıyorum. Türk Milis Kuvvetlerinin başıyım. Rahmetli “Gabak Onbaşı Dayınız,” merhametsiz bir Bulgar Subayını canlandırıyor.” hafifçe tebessüm ederek, “ demek ki, ta o zamanlar da belliymiş Alamancı olacağı” diyor. Mehmet Dayım daha sonra, 1962 yılında, Almanya’ya işçi olarak gitmiş.
Devam ediyor babam, “Diğer ana rollerde, rahmetli namıdiğer Gümüş İzzettin Amcanız, Feyzi’nin Ünay Amcanız,” hafızam beni yanıltmıyorsa, burada rahmetli Paşaların Sercan Dayıyı, Keklik Hasan Amcayı ve daha birçok ismi, oyunda sahne alan köylü kadınlarımızı, genç kızları, yaşlıları ve çocukları da rolleriyle birlikte saymıştı fakat ne yazık ki ben unuttum. İsimlerde maddi hata varsa, kabahat benimdir.
Babam heyecanla anlatıyor:“ Çocuklar ne kadar delikanlı varsa, akşam tarladan tapandan gelince, kulüpte toplanıp, gaz lambasının isli, titrek ışığında, gece yarılarına kadar oyunu çalışıyoruz, oyun çok acıklı, hem de kahramanlık hikayesi, bazen duygulanıyoruz, gözümüzden yaş süzülüyor, belli etmemeye çalışıyoruz.”
“Sadede geleyim, uzun lafın kısası çocuklar, oyun günü geldi çattı, Müdür Beyin temin ettiği, tiyatro kıyafetlerini giydik. Oda Avlusu tıklım tıklım dolu, bizim köylülerimiz, yakın köylerden gelenler, Kaymakam Bey, Nahiye Müdürümüz, Jandarma Komutanı, ilçeden gelen müdürler, amirler, memurlar, herkes orada. Oyunu çok güzel sergiledik. Köylüler de heyecanlı sahnelerde alkışladıkça, iyice havaya girdik.”
“Oyunun son sahnesi benim oğlum, Türk Ailesini kurtardıktan sonra, gömleğimin altında, göğsüme sarılı olan, Türk Bayrağını öpüp, başıma koyup açarak” bu esnada, oturduğu sandalyeden heyecanla ayağa kalkıyor, Türk Bayrağını tekrar açıyormuşcasına, kollarını ileriye doğru uzatıyor. Şair Halit Fahri OZANSOY’a ait olduğunu, sonradan öğrendiğim, hala ezberinde olan, “VATAN DESTANI” adlı şiirin beş kıtasını, o gün ki coşkuyla ve titreyen sesini kontrol etmeye çalışarak, okuyor.
"O kadar dolu ki toprağın şanla”
“Bir değil sanki, bin vatan gibisin”
“Yüce dağlarına çöken dumanla”
“Göklerde yazılı destan gibisin”
“Çiçeksin, bayılır kuşlar kokundan,”
“Her dalın bir yay ki zümrüt okundan,”
“Müjdeler fısıldar Ergekondan:
“Bu sese gönülden hayran gibisin.”
“Ey bütün cihana bedel Türk İli,”
“Açtığın cenklerin yoktur evveli,”
“Tarih bir nehir ki coşkundur seli,”
“Sen ona nispetle, umman gibisin.”
“Bir insan nihayet kemikle ettir,”
“Bu et, bu kemiğe can-ı hürriyetir.”
“En büyük hürriyet cumhuriyettir,”
“Demek ki şimdi sen bin can gibisin.”
"Yeni bir ay ördün al bayrağına,”
“Girdin en sonunda irfan bağına”
“Medeni hayatın nur ırmağına”
“Ezelden susamış ceylan gibisin….”
Yerine oturdu, yüzüne baktım, nemli gözlerini kaçırdı bizden, dudakları titriyordu. Hisli adamdı babam, dağ gibi cüssesinin altında, yufka bir yürek taşıyordu. Konuşmadı, konuşamadı, kelimeler boğazında düğümlenmişti. Konuşsa ağlayacaktı.
Nihayet, kendini topladıktan sonra, anlatmaya devam etti. “Ben şiiri bitirdikten sonra, Oda Avlusunda, öyle bir alkış tufanı koptu ki! Sormayın çocuklar, ağlayanlar, sızlayanlar, heyecandan, bağıranlar, çağıranlar, avuçları patlarcasına alkışlayanlar. Öyle, böyle değil. Köylülerimiz etrafımızı sardı.”
“Yaşşaaaan, yaşaaaan gençle!”
“Bravoooo deliganlıla!”
“Helal olsun efelerrr!”
"Çok yaşaan emiiii.!”
“Düvertepe genci böööle olur!”
“Çok yaşaaan, bizim oğlanlaaa, çok yaşaaan!”
“Heyyyt beee aslanlarrr!”
Kaymakam Bey ve Nahiye Müdürümüz de heyecanla koşarak, yanımıza geldi. Bizi tebrik edip, hepimizle tokalaştılar. Hep birlikte fotoğraf çektirdik. Kaymakam Bey, bize, “Bravo gençler, beni ağlattınız. Var mısınız, bu tiyatro oyununu, bütün Türkiye’yi gezerek sergileyelim!? Ben gerekli izinleri alırım. Adını da Düvertepe Gençlik Tiyatrosu koyarız, nasıl olur? Bütün Türkiye bu oyunu izlesin, görsünler, bilsinler “Düvertepe diye bir köy var, köyünde böyle gençleri var. ” dedi, coşkuyla.
“Çocuklar gerekli izinler alındı, hazırlıklar tamamlandı, araç ve malzemeler temin edildi, sahne ayarlandı. İlk gösteri de Balıkesir’ de, Vali Bey de izlemeye gelecek. Yola çıktık çıkacağız. Tam o sıra da Ankara’da, Kara Harp Okulu Komutanı Kurmay Albay Talat AYDEMİR’ in darbe girişimi oluverdi mi? Memleket karıştı, kulüpler kapatıldı, gösteriler yasaklandı.”dedi.
Belli belirsiz acı bir tebessümle “bizim artist olma hayalleri de suya düştü,” ömür uzunluğunda derin bir iç geçirdi. “ Ya işte!” dedi. “Bizim zamanımızın gençliği de böyleydi.”
Buğulu gözlerle uzaklara daldı gitti. Hangi puslu hatıraların içinden, neleri bulmaya çalışıyordu. Kaybettiği arkadaşlarını mı, geçen yıllarını mı, kim bilir?
Beni güzel hatıralarıyla besleyen, koca yürekli adam, babamı rahmet ve sevgi ile anıyorum. Bütün yitirdiklerimize rahmet, kalanlara uzun ömür diliyorum.
Saygı ile sonsuz selamlar.
11/01/2020 Muhittin KOÇ
YORUMLAR
Bu güzel öyküyü okurken bir an insan hayallere dalıp gidiyor. Çok güzeldi hocam.
Babanızın mekanı cennet olsun inşallah.
Saygılar.
Malkoçoğlu
Yazıma değer katan, yorumunuz için çok teşekkür ederim.
Şeref verdiniz. Sağ olun, var olun.
Rahmet dilekleriniz için ayrıca teşekkür ederim. Amin. Bütün, ahirete intikal eden, yakınlarımızın, ruhu şad, mekanı cennet olsun, inşallah.
Sonsuz saygı ve esenlik dileklerimi sunarım..