- 314 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BABA2
22 yıl önce yazdığım BABA kitabımdan kesitler.Baktım yirmi yıl sonunda biz aynı filmin içinde dönüp durmuşuz.
Aksi olsaydı biz başka bir zaman dilimini yaşıyor olacaktık.
Yazılanlar okunduğunda bugün yazıldığı sanılacak fakat aradan yirmi iki yıl yel gibi geçip gitmiş.
Bu arada araba serisi öyle uzun sürdü ki artık isim takacak kuş ismi kalmadı piyasada.
Kuş sürüleri gökyüzünü nasıl kapladıysa adaşlarıda yeryüzünü öyle perdeledi.
Yukarıdan bakıldığında kibrit kutularını andırıyordu görüntü,
Bakan herkes arka arkaya dizilmiş kibrit kutularının kendi kendilerine hareket ettiğini sanıyordu;
İsimleri değişik olsada hepside biribirinin aynısı olan bu kibrit kutularından o kadar çok yapıldı ki babanın dediği gibi yabancı bir Allahın kulu çıkıpta bunlardan satın almadı;
Öz evlatlar oturup kara kara düşünürken birisi ortaya bir fikir attı!
“ Neden böyle düşünüp karalara bürünüyoruz ki boşu doluya vermek yerine?
Üvey ürünü kardeşlerimize satar kurtuluruz, bundan makul ne var? dedi,
Bir diğeri: Nah satarsınız, onlarda para nerede? dedi.
Bir başkası: “Baba ne güne duruyor, onlarada eminim para verecektir!” dedi.
Biriside dayanamayıp: “Bizimle başedemezken birde veresiye köstebek yuvasımı kuracak?” dedi.
Sonunda allem edip kallem edip bu kutuları kardeşlerine satmaya karar verdiler.
Özlerin hiç biri kutuları satın almaya yanaşmak niyetinde değildi.
Bir gün koşarak öz evlatlardan en huysuzu geldi babaya.
Bu ne oğul? Kanter içinde kalmışsın, nedir derdin?
Hiç sorma baba, bir boru fabrikası kurmaya karar verdim!
Kur o zaman, seni engelleyen bir sorunmu var?
Kendime birde yabancı ortak budum, paranın yarısınıda o koyuyor.
Öptüm o zaman alnını, yarısınıda sen koy iş bitsin.
İşi bitirmek kolayda koyulan miktarı karşılamak cabası.
Bende o kadar para yok, fabrika verimli olsun dersen iyiliğine sığınacağım.
Üreteceğiniz ne borusu?
Her türlü boruyu amaçlıyoruz! Su borusu, soba borusu, petrol borusu, yani aklına ne gelirse.
Babayla oğul böyle konuşurken kanter içerisinde bir başkası girdi içeri?
Ne o? Sendemi fabrika kurmaya yeltendin yoksa?
Evet Baba nereden bildiniz?
Ne bileyim işte, işler kesir gitmiyor şu sıralar diye duyduk! Ayrıca meraktanda bitkinsek yinede duyarız ki herkes fabrika derdinde! Peki senin esintin nerede?
Kablo fabrikası!
Anladım; Pekala, nereye döşeyeceksiniz o kabloları?
Aklına gelen ve gelmeyen her yere düşünmekteyim.
Öncelikle vaadim memleketin çerçevesini amaçlamakta.
-Demek yine yabancı ortaklarla içli dışlı oldunuz?
Belli oluyor ki yine Ortaklık teklifi gelmekte yabancı dillerden?
-Aklınızla çok yaşayın! Kendime hali vakti meşhur birde ortak buldum!
Odadaki hava yerli kokarken biri daha çıkar gelir büyük bir telaşla;
Aynı iğneye ufuk açan olmalı der baba kıs kıs gülerek!
Söyle bakalım, sen ne fabrikası peşindesin?
Soba fabrikası baba! Zaafım kurtla kaynıyor Acilim
Geç bu sefillikleri! Sobanındamı fabrikası olurmuş! Sobayı demirciler bile yapmakta.
O zaman sizinde onaylayacağınız bir başka fabrika kurarım baba;
Ne demek istiyorsun?
Mesela her türlü ihtiyaca karşılık veren bir fabrika fakat sizin ellerinizle dayanıklı olanı isterim.
Ben mühendismiyim ki senin kuracağın fabrikaya hasılat dedirteyim.
Ayrıca nereden bileyim ne türlü bir fabrikayla beni iki büklüm yapmayacağını?
Aslında hiç biriside ne yaptığını bilmiyordu.
Memleket açısından bakıldığında durum bunu doğruluyordu ama kendi düşüncelerine göre mutlaka bir şeylere sahip olmak gerekliydi.
Ayakları birbirine dolandıysada anlaşılmak vardı babalık vazifesinde.
İlk birader hepsine önderlik yapıp fabrikasını kurmuştu.
Bunlarda kıskançlıkla beraber onun ileride parasal olarak güçlü hale geldiğinde tepelerinde boza pişireceğinide biliyorlardı.
Eğer ilk birader güçlenirse babayı mabayı dinlemez piyasayı ele geçirirdi.
O zamanda diğerlerine avuçlarını yalamaktan başka hiç bir şey kalmazdı.
Onun için herkes bir şeyler yapmanın peşindeydi.
Finansmanı ise baba öyle veya böyle sağlamak zorunda idi.
Çünkü üvey evlatlarında sayısı bir hayli artmıştı.
Onlarada çalışacak iş sahaları lazımdı;
Bunlar babayı düz veya ters veya bir biçimde kazıklaya kazıklaya fabrikalarını kurdular.
Herkes kendince birşeyler üretiyordu.
Gel gelelim hiç birinin yaptığına dışarıdan en ufak bir talep yoktu.
Bunlar ürettikleri her şeyi içeride üvey evlatların alım gücüne göre ayarlıyorlardı.
Üvey evlatlarsa tarlada çifte çubukta ekmek paralarından artırdıkları üç beş kuruşlarını bunların çürük mallarına yatırıyorlardı.
Öyle bir zaman geldiki hanların sonu gelmez isteklerine cevap veremeyen baba krizlere girdi.
Baba krize girdikçe bu öz evlatlar babayla beraber krize girip, girip çıktılar.
Yerlere yatıp baba için dua ettilerki baba bir kazaya kurban gidipte ölmesin.
Eğer baba, Allah gecinden versin bir çam gibi devrilirse bir gün babanın altında kalacaklarını biliyorlardı.
Baba öyle ufak tefek birisi olmadığından hepside Babanın altında kalmaktan korkuyordu.
Bu sefer babanın kilosundan şikayetçi olmaya başladılar.
Ona perhiz yapmayı öğütlemeye başladılar.
Babayı küçültmek ve kendilerini yüceltmek için çalmadık keman bırakmadılar.
Her kemandanda ayrı bir ses çıktığı için ne çaldıkları anlaşılır gibi değildi.
Sonunda karar verip bir orkestra kurdular.
Birisinede şeflik ünvanını verdiler ki onun eşliğinde hiç olmazsa biraz uyumlu ses çıkarsınlar.
Gittikçe akıllanıyorlardı.
Baba ile görüşülmesi icap ettiği zaman artık hepsi birden yalınayak yapıldak soluğu babanın huzurunda almıyorlardı.
Şef onları sinleyip ihtiyaçları liste yapıp babaya takdim ediyordu.
Öz çocukların böylesine akıllanıp vede modernleştiğini gören baba “ Aferim çocuklar bir şeyler öğreniyorlar deyip nimetlerini esirgemiyordu.
Esirgemiyordu esirgemesinede tahta oturduğu günede hiç heveslemiyordu.
O sıralar feleğin çemenini yemişti.
Hatta daha fazlasını verecektide babanın hazine tam takırdı.
Milano´yu Venedik yapacak kadar bile şakası yoktu.
Hazinedeki dağlar gibi yığılı altınlar çoktan suyunu çekmişti.
Babanın akıl danıştığı zatlar vardı.
Baba bunları ülkenin vede yedi düvelin en akıllı pirleri diye kendine danışman yapmıştı.
Bir gün baba bu akıllıları toplayıp onlara akıl danıştı.
Babanın yaptığı düpe düz saçmalıktı.
Kurnazında zekâsına hiç akıl danışılırmı?
Akıllı öyle her önüne gelene düş verip bozuk para gibi dağıtsa zaten akıllı olmazdı.
Aklını hepten dağıtsa diğerlerinden ne farkı kalacaktıki?
Bu zatlar düşünüp vede taşınıyormuş gibi yapıp babaya düşüncelerini açıkladılar.
Baba borçlanacaktı.
Aslında babanın sormasınada gerek yoktu bu akıllılar kendi aralarında zaten çoktan bu kararı almışlardı.
Parası biten birisi ne yapar en yakın tanıdıklarına borçlanır.
Babanında borçlanmaktan başka çaresi yoktu ama kime?
Baba heyetler oluşturup gruplar halinde dünyanın dört bir bucağına dağıttı.
Giderkende arkalarından tembihledi. “Sakın para bulmadan dönmeyin”
Heyetler babanın selamını iletmek üzere teker teker dağıldı.
Aradan zaman geçti heyetlerden birisi sevindirici bir haberle döndü.
Zengin bir adam varmış.
Bu adamın yedi sülalesi tacirmiş.
Adamda böylesi bir sülaleden geldiği için ticaretin en alasını bilirmiş.
Ticarette karşılıklı kazanca dayandığı için babaya babanın istediğinden daha fazla parayı her zaman verebilirmiş.
Yalnız ufakta birde isteği varmış.
Babada ona mallarını serbestçe satabilmesi için kendi kapılarını açmalıymış.
Yani hem adama faiz verecekler hemde adam tacirleri vasıtasıyla babanın pazarlarda hertürlü malı hiç bir zorluğa maruz kalmadan satacakmış.
Baba akıllılara danıştı, onlarsa “Hiç zararı yok baba, zaten dünyada artık herkes onu yapıyor varsın istediği malı istediği yerde satsın” dediler.
Baba babasının sözünü hatırladı.
“Aman ha oğul yerli malından sapma.
Kendine buyruk kendi yağınla kavrulmana bak.
Sakın ola yabancı malla kapılarını açma.
Taki onların seviyesinden onlarla rekabet edecek malı üretene kadar.
Yoksa seni yerle bir ederler.
Öyle bir düşersinki kimse seni yerinden kaldıramaz.” demişti.
Bu fikrini akıllılara anlattığında hepsi birden güldüler.
“Onlar eskidi baba bu devirde böyle iş yapılıyor, kendi kafamızdan kural koyamayız ki.
Aslan başlık parasına yekün” dediler.
Adamın istekleri kabul edildi, adamda kesenin ağzını açtı.
Baba şöyle bir rahatladı.
Nede olsa öz evlatların özlediği ve aşkından yanıp tutuştukları para gelmişti.
Baba bayram harçlığı dağıtır gibi paraları şöyle bir güzel dağıttı.
Ûlke aniden bayram havasına girdi.
Babaysa krizden çıktı.
Daha doğrusu Baba öyle sandı.
Baba bir gün yanına danışmanlarınıda alarak çarşı pazar denetlemeye çıktı.
Baktı vitrinlere ve düşündü: “Aman Allahım o ne öyle, vitrinler gıcır gıcır mallarla dolmuş.
Araba galerileri beyaz eşya satan mağazalar.
Elektronik eşya satan mağazalar ağızlarına kadar mallarla çakılı.
“Ne güzel bu durum böyle bizim evlatlar ne zamandan beri böyle güzel mallar üretmeye başladılar” deyince akıllı ağalar izah etme gereği duydular. “Bunlar o zengin tacirin malları dediler.
Baba babasının sözlerini hatırlayınca gözleri doldu.
Çünkü gözünün önünde lüx arabalar peynir ekmek gibi kapış kapış satılıyordu.
Bunun hiçte hayra alemet olmadığını anladı ama imzayı atmıştı bir kere.
Baba ülkedeki söz hakkına sahip tek adam olma hakkını kaybediyordu yavaş yavaş.
Yeni yetme öz evlatlar piyasaya aç kurtlar gibi saldırmıştı.
Her saldırışlarında bir parça koparıp dönüyorlardı.
Her kopardıkları parçada bunları dahada palazlandırıyordu.
Öyle bir duruma gelindiki artık istedikleriyle ortaklık kuruyor, babayı kefil göstererek herkes kendi başına borçlanıyordu.
Bu furyaya katılmadık erkekli kadınlı bir tek öz evlat kalmadı.
Üvey evlatlarsa daha çok tarımla uğraşıyor vede özlerin ayak işlerine koşturuyorlardı.
Özler borçlarını ödeyemedikçe babaya koşuyor babada talebe cevap veremeyince üretilen ne kadar temel gıda maddesi yahutta üvey evlatların tükettiği mal varsa onlara zam yapıyordu.
Borçlanarak alınan paraların bir tek kuruşu bile midelerine girmemiş olsada geriye öderken ne yapıp yapıp üveyleri bu işe ortak ediyorlardı.
Daha doğrusu özlerin har vurup harman savurduğu paralar bir biçimde zorla üveylere ödettiriliyordu. Babanın bir muhafız alayı vardı.
Bunların asli görevi sarayın bekçiliğini yapmaktı.
Yani babaya bir zarar gelmesin diye geceli gündüzlü nöbet tutarak sarayı beklerlerdi.
Bu muhafızların çeşitli kademelerinde zaman zaman görev değişikliği olsada hıyararşik yapı içerisinde herkes görevini yapardı.
Bunların en üst komutanı babaydı.
Sonuçta her şey dönüp dolaşıp babadan sorulurdu.
Kimlerin aklına nereden ve nasıl geldiyse babaya mümkün olduğunca muhafız alayının sayısını arttır dediler.
Bu öneri içeridende dışarıdanda destek buldu.
Üveyler yahu biz karnımızı doyuramıyoruz, muhafızların sayısını arttırıpta ne yapacaksınız?
Bu boşuna masraftır desede sayı yavaş yavaş arttırıldı.
Öneri sahipleri dediki:
Siz ülke olarak çok stratejik bir bölgede bulunuyorsunuz!
Kendinizi her an bir savaşın içinde bulabilirsiniz.
Ama dediler güçlü bir muhafız alayı sizi gelecek olan belaya karşı koruyabilir.
Baba sayıyı öyle artırdıki herşeyde olduğu gibi oradada ölçüyü kaçırdı.
Sonunda onlarında masraflarını karşılayamaz hale geldi ve bir yığın muhafızıda üvey evlatların safına attı.
Devam edevek.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.