- 347 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
şiir seçkisi-9
1
sevmek sevilmek üstüne
Çiçek misin, kuş musun; rengin, kokun ve sesin
Varla yok arasında; hayaldesin düşdesin.
Ellerin yeşil ışık, sonrası hep kırmızı;
Sabahlarımda şiir, akşamları bestesin.
Gel desem geliversen pür heyecan, pür neş’e;
Ah bir söyleyebilsem: ’eller ne derse desin! ..’
Bu çağrı hangi nazı getirmezdi insafa?
Naz değil o, anladım: çaresiz boş hevesin.
Sevmişsin ya ne çâre, böylesi sevildin mi?
’Sevilmek kâfi’ diye, verdiğin karar kesin.
Sevmenin, sevilmenin doruğundasın, tamam;
Sevdiğine kul köle, candan sevene nesin?
Hayatı kucaklayan doyumsuz yorgunlukla,
Yorgun gönülgözüme inen en son perdesin.
Bunca yıl sonrası bu, kırkbir kere maşallah!
Bırak artık bu rüzgâr nasıl eserse essin...
Gültekin Samanoğlu
şiirlerden alıntı şeklinde yazılmış bir şiir.ne anlatmak istediği yeşil ışıktan kırmızıya geçen görünürlük.bir yorgunluk içinde yalnızca sevgili için açılmış gözler.anlaşılan hiç dargınlık yaşamıyorlar zamana inat.tehlike geçmişse kanatlanan huma kuşu için yurtsuzluk bir felaket değildir.serviler altında sevişmeler gibi hoyratlığa uzak düşmüş vakitler.
2
REFİK DURBAŞ, HÜCREMDE AYIŞIĞI
Sesimi sesinin üstüne koyma
kara gecede, karanlıkta, acılı
yüreğimde yeşerdiyse de alevi ölümün
kan boğmadı daha korkuyu
kırılmadı kin ve öfkenin fidanı
Sesini sesimin üstüne koyma
ağzımda prangası tutuklu rüzgâr
Yanlış arama ölümden başka
kurşuna dizilen resimlerde
acıyla örülmüşse cesetler
ve ağlıyorsa hücremde ayışığı
üzgün değilim, hüzünlü asla
Yanlış arama ölümden başka
sırtımda falakası tutuklu rüzgâr
Yüreğimde mezarlar açma artık
kazıdım hücremin duvarına çünkü
zamanı kucaklayan öfkemi
acıdan üretilen sesimi
gençliği damıtılmış günlerimi
Yüreğimde mezarlar açma artık
elinde kırbaçları tutuklu rüzgâr
Çıplak taş, demir kapı, sessizlik
korkuyu mu bekliyor o nöbetçi
niçin hiç konuşmuyor yıldızlar
şafak söktüyse nerde kar filizleri
uyusam uyansam her yerde bahar
Çıplak taş, demir kapı, sessizlik
sesimde zincirleri tutuklu rüzgâr
Tek değilim artık, çoğaldım ölüme
deli rüzgâr, çıplak suyun rahminde
artık ne hücrem, ne yalnızlık
eskisinden düşmanım karanlığa
ama hâlâ yanıyor yüreğimde işkence
Tek değilim artık, çoğaldım ölüme
yüzümde kelepçesi tutuklu rüzgâr
-Söyle kim hak kazandı ölüme
Refik DURBAŞ
şair şiirini kim hak kazandı ölüme diyerek bitiriyor bir dansın son hareketi gibi.çoğalıyor bu haklı isyana inanan fidan gibi gençler çoğalıyoruz umuda yelken açmış harflerle.artık taşlarla konuşma anlarının sonuna geldik.ağaçlar meyveye durdu tarlalar ekine.ağzımızda ekşiyen rakı sofrasından kalkma vakti geldi.yola çıkma vakti kadim şehirler için.karanfil gibi dokunmuş sesimize rüzgar.büyütüyor bir inancı imkansız sevgiler.şiire gülle başlamak buna denir işte.
3
MUZAFFER SERKAN AYDIN, GÖLGEDEN
“Kını kalbin olan bir kılıç gibi taşıdın masumiyeti
yoruluyor kapıların artık açılmaktan
yazgın bile yadırgıyor tüm bu olanları
kendini çıkartamıyorsun bir camın ardından bakınca
üzülme, herkes kendine dönüşür hikayenin sonunda..
neşen; o külden şato, bana eski bir yangını anımsatıyor..
ve sen seviniyorsun, yaşanmamış günleri hatırladıkça..
çünkü ben de hatırlıyorum:
elinde ince bir defter, yeşil ve telaşlı..
gölgeden soluk, ayın on dördünde gibi canlı..
öylece duruyordun, güzel olmak için hiçbir sebebe ihtiyacın yoktu..
şimdi iki kişi biniyor otobüse
biri sen değilsin, biri ben değil.
su almaz güneşi battığında güneşin
gözlerini kapat, göreceksin;
gerçeğe üstünlüğünü güzel düşlerin..
bırak, herkes unuttun sansın
sen al bu şiiri çeyizine kaldır..”
çocukluk arkadaşım ağmedi hatırladım.yaz tatilinde istanbuldan köye geldiğinde yanında getirdiği kitapları.neşen o külden şato bana eski bir yangını anımsatıyor şair için hayattan kaçmanın bahanesidir görkemli yalanlara aldırmazlık.simi dökülmüş aynalarda suçlanmış gölgeler.bir yazı beklemenin alışkanlığı gibi külden sözcükler.iddia edildiği gibi uzatılan bir gülün yadırganmasıdır insan kalmanın öğrettiği yazgı.aynı yollarda yürümenin birlikteliği,aynı yağmurda ıslanmanın arkadaşlığı.işte o zaman şarkıların anımsattığı görüntüyü hayatın içindeki sahnede görürüz.
4
ADNAN YÜCEL, YERYÜZÜ AŞKIN YÜZÜ OLUNCAYA DEK
Aşksız ve paramparçaydı yaşam
bir inancın yüceliğinde buldum seni
bir kavganın güzelliğinde sevdim.
bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!
Aşk demişti yaşamın bütün ustaları
aşk ile sevmek bir güzelliği
ve dövüşebilmek o güzellik uğruna.
işte yüzünde badem çiçekleri
saçlarında gülen toprak ve ilkbahar.
sen misin seni sevdiğim o kavga,
sen o kavganın güzelliği misin yoksa…
Bir inancın yüceliğinde buldum seni
bir kavganın güzelliğinde sevdim.
bin kez budadılar körpe dallarımızı
bin kez kırdılar.
yine çiçekteyiz işte yine meyvedeyiz
bin kez korkuya boğdular zamanı
bin kez ölümlediler
yine doğumdayız işte, yine sevinçteyiz.
bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!
Geçtiğimiz o ilk nehirlerden beri
suyun ayakları olmuştur ayaklarımız
ellerimiz, taşın ve toprağın elleri.
yağmura susamış sabahlarda çoğalırdık
törenlerle dikilirdik burçlarınıza.
türküler söylerdik hep aynı telden
aynı sesten, aynı yürekten
dağlara biz verirdik morluğunu,
henüz böyle yağmalanmamıştı gençliğimiz…
Ne gün batışı ölümlerin üzüncüne
ne tan atışı doğumların sevincine
ey bir elinde mezarcılar yaratan,
bir elinde ebeler koşturan doğa
bu seslenişimiz yalnızca sana
yaşamasına yaşıyoruz ya güzelliğini
bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!
Saraylar saltanatlar çöker
kan susar birgün
zulüm biter.
menekşelerde açılır üstümüzde
leylaklarda güler.
bugünlerden geriye,
bir yarına gidenler kalır
bir de yarınlar için direnenler…
Şiirler doğacak kıvamda yine
duygular yeniden yağacak kıvamda.
ve yürek,
imgelerin en ulaşılmaz doruğunda.
ey herşey bitti diyenler
korkunun sofrasında yılgınlık yiyenler.
ne kırlarda direnen çiçekler
ne kentlerde devleşen öfkeler
henüz elveda demediler.
bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!
Adnan Yücel
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek.bu mısra pek yabancı gelmedi bana.bir anda hayatımıza giren intihara meyilli şairler.neyin kazancı için savaştığını unutmuş kitlelere anlattığımız yalanlar.kimse inanmaz bir kavga için siper almış müfrezelere.ezen ve ezilen için aynı sofradan nemalanmak var.oyunlardan tanıyoruz zülmün yüzünü üşüşmüş akbabaların cinnetinden.aydınlığı soyan bir ilişki biçimi ırgatların acısına yanaşmak.cesur direniş için mi yoksulun sofrasına göz dikmek iliğine kadar sömürmek kardeşlik mavalları okuyarak
5
elveda diyemedik
Yıldızsız bir geceydi
Bir dağ çiçeği gibi şimdiden hasretteydim
sürgündüm çok uzaklardaydım,
Ve gözlerindi sürgün sebebim..
Çok çabuk çekildin hayatımdan
Kaderle el eleydin,
Bense kederle sarhoş...
Yarım kalmıştı hikayemiz
Göçmen kuşları gibi gelip geçtin bu şehirden
Belkide hayatımdan
Duymadın haykırışımı, acılarımı,
Benimsin sanmıştım uçtun avuçlarımdan
Tutamadım, gitmede diyemedim
Olamadın bir yıldızın kayışı kadar hayatımda
Zaman çok kısaydı bizim için
Yetmedi gözlerimizden yaşı silecek kadar
Nede elveda diyebilecek kadar...
Abdülhak Hamit Tarhan
üstadın osmanlıdan günümüze uzanan bir edebiyat kimliği var.her osmanlı aydını gibi üzerinde durulmamış devrin yaşayan bir kaç şairinden biri.elbette benzer örnekleri var ama tarihin karanlığında kalmak olmuş yazgıları.makber şiirinden hatırlıyoruz bu büyük şairi.evet zaman çok kısaydı bizim için çünkü kaybolup gitmişti mazi avunacağımız düşleri de götürüp.
6
İMBAT
Devirdim sayfaları! gönlümde yine hüzün var.
Kaçmak! oralara kaçmak! Nasıl da mutlu kuşlar
Göklerde köpükler arasında kanat çırpmaktan!
Denizde ıslanan yüreğimi bu yolculuktan
Hiçbir şey durduramaz, ne gözlerin yansıttığı
O yaşlı behçeler, ne lambamın sürgün ışığı
Aklığın savunduğu boş kâğıda bakıp duran.
Ne de emzikli gelin bebeği doyuran.
Gideceğim! Ve gemim doldurup yelkenlerini
Kalkıyor, götürmek için o ülkelere beni!
Hüzün bu, acımasız umutlarla aldanıyor,
Sallanan mendillere yine inanıp kanıyor!
Fırtınaları çağıran şu direkler, kim bilir
Rüzgârların gömdüğü o batık gemilerdendir,
Şimdi ne direkleri ne adaları kaldı...
Boş ver kalbim, dinle tayfaların şarkılarını!
Çeviri: Erdoğan Alkan
Stephane Mallarme
coşkun bir anlatımla yazılmış şiir.hayat sarhoşu bir dinginliktir ruhundaki doyumsuzluk.gönlü yaşama sevinciyle doluyor farkettiğinde tabiatı.çıkılan uzun deniz yolculukları onu uğurlayanları tatlı bir liman ezgisine bıraktıktan sonra gemideki tayfaların şarkılarıyla uyanıyor güne.şarap ve kadın her şey tamam hayata aldanmaya.bir fırtınaya yakalanmak tehlikesine karşın yinede mutluluk adına geçen günler.bir yürek burkuntusu bırakır zamana yıkılmış hayaller ama aldırmadan yaşamak için çaresizliği unutmak gerek.
7
ABDÜSSAMED BİLGİLİ, ŞEYHNAME
Tarih 27 Ekim 2017In Abdüssamed Bilgili, Şiirler
benim şeyhim vardır onun makyaj çantası
böyle bir fotoğrafı yaktı rönesans ressamı
benim baş ağrılarım vardır onun majezik hapları
ben şeyhime uğrarım o psikoloğa hafta sonları
benim makyaj çantamdan şeyhine ne dediği de olur
şeyhin sakalında bir iki damla yaş kurur
şeyh şeyhtir makyaj çantası makyaj çantası
bunun yok değildir ilişkimizle bir alakası
ilan etmişiz dünyaya ikimiz terlice etraflıca beraber
makyaj çantalarına başımı sokup kusasım var
tanrım artık oluşuyor bende bazı hınç duygular
gözlerine toplanan çiçek bahçesini ezesim var
tanrım makyaj çantası geçmiş günlerinin bir yası
bana verdiğin bu ara pası gole çevirmek istiyorum
Abdüssamed Bilgili, I Harfinin Durumu
şair hayatı ciddiye almak istiyor.anlamsızlığın ironisi ilişki biçimini sorgulamaya itiyor basitlikleri ortaya dökerken.birazda hayatları karşılaştıran paradoksal yakınlıkları sorguluyor asla değişmeyecek alışkanlıkları yargılarken.kentin müziğine güvenmek gibi bir çıkış yolumuz varsa intihar komedileri yazılabilir sıkıştığımız kapanlar için.ama öyle yürümüyor hayat toplumun aynasında.ne kadar uzağına düşmüş olsakta bir işçinin onaylanmayan hayatından.demek istediğin yaşamın olanakları nasıl bir erince taşır fikriyat konusundaki yoksunluğumuzu.
8
ARKADAŞ ZEKAİ ÖZGER, KAN REÇETESİ
Tarih 16 Nisan 2018In Edebiyat, Şiirler
Kara bir gök için çok şey söylenebilir elbet
İşte benim bulutum
pas tutmamış sözcüklerden örgülü bir ağıt
alnına halk sıçramış neferlerin çılgar gözleriyle
sana
ey rengi tarihini utandıran elbise
Yüzün hiç yabancı değil
sen eski borazanların gedikli çalgıcısı
sesine küflü ambarların kokusu sinmiş
irin salgını, cinayet fotokopisi ve kangren depolanmış
eskimiş tarih satıcısı ambarların kokusu.
Burnum duymuyor ama seni
uslanmış ıtır kokusunu da duymuyor
benim burnum
benim burnum
vahşi dağ çiçekleri, bozkır gülleri ve devedikenlerinin
kırları genişleten halk kokusuyla yanıyor
genzim çatlıyor
genzim çatlıyor ve seni de çatlatıyor
el illizyonizmin sırça küresi.
sana kim sus dedi Kalbim.
Dünya bir ateşten top gibi kavruluyorken
toprak güneş sıtmasıyla sarsılıyorken
burda, orda, öte yanlarda
alınterinin öfkeyle fışkıyan şavkı
yeryüzünü yeniden biçimliyorken
ve depremle sarsılan halkların beyni
illizyonizmin büyüsünü bozuyorken
seni kim büyülemek istiyor Kalbim.
Bildim hiç kuşkusuz
su yılanları, yeraltı fareleri ve akbabaların koruyucusu
çarpıcıların, kemirgenlerin, leşçilerin
şaşırtılmış kolcusu.
Usul usul da gelsen, harlayarak da gelsen
el illizyonizmin güleryüzlü büyücüsü
masken kandırmıyor çoktandır beni
beni ve benim gibi
dünyaya kanından dürbünle bakanları
soluğu cehennem yakanları.
Çünkü biz hayatı kendi aynasından gördük
biliriz sırça kürenin yaldızındaki puştluğu
Ey tırnaklarımı büyüten tahammülsüzlük
beynimde hora tepen on sivri bıçak
senin kendi damarında denediğin keskinlik
halkının alnındaki tomurcuğu patlatsa da
kan kendini aldatmaz
kan kendini aldatmaz
Kalbim!
bu acıya dayan
varsın işkenceler dağlasın seni
duru bir gök için vahşete katlananlar
acıyı bir silah gibi göğsünde saklamalı
Kalbim!
bu acıya dayan
bu acıya dayanman için
yaranı iyileştirmek için sana
parçalanmış gül cesetlerinden bir reçete
vereceğim
vahşet dağlarından kızgın kemik külleri
işkenceler ovasından kan dölleri
ve yangınlar vadisinden dehşet bir ateş.
Kan kokusu büyüyü bozmak için
Kemik sıcaklığı sırça küreyi eritmek için
Ateş kırmızısı göğü aydınlatmak için
Böylece dirilir içindeki gül cesetleri bile
dirilir ve o zaman
çılgın bir şafakla tazelenen gökyüzü
bir taze tomurcuk gibi açar
kanıyan alnında senin.
Kalbim!
sen varsın
sen tökezleyen bir şarkı değilsin
ne de uzun, yanık havalı türkü
sen kendinin ezgisisin.
Yırt öfkenin sabredilmez dağarcığını
dağılan, saçılan ne varsa hepsi senindir
kara bir gök ancak bunlarla arınır
ve elbette yeter bunlar sırça küreyi dağıtmaya
acı diye ne varsa hepsini onarmaya
Kalbim!
elimden tut
elimden tut
sensiz birşey yapamam.
(Kasım 1971 – Yansıma)
anlamın sınırlarını zorlayan bir şiir.bugün yazılmış gibi umutsuzluğun kırlarında çiçek devşirmek adına orman içlerinden sesleniyor yitik ölümlere.kara gök ancak bunlarla avunur derken insanlığın umut büyüttüğü günlerini değiştirme sancısını hatırlatıyor.ideolojik çarpıtmaları günün koşullarının çıkışsız bir bilinçle örülürken yaşam hapsolma biçiminde arıyor aydınlığı.kutuplaşmaların örgütlediği isyanlar için günümüz dünyasına korkular bırakmış şair.bir zihin karmaşası kan dürbünüyle geleceğe dair ipuçları veren.
9
MUZAFFER TAYYİP USLU, KAN
Önce öksürüverdim
Öksürüverdim hafiften,
Derken ağzımdan kan geldi
Bir ikindi üstü durup dururken
Meseleyi o saat anladım
Anladım ama, iş işten geçmiş ola
Şöyle bir etrafıma baktım,
Baktım ki yaşamak güzeldi hâlâ
Mesela gökyüzü
Maviydi alabildiğine
İnsanlar dalıp gitmişti
Kendi âlemine
Muzaffer Tayyip USLU
hayattan vazgeçmek ölüm karşısında dahi.ölüme bağlı nedenler ansızın belirir.bizler hayatın karmaşasında tutkuyla bağlıyken hayata ansızın alametleri belirir ömür denen geçici heves için ne kadar derinde olursa karşı konulmaz tabiat yasalarına.bizi hayattan koparan bu tatsız anlara tanık oluruz ne kadar şikayet edecek olsak ta ondan geldiniz ona döneceksiniz ayeti hatırlanır bu güç anlarda.evet fiziksel yok oluşun bir son olmadığını vurgular bu ayet.
10
yan yana iki ülke gibiyiz seninle
yan yana iki ülke gibiyiz seninle,
ayın önünden geçen bulut
önce seni karanlıkta bırakır sonra beni
senden bana eser, yerine göre,
yerine göre benden sana
şakaklarımızı serinleten rüzgâr.
iki kıyı gibiyiz karşılıklı,
hem ayırır bizi hem bağlar birbirimize
aramızda akan ırmak.
İki tarih sayfası gibiyiz art arda
birinde başlayan cümlenin sonu
ötekinde düğümlenir ancak.
geldiği vakit hasat günleri
iki ayrı ağızda aynı anda
beliren bir gülümseme gibiyiz seninle
ve iki ter damlası gibiyiz alnında
elbirliği ile üretilip
kardeşçe bölüşülen bir dünyanın.
Kemal Özer
bir halkın gönenmesi için neyin gerekli olduğu çıkmazını aşmanın güçlüğüne inanmış insanlara bölüşmeyi vadeden ıslıklarla yürüyor caddelerde.tabiatın şans tanıması hayatımıza.orman içlerinden taşan bir bulut gibi saklıyor gözyaşlarımızı yağmur.toprağın bereketi için alınteri dökmekle mutlanmış insanlar için tarihin güçlük yaşatmayacağına inanmaktır asıl cesaret.sokağımız ıssızlığa bakıyor teslim alınmış zaaflarımızı açığa çıkaran tertipli güllerle.faşizmin baskıladığı sosyal ilişkiler açmazını sevdayla yıkmak.özgürlük değilmi ki en büyük atılım umut adına.artık sola gelmiştir direncin ayakta tuttuğu yer çekimli karanfil.büyük kıyımdan sonra yeniden başlamak güneşin saatine tutunmak için halk ormanında yalnız türkülere yoldaşlığa.kan ve barutun tutuşturduğu coğrafyalarda dünya halkları için kardeşliği yüceltecek sevdalar büyütmek.şiirin bıkkınlıkla lanetlediği sömürüyü kaldırmak aramızdan zincirleri kırarcasına.budur soluk aldıracak insanlığa.varoşlarda betonla büyüyen çocuklara çiçeklerle yaklaşmak zülmün yol açtığı rehaveti kaldırmak arzusuyla bir orman gibi gölge olmak kaldırımlara caddelere düşen alınlayazısı için.bu belirsizliği giderecek silkinişle sanat için gözyaşı akıtmak inandırmak adına yorgun bakışları.
11
OKTAY RIFAT HOROZCU, EVVEL ZAMAN İÇİNDE
Tarih 19 Nisan 2018In Şiirler
her ağacın arkasından karşıma siz çıktınız
öylesine çoktunuz ki bunaldım yalnızlıktan
rüzgarınız esiyordu dağ taş deli gibi
savruldu kulelere dayadığım merdiven
her köşebaşından karşıma siz çıktınız
öylesine yoktunuz ki ağladım deliye döndüm
kanınızla incelen taşlar yüzüyordu
eski denizleri andıran bulutlarda
sayısız gitmiştiniz ne yazık
evvel zaman içinde gibiydiniz
uzandım yerden usulca aldım gökyüzünü
siz atmıştınız
Oktay Rıfat Horozcu
orhan veliye arakadaşlık yapan bir şair elbette küçümsenemez.halkın kendine layık gördüğü umursamaz hayatı eleştiren bir şiir.türk aydını yalnız bıakılmıştır insanlara vefasını göstermede.yazarlar süründürülmüş adeta yoksulluğa karışan hayatlar teftiş edilmede.oysa toplum bir bütünlük göstermeli yanlışlığa karşı koyma noktasında.türk edebiyat dergileri bunları eleştirmekle vakit doldurmuş.suçsuz olduklarına bakılmaksızın hapislerde ömür geçirmiş.bundan daha fazlası işkenceyle ayar vermek olmuştur entelijansiyaya.bu koşulların yaşattığı mutsuzluklara direnme hakkı elinden alınmış şairlerin.
12
Vladimir Mayakovski - Ben De Öyle
Filo bile sonunda limana döner,
Tren soluk soluğa koşar gara doğru,
Bense ondan daha hızlı koşmaktayım sana
-çünkü seviyorum-
Budur beni çeken, sürükleyip götüren.
Cimri şövalyesi puşkin’in, iner
Bodrumunu karıştırıp seyretmeye.
Ben de, sevgilim
Döner dolaşır gelirim sana.
Taparım,
Benim için çarpan o yüreğe.
Sevinçlisinizdir evinize dönerken.
Atarsınız tıraş olurken, yıkanırken,
Kirini pasını vücudunuzun. Ben de aynı
Sevinçle dönerim sana-
Evime dönmüyor muyum
Sana doğru
Koşarken?
Yeryüzü insanları toprak ananın koynuna dönerler sonunda.
Hepimiz döneriz en son yuvaya.
Ben de öyle,
Bir şey var
Beni sana çeken
Daha ayrılır ayrılmaz,
Birbirimizden uzaklaşır uzaklaşmaz.
işte sevginin en saf halini yaşamak.engeller koyulmamışken hayata.büyüyen isyanı fısıldamak.tam bir eşitlik aynasından görülen insanlık.üstün tutulmanın insana bahşettiği ayrıcalıklı yaşam.kardeşliğin yaşanabileceği barışı ve fedakarlığı hayatın öznesi yapmayı başarmış gerçek özgürlük şarkısı.belki hayal kırıklığı yaşatmıştır diktatorya ama insan onuru çiğnenmemiştir.şairi intihara sürükleyen bir nevi yabancılaşması ilişkilerin.yoksa hayatın anlamını arama konusunda ipuçları vardır şiirinde.bende aynı sevinçle dönerim sana mısraı yeryüzü insanları toprak ananın koynuna dönerler sonunda fikrini tamamlıyor bir şenlik havası katmak yaşam için diyerek.
13
oza’dan
XIV
Selam Oza, evde, geceleyin
Ya da uzakta bir yerde, neresi olursa olsun,
havlarken köpekler,yalarken kendi göz yaşlarını
Senin soluğundur duyduğum ses.
Selam Oza!
Nasıl bilebilirdim, sinik ve gülünç
Bir kişi gibi, ürkerek giren bir göle,
Gerçekte korku olduğunu aşkın, söyle?
Selam Oza!
Ne korkunç, bir başına düşünmek şimdi seni?
Daha da korkunç,bir başına değilsen oysa:
Şeytan öylesine doyumsuz bir güzellik vermiş ki sana.
Selam Oza!
Ey - insanlar, lokomotifler, mikroplar
Gerin kanatlarınızı elinizden geldiğince ona.
Harcatmam onun, dokundurtmam kılına.
Selam Oza!
Yaşam bir bitki değilse aslında,
Neden dilimliyor, parçalıyor insanlar onu
Selam Oza!
Ne acı bu denli geç rastlamak sana
Ve böylesine erken ayrı kalmak sonunda.
Karşıtlar getiriliyor bir araya
Bırak çekeyim kahrını ve acını kendime
Çünkü acılı kutbuyum mıknatısın ben,
Sense sevinçli. Dilerim sonuna dek kalırsın öyle.
Dilerim hiç bilmezsin ne denli hüzünlüyüm.
İnan, kendimle üzmeyeceğim seni.
İnan, ders olamayacak sana ölümüm.
İnan, yük olmayacağım sana yaşamımla.
Selam Oza, dilerim ışıl ışıl kalırsın hep
Bir sokak fenerinden sızan bir ışık gibi.
Suçlayamam bırakıp gittiğin için beni.
Şükür ki girdin yaşamıma.
Selam Oza!
Çeviren: Mehmet H. DOĞAN - Turgay GÖNENÇ
Andrey Voznesenski
kominizm sonrası sancıların dile getirilişi.ne acı bu denli geç rastlamak sana.insan ilişkilerindeki zorluk üzerinde durmuş şair.insan hayatının basitleşmesi olağan dışı bir konuma taşınması sevgilerin.karşıtların sürüncemede kaldığı inançsızlığa dönüşüyor yaşam arayışların kaybolduğu demlerle.maddiyat maddeciliğin sürüklediği umutsuz yalnızlıklarla bir şarkıya özenmek istiyor.işrte bu noktada özgürlükte servetle ölçülüyor.biraz ironik bir kabulle bitiriyor şair bar kadının hayatına girme şansını şükürki girdin yaşamıma diyerek.tabiki dualarda ulaşılmaz duygularla anlamlaşır.şükredecek bir ayrıcalık tanımıyor hayat insana.
14
ZAGARPERENLEİ TUMENBAYAR, ANNE
Tarih 21 Nisan 2018In Edebiyat, Şiirler
Anne!
Gönlüm
Kelebeğin kanatları gibi incecik olup
Yumuşacık rüzgarlarda
Yırtılacak gibi olmuş
Eyvah, ben öyle
Kanatlarımı kaybedersem
Gayretini nasıl cevaplayacağım
Anne!
Güzel bir türkünün en düşük tonuyla
Senin adına
Çok uzaklardan
Bir şarkı söylüyorum
Sadece beni öpen
O huzurluğu
Ömür boyunca unutamam
Sen çok yaşa!
Zagarperenlei Tumenbayar, Moğolistanlı şair
bana necip fazılın ‘annesi gül koklasa ağzı gül kokan çocuk.ağaç içimde ağaç geliştiren tomurcuk’şiirini anımsattı.sevginin ölümsüzlüğü üzerinde durmuş.bir serenadla ölümsüzleşiyor ona bir hayat armağan eden gönül huzuruyla.bir zaman süreklikliği içinde ölümsüzlüğü arıyor şair.bozkırın neşesi de var şiirde.yaşadığı toprağın kültürünü taşımış şiire.görkemli zamanlardan sonra kendi sınırlarına çekilmiş bir halkın ezgisi.gönül dilini anlama gayreti kanatları incecik bir kelebeğe döndürmüş süzülüşünü rüzgarda yaşadığı korkular.
15
CENK GÜNDOĞDU, EVİN ATEŞİ
sonra tren geçti ve ben kaldım
uyku bekleyen vagonda
altı fotoğraf, çömelmiş bir cuma
sabıka kaydı, sağlık raporu
arka cebimde ilmuhaber, içi
yüzük dolu bir parmakla
güle açılan kartırnağına baka
kaldım
marttı ya da akşamdı
geliyorduk öpüşmenin kanatlarıyla
bir harfe yaslanmaktan
eğildik
hamsilos koyunda durup, fotoğrafa bakmayı
güvercinlere kanat takmayı
seviyorduk dudaklarımızın örtüsünü
ama olmadı sana bakan benimle
şimdi eşitiz dedik cüzdanımızda ev
dizimize sıçramış güneşatı
darende yağmuru
baktıkça iki göz gibi iç içe
raylara çizili aşk oluyordu her şey
ama imza bu
ağzından aldığım gök
suya değen dilim
gibi durmuyor mendilinde elin
bu uçurum bulaşıcı
bak büyüyor gözü kanlanmış bir
baba gibi gibi ay
aramızdan alalım bu aralığı
gel, evde kağıt var konuşalım dedim
ama olmadı bana bakan seninle
sonra bir dağ geçti ağzında evin ateşi!
Cenk Gündoğdu
gün çözülüyor kimsesizliğin ırmağında.bir şehre varmanın sıkıntısını yaşıyor taşra.kelimeler sığlaşıyor dar sokaklarda.bir öyküye dönüşmek isteyen dalgınlıklar.kaçıyor hayatın sahiplendiği hatıralardan yoksulluk çektiğimiz çocukluk.bir bilinç aşısını arıyor gök.umut vadetmiyor camdan baktıkça bozkırları geçen kara tren.zorlanıyoruz hayatı kurmada dekorsuz odalarda.güllere uzak düşmüş bir güneş onarma güçlüğü yaşıyor terkedilmişliğimizi.oysa geç kalınmış bir devete duyulan isteksizlik gibi iğreti duruyor sevgiliden alınmış mektup.devasa hüzünlere taşınıyor sığ inkarların dili.büyüdükçe büyüyor ayın kanlı yüzü.
16
ADEM YAZICI, İKİMİZİN FİLMİ
bir baş dönmesi canlandırır ölüyü
bir baş dönmesi bir delinin akla ulaşmasıdır belki
kötü bir başlangıçtır , yükselen binalar ,dibe inen yollar
artık toz bulutları konuşacak alevlerin yerine
kıpkızıl tarlalardan ayrılınca yeşilliklerin yerine
eteklerine dağın taşlar dikilecek asker bakışlı
rüzgar yalayacak saçlarını erkeklerin yürüdükçe
alnından damlayan ter yerine, paslı namlular yerine
travmaya dakikalar kala gözlerin çekilecek kendine
kediler miğferlerini çıkaracak gelin taşları dirilecek
duamız bir türbeye hapis, köpekler gidecek uzak evlere
sesler yerine, havlamalar yerine, düşman yerine
başlar dik, ağızlar açık, ateş ettikçe havaya
kızlar melekleriyle ve eski tüfekleriyle erkekler
casablanca’da ayrılık dansı sürüyor bütün gün
orta doğu’da halep yerine ,bağdat yerine
raskolnikof ’ a uzak bir batum yerine
zamanı geldiğinde titresin parmakların
yerin altından ölüler fışkıracak ne de olsa
televizyonumuz cızırtılarla açılacak radyo çalışıyor hala
ajansı dinleyip öyle ölecek babam
benim beşiğim kızımın beşiği aynı anda
ekran derinleşiyor atalarımıza doğru
bir çıkış lambası yandı yanacak
bir hayvanlı satranç oyunundaki gibi
elimizden tut çek yukarılara hey
damlardan düşeceğiz rüyaların yerine
evimizde başlayan telaş akrebi kıskandırıyor
bu insana özgü tükenişin mayası, hastalık
parmaklarımızın tüyleri istemediğimiz kadar uzuyor
istediğimiz kadar çarpışıyoruz birbirimizle
işimiz düşüyor öpüyoruz ağızlarımızı kalbin yerine
işimiz düşüyor tükürüyoruz toprağa
alevleniyor göğsümüzden erken sürgün olanlar
yollara kardeş ölümleri dökülüyor ara sıra
ne zaman göklerden düşecek hakikat
kendi kurduğumuz ekranlardan taşan bahtın yerine
ne zaman, söyleyin, ne zaman isa dirilir
dağ konuşur ve parlar büyük güçle, bembeyaz levhayla
yaşanan bunca acının ,yangının, susuzluğun yerine
Adem Necip Yazıcı
sabahla başlayan gün üzerine konuşmalar şeklinde uzaya bir pencere açmanın sıkıntısıyla ara sokaklarda yalnız bırakılmışlık.evet alevleniyor göğsümüzden erken sürgün olanlar.orhan pamuk romanlarına bir kapak olma sevdası.bir ermiş için mum dikme ayini gibi paylaştığımız sorumluluk.kelimelerin isyana dönüşme sevdasıyla yazgılı hakikat.belki bir beklentiyle tanrıyı huzursuz eden kıyamet saati.hakikat yağmurun sarasıyla yakalıyor erincimizi.en tutkulu vaktimizde yalvaçlığa özeniyor kibrimiz.
17
HAKAN GÖKSEL, ŞAPKA SATICISI
Bir elma ağacının üstünde uçtu güvercinler
Avcılar koştu,güvercinler uçtu
Hırsızlara gün doğdu,derman için bir tek elma yok,
Yalnız bir sarhoşun şapkası kaldı
En alçak dala asılı.
İyi sanat doğrusu şu şapka satıcılığı,
İlla ki sarhoş şapkası satıcılığı.
Hendeklerde mi dersin
Çayırlar üzerinde mi,ağaçlar üzerinde mi
Bul bulabildiğin kadar şapka.
Yenileri ise daima Kermarec’de bulunur,
Kermarec Lannion’da şapka satıcısı.
Rüzgardır onun için çalışan.
Bense küçük bir terzi,
Ben de şapka satıcısı olacağım,
Elma şarabı çalışacak benim için.
Ve kermarec kadar zengin olduğum zaman
Elma şarabı için elmalar veren bir elma bahçesi alacağım
Ve evcil güvercinler;
Bordeaux’daysam şarap içeceğim
Ve güneşin altında yürüyeceğim alnım açık.
Hakan Göksel
inanmak mı gerekiyor şehre.ben kimin yalancısıyım avurtları çökmüş sonbaharı selamlayan.gazinolar halen meyhane sokağında yıldız yağmuruna tutulmuş.çingeneler parlatıyor gülleri.o tatlı sarhoşluklardan eser yok.banka önünde ıslanmış çiçekçi kız.hesap soruyorlar rüzgardan çaldığım koku için.kabuğuma çekilmek gibi isteksizlik.baharı seven yanlarımı yontuyor balıkçılar.tanrısızlığın hoşgörüsü gibi hayat ırmağı.şarkılara ağır gelmiş mıntıka temizliği.
18
kışın vakti dar olur
Kalbim!
Bazen evlerinin önünde oturan kadınlara gelin önerdin sen. Övdüğün yosmalar seni şaşırtmadı da mahcup etti her seferinde. “Son” dedin, “bu son tavsiyem olacak! ” Yoksul çocuklara ait o tek fotoğrafın ateşe düşmesi gibi Bağdat düşünce sen gittin. Yokuş olsa da yolun doğusu sen gittin. “Nasılsa” dedin söylenerek, everdiğim bir gelin yolda toplar beni.
İnsan yola düşünce ne çok dökülene rastlıyor.
Kalbim!
Ne zaman bir kapıya varsan fark ettin mi, zili bozuk bir kapıya denk düştün sen. Seslendiğinde seni duyan olmadı da, içeriden gelen sesler bir misafirin kapıdan nasıl da veda ettiğini gösterdi; balkondan sarkan yarası şık adamlara. Bilirsin, kışları vakit dar olur. Sen ne zaman bir soğuk görsen, bir ayaz, kozalağını özleyen bir ağaç, tenekede yaktıkları ateşle ellerini ısıtan pazarcılar hep kapısının zili bozuk o evlere sökün ettin. Kötü bu söz dinlememe huyun. Dostların, kapısını çaldığın evlerle
...
Bülent Parlak
Kayıt Tarihi : 1.11.2016 11:55:00
az da olsa kalbe dokunan sözler.toplumun iki yüzlü hali eleştiriliyor.yaşanan hayal kırıklıkları hayatın yaşanmazlığını sıradanlaştıranlar.kaderin çizdiği rotayı aramakla geçmiş ömür.hayattan kaçarken sevdaya yakalamış bir realistin yanlış yollardan geçen yazgısını alınyazısında bulan bir bahtsızın hayıflanması gibi yılların çilesi.bir tarafta renkli hayatın izdüşümlerine kapılmış zaman bir yanda çoraklığa üzülen bedbahtın yetindiği yalnızlık senfonisi.bu karmaşayı aşmaya güç yetiremeyenler için hikayeler yazmayı denedin gülün yankısı karışmış güneşle.
19
NURAN KÖSE BAYDAR, SÖZGELİMİ
söz
senden olunca
bir yetim öyküsü geçiyor ölü harfler arasından
aklımın mezarlığında bağdaş kurup oturuyor
morg vari renkleriyle yalnızlık
sırra kadem bir mazinin bedeli mi bu
biz birlikte ölmezsek
toprağın içi sızlamaz mı hiç
söz
sana olunca
avluya bırakılmış yamalı bir bohça gibi
boynu bükük dağılıyor düşlerim
derme çatma yolların kaybolmuş yoksulu
yazılmayanı aramak için düşüyor cümle aleme
el değmemiş inci mercan
hangi denizlerin bağrında gizli
söz
sen ile olunca
kaybolmuş kadar şaşkınım
bilemedim satır arası yolculuğun imlasını
kaç bilet daha kesmeli sevda nöbetlerine
kül ve duman yükseliyor göz çukurlarımdan
yağmurlarım avaz avaz kanıyor
rehin düşüyor avuç içlerimde sırlarım
söz
sende olunca
hangi mevsimin mecali yeter ki ifade etmeye
tek tek heceliyorum maviye gem vurmuş zamanı
kırlangıçlara takılıp göç eden bahar
adının müjdesini saklıyor doğacak iklimlere
razıydım oysa güneşin yanında asırlara bölünmeye
kurşuni gözlerin nefesime batmadan önce
söz
sen olunca
kapıları örtüyor küstüm çiçeği
âh…
Nuran Köse Baydar
duygu akıl zeka.bize ait sınırların oynadığı oyunla tanıyoruz hayatı.bir aşk şiiri gibi umutsuz havayı dağıtma niyetinde mavinin kahkahasını ararken.tabiatın geçtiği yolları kapatmış dikenler.bir nostalji gibi duran figürlerde çocukluk hatıraları.acıyla gülümseyen bir çocuk yakalanıyor yağmura.işte şehirde avluların soğukluğu çarpıyor yüzlere.güneş bir sembol hayatın kaynağı olmasıyla.yürek kanatan yalnızlıklara kapılmış durağanlık göç yollarını unutmuş.bundan sonra fukara yıldızları hatırlamak kadar zor hayatına girmem
20
oruç aruobadan söz edince devrimci felsefenin taşıyıcı olmasıyla anlıyoruz mücadelesini.şiirleri felsefeden fazlasıyla yararlanmış.bizim felsefeye bakışımız kopyalama şeklinde değildir.nitekim bunun örneklerini vermiş türk yazarları.nitekim su şiirini burda paylaşarak şiir üstüne bir mütalaaya girmek istiyorum.
SU
Set çek seline
yavaş yavaş ilerle
damla damla birik.
Ak geç ıslattığın kayalardan:
duraksama - uçurur güneş seni.
Atla takıldığın çavlanlardan:
duraksama - savurur rüzgar seni.
Aldırma kumlara, çakıllara:
çöker onlar dibe nasılsa -
ilerle yavaş yavaş
birik damla damla
set çek seline.
bu şiirdeki ontolojik bakışta suyun tabiatı nasıl zorladığı anlatılır.benzer ifadeleri gelenek içinde yunus emrede görürüz .yazar dervişliğe özenmişmidir bilinmez ama kah akarım seller gibi diyen yunusun varlık felsefesine bir göndermedir şiir.bizim eşyayla ilişkimiz izlerini asırlar önce gördüğümüz erenlerin dergahında örste dövülen demir gibi şekillenmiş ruh kökünde gizlidir şeyh bedrettin destanı nasıl ki nazım hikmeti düşündürmüş kültürümüzü anlama kılavuzu olmuştur anadolu humanizmi.kimisi için feodal bir düşüncedir kültürümüzü yoğuran hamur.eleştirilmiş özgürlüklerin düşmanı kabul edildiğinden.ama insan bilincine yansıyan bir durgun suyun çağıltıya dönüşme sanatıdır türk şiiri.insan evrende hayatı için haklılık aramışsa bir ozan duruşuyla akar daima bu bendleri yıkan suyun çağıldaması.
21
EDUARDO GALEANO, AYNALAR
“ Tanrının şaheserleri mi yoksa Şeytan’ın kötü bir şakası mı olduğumuzu artık bilmiyoruz. Biz, insancıklar:
Her şeyin yok edicisiyiz,
hemcinslerimizin avcısıyız,
atom bombasının, hidrojen bombasının ve insanları öldürürken nesnelere hiç zarar vermediği için bunların arasında en faydalısı olan nötron bombasının yaratıcılarıyız,
makineler icat eden,
icat ettiği makinelerin hizmetinde yaşayan,
içinde yaşadığı evi yiyip bitiren,
kendisine içecek olan suyu ve yiyecek veren toprağı zehirleyen,
kendisini kiralayabilen ya da satabilen ve kendi benzerlerini kiralayabilen ya da satabilen,
zevk için öldürebilen,
işkence eden
tecavüz eden yegâne hayvanlarız.
Ama aynı zamanda da,
gülen,
uyanıkken düş kuran,
ipekböceğinin salyasından ipek yapan,
çöplüğü güzelliğe dönüştüren,
gökkuşağının tanımadığı renkleri keşfeden,
dünyanın seslerine yeni müzikler katan,
ve gerçeklikle hafıza dilsiz olmasın diye
yeni sözcükler yaratan yegâne hayvanlarız
Eduardo Galeano
makineler sonrası hayatı düşünmek.belki çöplüğe dönen tabiatın meftunuyuz çiçekleri pet şişesiyle sularkan.kötü yönlerimizi gizlemekle geçirdiğimiz ilişkiler ruhsuzluğun ilk adımı gibi görülüyor.şair bir gizem yakalamanın telaşı içinde değil.yalnızca çelişkilerle görüyor hayatı.hayatı güzelleştirmek için verdiğimiz savaşlara inanıyor hala dünya.şimdi bir uzaylı gibi çıkıyoruz karşısına tanrının.hala benliğimiz yok etmenin mutluluğuna inanmış.şiirden akan bir yılgınlık zamana ayna tutuyor.ihtiras için müsait olmayan bir zeminde sayıklanmış aleni işler gibi hayat.yeni sözcükler yaratan yegane hayvanlarız derken insanın inandığı boşlukları doldurmuş tüketme içgüdüsü.çünkü bir fark yaratma değildir düşünceler artık.
22
Tarih’i Kadim
Şair: Tevfik Fikret
İşte, der, insanoğlunun geçmiş hayatı bu.
Ve başlar bize maval okumaya.
Ninniler uydurup uyutur bizi
dedelerimizin derin boşluklar içinde, uzun,
zifiri karanlık hayatından.
Gösterir bize evvel zamanı,
tek doğru, en güzel örnek, der.
Bakarsın gelecek günlerin farkı yok geçen geceden.
Senin tarih dediğin işte budur,
alnında altı bin yıllık buruşuklar
ve bir o kadar da kuşku.
Başı geçmişe bir düşe değer,
sürünür ayağı bomboş bir geleceğe,
bir deri bir kemik,
ayakta zorla durur.
Ben hiç tiksinmem ondan,
karşıma alırım onu arada bir,
anlat bakalım, derim, şu eskilerden.
Bir parça feylesofa benzer o,
bir parça sırtlana benzer,
berbat suratıyla da bir hortlağa.
Yoklar mezarını unutulmuş gecelerin,
başlar paslı, boğuk bir sesle
bir bir bana anlatmaya,
sırasıyle, ne olmuş ne bitmişse:
Hep yıkım üstüne yıkım,
acı üstüne acı!
Ne vakit geçse anlı şanlı bir ordu,
çöküverir ağır gölgesi bir bulutun,
kanlar yağar dört bir yana.
En başta bir kanlı bayrak.
Kanlı bir taç gelir arkasından.
Sonra araçlar sökün eder kan içinde:
Balta, topuz, yay, kılıç, mızrak,
mancınık, top, tüfek, sapan.
Arada, kanlı komutanlar ve savaş birlikleri.
En son alay alay esirler geçer.
Yenen bir kişiye yenilen on kişi,
çiğneyen haklı, yiğnenen hapı yuttu.
Yıkımlara, acılara alkış tut,
yüksekten bakanlar önünde eğil,
insafla birdir aşşağılık ve namussuzluk,
doğruluk lafta, yürekte değil,
iyilik ayaklarda, kötülük kucaklarda.
Bir gerçek var, tek bir gerçek:
Eli kolu bağlayan zincir.
Bir tek şey var sözü geçen: yumruk.
Hak güçlünün, kötünün yanı.
Uzun lafın kısası:
Ezmeyen ezilir!
Nerde bir şeref var, iğreti.
Nerde bir mutluluk var, yama.
Bir şeyin ne başına inan ne sonuna.
Din şehit ister, gökyüzü kurban.
Her yanda durmadan kan akacak,
durmadan her yanda kan!
İşte böyle inler, sayıklar o,
anlatır insanoğlunun bu belalı ömrü
ne yolda, nasıl sürdüğünü.
Bakarım iskeletin kanlar köpürür dişlek ağzında.
Duyarım sesinin titreyen kuyusunda
yankısını korkunç bir iniltinin,
ben de başlarım birdenbire titremeye,
toprak da tiksintiyle titremiş gibi gelir bana.
Savaşın gürültüsü, patırtısı, indir artık
indir bu acıklı sahnenin perdesini!
Dinsin sonu gelmeyen bu karışıklık!
Sen de, gelenekçi iskelet,
yazdığın kara yazılara bir son ver,
aydınlığa susadık biz, aydınlığa susadık.
Uzun karanlıklar içinde uyumak isteyen mi var?
Bizden iyi geceler onlara,
bizden onlara iyi uykular!
Kimsin, ey gölge, kendinden geçmiş,
koşuyorsun karanlıklara doğru?
Kanla oynamış gibisin,
kırmış geçirmişsin insanoğlunu.
Sen buna kahramanlık mı dedin?
Onun kökü kan ve hayvanlık be?
Şehirler çiğne, ordular dağıt,
kes, kopar, kır, sürükle,
ez, vur, yak ve yık.
Yalvarmalara yakarmalara boş ver,
gözyaşlarına iniltilere aldırma.
Ölümle, acıyla doldur geçtiğin yeri,
ne ekin ko, ne ot ko, ne yosun.
Sönsün evler, sürünsün insanlar orda burda,
kalmasın alt üst olmayan hiçbir yer,
mezar taşına dönsün her ocak,
damlar çöksün yetimlerin başına.
Bu ne alçaklık böyle bu ne namussuzluk!
Hey bana bak, başbuğ musun ne?
Yerin dibine bat, cakanla gösterişinle!
Her başarı bir yıkım bir mezarlık,
işte bir yavrucak yatıyor şurda,
ey cihangir, onu gör de utan!
Devril, bağımsızlığın eskimiş tahtı, devril,
nice acılar verdin bütün insanlara,
inim inim inlettin bütün insanları.
Parçalan, kararmış tac, tuz buz ol,
hep senin yüzünden yoksulluğu insanların.
Göz yaşından incilerin nerde hani?
Nasıl da yosun tutmuşlar, bi görsen!
Eski çağlar nasıl kanmış size?
Ey kan içen kargalar,
bütün karanlıklar sizinle dolu!
Artık yeter fikri susturduğunuz,
yerini hiç bir şey tutamaz bu dünyada
zincirsiz, kelepçesiz yaşamanın.
Hadi gidin tarih korusun sizi,
-haydutlara en iyi sığınaktır gece-,
gidin, yok olun siz de o mezarlıkta.
İşte müjdelerin en güzeli,
işte en gerçek özgürlük
düşümüzdeki gelecek çağlarda:
Ne savaş, ne savaşan, ne salgın,
ne saltanat, ne yoksulluk, ne ezen, ne ezilen,
ne yakınma, ne de zulmün kahrı,
ne tapılan, ne tapan,
ben benim, sen de sen!
Ey soyulan iskelet, kimse bilmeyecek o zaman,
kimse bilmeyecek senin sayıp döktüklerini,
savaş ne, karışıklık ne, zafer ne, anlaşma ne?
Belki duyulmadık bir öykü,
belki korkunç bir masal.
Çok sürmez köhne kitap,
fikri gömen sayfaların
bugün olmazsa yarın yırtılacak.
Ama kim yapacak dersin bu işi?
Bu öyle büyük, öyle kocaman bir devrim ki,
hangi güç kalkar, ben yaparım der?
Yerlerin ve göklerin sahibi mi?
Tamam, işte oldu şimdi!
Yeri göğü elinde tutan o kibirli,
o somurtkan ve dokunulmaz.
Bütün bu kavgalar onun yüzünden değil mi?
Gökyüzü, sen söyle,
yüzyıllarca sel gibi akan su,
- şimdi esrik bir ağzın türküsü,
kuru sesi zindandaki bir adamın,
iç açan bir söz ya da yakan bir söz şimdi,
bir geniş "oh!", bir derin "eyvah!",
bir yakarış, bir övgü,
Şimdi tüy gibi bir rüzgar,
Şimdi ağzın bir kasırga.
Dokunaklı bir yakınma şimdi,
sabredemeyen bir başa kakma,
bir titreme, bir çan sesi,
bir savaş davulunun gümbürtüsü,
için için ağlamasi çaresizliğin,
kahrın iyilikbilir kişnemesi,
bir söylev, apaçık, gürül gürül,
Şimdi utangaç ve hasta bir yalvarış,
bir rahatlık bir iç sıkıntısı,
Şimdi korkunç bir haykırma -
bütün bu karman çorman gürültü patırtıyla
inleyen boş kubbe, sen söyle!
Sen ki her sesi yankılayansın,
söyle, bu bir sürü boş çabalama içinde,
daha yukarlardaki şu tanrı katına
hangi sesin yankısı varabilmiş ki?
Hangi dua kabul olmuş bugüne dek?
Binlerim seni, göklerin tanrısı,
din ulularından dinlerim seni:
"Ne benzer var, ne noksanı,
canlı ve ölümsüz ve her şeye gücü yeten ve yüce.
Odur veren yiyeceği içeceği,
düşleri gerçek yapan o,
bilen, haberi olan, kahreden ve öç alan,
açık, kapalı her şeyi duyan ve anlayan,
el uzatan yoksullara ve çaresizlere,
her zaman her yerde bulunan ve her yeri gören..."
Seni böyle övüp duruyorlar işte.
Oysa senin en üstün özelliğin ne,
"Ortaksız" oluşun değil mi?
Kaç ortağın var şu bataklıkta, bir bak.
Topu ölümsüz ve her şeye gücü yeten ve kahreden.
Ve topu ortaksız ve tek.
Ve topunun buyruğu yasağı ve saltanatı var,
ve topunun yukarlarda bir gökyüzü.
Bütün ordan gelir yüreğe doğan.
Topunun güneşi, ayı, yıldızları var,
ve topunun görünmez bir tanrısı.
Topunun adanan bir cenneti var,
ve topunun bir varlığı, bir yokluğu,
ve topunun saygıdeğer bir peygamberi.
Ve topunun cennetinde körpecik güzel kızlar yaşar.
Ve topunun cehenneminde birer lokmadır insancıklar.
Tanrılar ne derse onu yapacak halk,
sabırla ve kahırla olacak iki büklüm.
Ama tanrılar ne derse onu yapacak.
İnanasım gelmiyor bunların hiçbirine.
"Ne bileyim?" diyor kime sorsam.
Hepsi bir kuruntu mu bunların yoksa?
Belki aldanmak yaşamanın bir gereği.
Belki de hepsi de doğrudur, kim bilir,
belki ben hiç bir şeyin farkında değilim,
karıştırmaktayım "yok" la "var" ı.
Kusurum ne? Kuşkuda olmak mı?
Kuşku koşmaktır aydınlıklara doğru.
İnsan aklıdır eninde sonunda gerçeği bulacak olan.
Belki de yok olacağız bir gün topumuz birden.
Kimbilir, öbür dünya belki de var.
Madem bu beden o ölümsüzün işi,
ne diye kıvranır durur bin türlü dert içinde?
Hadi diyelim aslımız toprak bizim,
sen gel onu kederden bir çamur yap.
- her yeri kanla, göz yaşıyla dolu -
insaf be, bu kadarı da olur mu?
Sen gel hem yoktan var et,
sonra da ettiğini boz, kötüle.
Hiç bir yaradandan ummam bunu:
Yaradan yok eder, ama perişan etmez!
En zorlu düşmanın işte, tanrı,
boğmak ister seni ulu katında,
çok iyi tanırsın sen o yılanı,
onun kızgın zehrinden bir vakitler bize
bir tadımlık vermiştin hani.
Kuşku! En zalim en güçlü düşman.
Bunu ya bildin ya koydun kafamıza,
ya da bilemedin işin nereye varacağını.
"şeytanlık, düzen, sapıklık" denen şey var ya,
bugün yerinden yurdundan edecek seni o.
Tapınağında ışıklarını söndürüyor,
elleriyle parçalıyor heykelini.
Sense, iler tutar yerin kalmamış,
göçüp gidiyorsun olanca gücünle.
Burçlarında yıkılmalar falan hani?
Nerde hani gümbürtüsü yıldırımlarının?
O kızgın soluğun hani nerde?
Ne cehennemlerinde bir kaynama var?
Ne büyük acını gören bir göz.
Ne de kulaklarda dokunaklı bir çınlama.
Oysa bir ufak parçası kopsa insanın,
bir sızlanma olur, duyulur bir ağlaşma.
Sen Yeryüzü ve Gökyüzü’nle göç gir de,
bir inilti bile duyulmasın ortalıkta.
Tam tersi, kahkahadan geçilmiyor.
Zaten yalana ağlasa ağlasa,
bir ikiyüzlüler ağlar,
bir de ahmaklar.
* Tarih-i Kadim: eski çağlar tarihi
tevfik fikretin en bilinen şiirdir yazıldığı devrin serencamını anlatan.bir hakikat arayışı olarak modernin tuttuğu ayna istibdat ve zorbalığa karşı.bir devrin sona erdiği izlenimi vardır tasvirlerin keskinliğinde.nasıl bir gelecek tahayyül etmiş tevfik fikret yıkılışın bütün suçunu geleneğe yüklemekle.doğruluğu ayakta tutan sütünler için bir müjde arıyor insanlar kardeşçe yaşamın olanaklarını yokettikçe feveranlar.doğada özgürce dolaşmanın imkanlarıyla dinlemek hayatın gizini.atatürk bu şairden ilham aldığını söyler devrimler için.ancak tarihin sonuçları acı olmuştur islam ülkeleri için.bunun üzüntüsünü yaşamışmıdır bilinmez ama halen anlaşılmayı bekleyen bir zamanın çığlıklarıyla uyanıyoruz sabaha.
23
Hasarlı Döngü
black_sky
“ Hasarı hatırlıyorum”
Yeni bir döngü yaratıyorum
Sonunu değiştiremesem de
Sonra yine
Yine ve yeniden çiziyorum aynı rotayı
Biliyorum değişmeyen o vedayla sonlanacak hikaye
Ama en azından döngüyü tamamlarken yeniden buluşacağız seninle biliyorum
En güzel durağımsın
Yine de
“ Hasarı hatırlıyorum “
Bir düş daha yazıyorum
Nefesime endişe tohumu gibi yerleşiyor her veda
Boşluğa yazılmış bir öyküyüm
Adımın bir önemi yok
Saçaklarından buzlar sarkan terk edilmiş bir diyar gibi
Kendi içimde titriyorum
Başka sonlar bulmalıyım kendime
Ama ne zaman bir düşe yerleştirsem cismimi
Karanlık
Sadece karanlığı hissediyorum
Hasar çok büyük
Her seferinde hatırlıyorum
Oysa
Ayrılıkları ben yazmadım
Tanrı’nın çok kızdığı bir gündü kullarına
Yıldırımlarıyla ısıtmıştı dünyayı
Isıtmak dediğime bakma
Alev alev yanarken izlemek zorunda kalmıştık tüm kainatı
Sanırım
İlk günah da o gün doğmuştu
Çünkü ilk defa alevler içerisinde koşturan atların yellerinde görmüştüm
Kirlenmiş ve harabeye dönmüş cenneti
Epik bir düşe dönüşmüştü kıyamet
Kulakları kanatan bir senfoni başlamıştı sonra
Kızıl bir senfoni
Çığlık çığlığa Tanrı’ya yalvaran o senfoni
Yapılacak pek bir şey yoktu
Sustum
Sustuk
Sonunda tüm dünya acıyla taş kesilmişti
“ Hasarı hatırlıyorum”
Başka bir düş lazımdı bana biliyordum
Başka bir düş yazdım bize
Ama engel olamadım
Cismim yine siyaha boyandı
Büyüyordu nefesindeki endişe tohumları
Giderek daraldı bakışlarımın derinliği
Bir yapraktım yine
Savruldum
Ama ilk defa hissettim böyle bir teslimiyeti
İnan başka bir düş yazmak istiyorum bize
Yeni bir döngü
Ama
“ Hasarı hatırlıyorum”
Hasar çok büyüktü
Beyaz bir ışık
Gözleri kör edecek kadar parlak bir ışıkla gelmişti bu sefer döngünün sonu
Büyük bir patlama
Fazlaca karmaşa
Sonrası
Kayboldu
Öncesi de
Hiç olmamış gibi silinip gitti
Yine de
“ Hasarı hatırlıyordum”
Hasar çok büyüktü
y...
aynı döngüyü yıldızlara anlatıyoruz her gece.anlamı kainatın ayetlerinde aramak.sanatın çoğulluğu gibidir tekil anlamlar.çünkü insanın vedasında yeni bir başlangıç saklı tutkuyla çizilmiş sınırlarda dolaştığı.hasara uğramış bir beynin hafızada yaşaması sahte erinçleri.işte gökleri tutuşturan hicranda gizlidir yontu ve kutsalın savaşı.şeytanın hicabına bırakışmış hüzünle soluklanmak baharı.bir anın içinde sonsuzluk gibi zamanın durduğu anlar.yalnızlığın mührü kederlerde.ülke gerçeği gibidir dizelerdeki akışkanlık.bir intiharın çiçek açması gibi saksıda.böyle utanç duymanın rahatlığı var balkonlarda.kendine seslenen bir şiirin süslenmesi acının tortusuyla.
24
Bir Kül Reçetesi
ramazan boran
Ah herkes susarken
Havarisiz kaldı aksâda aşk
Biraz yorgun
Biraz da korkaktılar
Hıçkırıklı bir âmin gerek yeni tarihine sevdanın
Harap düşüp arafta yandılar
Evrenin karanlığına bir borcun var
Unutma
Bir gün var sayacaklar güneşi
Yıldızları ve ay’ı
Onlar da rahat bir nefes alacaklar
Ah o polen bakışlarından sürgün yenilen
Yoksul bekleyişlerin baharına cemresi bir türlü düşmeyen
Mevsimler sevimsiz
Isırganımsı öpücüklerle geliyorlar
Şu Leylâ’nın yörüngesinde
Mecnun turunu tamamladı
Aşk tutuldu
İzin yok sevmeye!
"Eskidendi
Ama çok eskiden"
Gülüşleri yaratılış beyazı
Ay yüzlü peygamber
Kendi zindanından yayılan dumanlarla
Tebessüm ederek taşlara
Bir aziz gelincik çiçeği gibi açıvermişti saraylara
Zaman öyle değil!
Var ettiğimiz vuslatlar yok şimdi
Dikenler sultan dallara
Güller sevimsiz
Kırmızısı ısıtmıyor
Fitilini tutuşmuyor kalplerin
Sarılırsın üstündeki ışığa düşman geceye
Bu sevda denizinde boğulmak bir tercih değil
Nasırlı kıyılarda şimdi dalgalar perişan
Ey gönül dergâhına afetler salan
Hangi çığlığın meâli
Hangi isyânın farz-ı muhâli yorumlansın da
Derdini sana anlatsın
Can çırpınıyor çilesiyle bir köle gibi
Ferman sevimsiz
Utangaç dudağından kaç şafak ısmarladılar
Sırtında zemheri taşıyan yalan yıllara
Tellere darılan soluğuyla
Özgürlüğü sabrıyla selamladılar
Yıkıldı kale’m
Gam dehlizinde başıboş gezen düşüncelere ağıt yakan
Ne içini yakan rüzgâra aldırıyorum
Ne de yaza
Ah benim aynalarda soluksuz savaşım
Bak
Seferberliğini ilan ediyor gökte bulutlar
Hükmünde ismim sıcak
Birazdan kurşunlarını yağdıracak
Hayatla ölüm arası kaç nefeslik menzilmiş
Bir gün anlatacaklar
Ey duvardan duvara anılar yıkan
Sana özlemin son molasıdır bu
İsâ niyetine
Canımı çarmıha yazdılar
Ne zor bir kavram
Ne zor bir cendereymiş unutulmak
Üşüyerek kaderden korkan
Vakti geldiğinde üzünçle sönen mum aleviymiş
Ölümü takdir edilen hicran
(r)
ölümünden sonraki dönemi hayatta yaşayanlar.bunları haksız çıkarıyor zaman.unutulmak yok olmakla eş anlamlı gibi hayatın manasını teslim ediyor karanlığa hiç yaşanmamış gibi hatıralarda.
25
Sayrı
geldiğim tozun rüyasından düştüm
bana isim verecek sessiz bir taşın üstüne
başka bir yer yoktu
içimin kumunu gizleyebileceğim
çok sık basıldı gölgeme, şeylerin kalbi ile
yüzlerin ve gürültülerinin muazzam dehşeti içinde
hatırlamaya benzerliğin ışığı ve olmayana yakınlık
alevin çiçeğe indiğiydi, zamanın külü sevdiği
bilinmeyen bir siyahın dudağını geçtim
geçer gibi sizden, size benzeyenden
başka bir yer yoktu ağzımın kalbini besleyen
başka bir yer yok
kalbimin kendi buketini toplamasına izin veren
ah bu tekrarlar pençesi, üzgünüm korosu
azıma alışın, çoğumu iyi hatırlayın
yükseldim kendimden, kanatlarımı bağışlayın
bu sizin ölü kuşunuz, “çok sevmiştim” duruşunuz
fısıldıyor yaram
bıraktığınız gölgelerden
ağrımın kulakları sağır
ama sizi hep tanır bir yerlerden
gün döndüğünde ve sıradan alevler söndüğünde
yaktığım ateşin kızılından düştüm
bana iyi gelecek sert sevişmeler üstüne
zamanın ve gerçeğin ağzından daha zehirli
bir kalbi yoktu beni oynayan kadının
yarasa çığlığı, kirpi ikilemi, karga telaşı
kendi sesinde yaşadı
nemliyle yankılanan hoş boşluklara karşı
kırbaçladığım hayatın sırtından düştüm
bana çiyini verecek çimenlerin üstüne
çok sık basıldı gölgeme, gidenlerin ayağı ile
çok sık basıldı
yara yara, ağrı ağrı, veda vedaydı
giden sanrı, kalan ise hep Tanrıydı.
30.03.2022
jir gnsk
iyleşmiş yaralarıyla avunan zaman dışılığın cerahatı boşalıyor alnından.bir çeşit kanıtlanması insancıllık adına tertiplenmiş yalanların.zoraki peygamber ıslığına yakalanmış zaman.kanatıyor kedilere sürünmenin imkanı için yaşlanmış ağaçları.işkenceden sonraya sarkmış ağıtlara inanmış gökyüzü için haklı çıkacak davalar.bunlar yerkürenin gerçekleri diye oynuyor her sabahın başlangıcında.akşamın yorgunluğu için demlenmiş çaylar.bunlar hatiraların sığındığı bir göl kadar sancısız geçiriyor günleri.
26
Hüseyin Alacatlı; Bir Şair ki Artık Yok
Hüseyin Alacatlı 1967’de Refahiye’de doğdu. Babasının memuriyeti nedeniyle Türkiye’nin çeşitli yörelerini görme ve buralarda yaşama imkanı buldu. 1989’da Gazi Üniversitesi, Gazi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Eğitimi Bölümü’nü bitirdi. Isparta’da edebiyat öğretmeni olarak bir süre görev yaptı.
1992’de Atatürk Üniversitesi Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde Araştırma görevlisi olarak çalışmaya başladı. “Behçet Necatigil’in Radyo Oyunları” üzerine yüksek lisans tezini verdikten sonra, “Türk Hikayesi Yapı ve Tema Hususiyetleri” isimli doktora tezini tamamladı. Alacatlı’nın şiirleri Palandöken Sanat Edebiyat, Hece, Karçiçeği, Dergâh, İlkyaz, Ya-ba Öykü gibi dergilerde yayımlandı.
Hüseyin Alacatlı, 23 Mayıs sabahı şofben zehirlenmesiyle (LPG) suretiyle intihar etti. Yakın dostlarından Nazir Akalın, Dergâh dergisinde Alacatlı’yı şöyle tasvir etmişti: “Yakışıklı, sevecen, mütevazı, utangaç, güzel yüzlü, muhatabına emniyet telkin eden ve kendisine saygı duygusu uyandıran pırlanta gibi bir gençti.
Şairdi, hüzünlü ve ince bir sesi vardı.” Hüseyin Alacatlı’nın şiir dosyası ölümünden sonra dostları tarafından “Harflerin Ülkesi” ismiyle yayımlandı. Alacatlı evli ve bir çocuk babasıydı.
MASAL ÇOCUKLARI
Tıfıl kollarıyla çekip masal çocukları
Attılar kör bir kuyuya bana hiç sormadılar
Uykuyla uyanıklık arasında
Uçurumlar geçtim, yaralanmadım
Durdum bir vadide, yorulmuştum
Birden karardı renkler, masal çocukları
Sardılar bir yanımı, kılıçlarım
Korumadı yağmalardan, korumadılar
Tıfıl kollarıyla pazar pazar
Sattılar beni, bana hiç sormadılar
Birden açıldı gözlerim
Harflere alıştım sonra
O kadar alıştım ki kurşundan
Harfler döktüm kendime
Ürperdim, göğe baktım; yıldızlara
Her birinin hikayesi vurdu yüzüme
Bir kelimeyle dönen bela çemberine
Attılar beni bana hiç sormadılar
Adem Eyüp Yılmaz, Edebiyat ve İntihar kitabından
27
Ozan Can Türkmen, Ölüm Karinesi
ile İZDİHAM
Meşgulüm
Uyumamak bir olumsuzdan tek başına
Bir eylemin kendi andına para bastırmış,
Hutbeye yetiştim
Nefis atlarını surlarıma sürüyordu.
Bütün zamanın geçmesini bekliyorum
Hâlâ geçiyor
“sürat bir şeyin bitişiği, sonudur.”
–bir çocuğun cevabı– bundan kendime yol izni
İstanbul şeritsizce tıkanır
Gidememenin kırmızı denizi
Çağır sirenlerle öldü ölecek
O Musa karşıya geçsin
Suda başlayan mektupları yakmak şimdi
Tanrı’yı her belediyeye işçi sokmaz mı?
Tek tanrılı sistemde üstelik
İlerde çok yalnız kalıyor.
Bizi giydirip sokaklara çıkarmak,
Akrabalığın kırmızı kravatı,
Yaşadığınızı kanıtlayın emirleri sonra
Uygun sıkıntı faizleri,
Bir kadını sevmekten alınan vergi,
Kazanın sonra sevinmek için her yola
Üzülmeyi herkes iyi beceriyor aferin
Ölüm oranı daha düşük
Öldüm ve kimse üzülmesin diye
Biraz daha yaşarım sorun olmaz.
Dört yıl geriden otururum sofraya,
İki yıl geriden olumlarım kolay,
Yüz iki yıldan zırh tamiri
Ben kendimin anısıyım.
Kendi çocukluğunu evlat edinmiş,
Erken yaşta kaybetmiş
Ve cenazesinde genç kadınlara
Sarkıntılık, aklına komik bir şey
Ben kendimin
Bir kere anılmış
Ve çıkmıyor akıldan.
Ozan Can Türkmen, Az Önceki Oda
şair bir kutsalın çığlığına bağlamış umutları.hayata anlam kazandırmak için yorumluyor günceli sıradanlığa karşı.hayatın sığlığına karşın düşüncenin derinliği.böyle bir çelişki var toplumda.onun için iklimleri çözüyor tabiattan.kalanların hikayesinde saklı tutulmuş ölümün hüznü.
28
Hüseyin Akın, Sıfır Sermaye
ile İZDİHAM
Bank Asya’nın önünden geçerken Erincik’e
Şiire dön demiştim ceplerindekini boşalt
Tam göğsünden bir kadın havalanmıştı birden
Dedi ayazda bir el üşürse yalnızlıktan
Burada duramayız güneye gitmemiz şart
Herkes gitsin güneye aklımız burda kalsın
Yeter bize kasavet, boş günlerin erinci
Dönülürse şiire bir kadından dönülür
Beklenmedik bir anda çıkar gelir bakarsın
Ödünsüz sevilmenin böyle olur sevinci
Düşünce paltosundan bu soruyla doğruldu
Sigaradan emekli kaldırımdaki adam
Neyi var neyi yoksa düştüğü yerde buldu
Doğrultmuştu bir anda sermayeyi sıfırdan
Allahtan ki şairdik Allah bizi korudu
Daha bir sürü soru cevabı bilinmeyen
Kim getirir geriye karanlıkta kör taşı
Gözünden kaçan o kuş ne arıyor ensende
Yağan bir kır uykusu sabaha dek dinmeyen
‘Bir taş bir kuşu bulur’ görsen de görmesen de
Aşktır o düşer düşmez bir şarkının diline
Sen uzanıp da yerden toz kaldırayım derken
Şımartır ham üzümü sağ geçirse eline
Yerle gök arasında saklandığımız yerdir
Kime sorsan söylerler düzyazıdan geçerken
Hüseyin Akın
şiirle yüceltmek dağları utangaçlığın deltasında.gülümse kaderine şarkısı gibi akla ilk gelen şeylerin mahcubiyeti.kalp kırılmıştır bir yerde sokakların tozunu alan.kim anlamsızlığa kiklitlemiş uykuları tarihin mahzenlerinde.bir cahil cesareti gibi yüzlere umut serpen güvercinlere aldanma.bekleyeceğiz sabrın kemaline ermiş hüzünleri.ilk cemre gibi baharın ağrısıyla rüzgara bırakıp sevdaları.
29
ceza
göğü unut
tek başına ölmüş bir karanlık ol
banliyö trenlerinin camından bakan yenilgi gibi
bak, denizi nasıl denetliyor martılar
uzaklaşıp git, kendinde eri, çözül
değil mi ki orda yoktun.
gemi enkazlarının dibindeki katranla hesaplaş
limandaki halatların arasına sıkışmış yengeç gibi
çaresizliği incele, bir sonuca var yalnızlığından
hani ilk rüzgârla düşen yapraklar vardır
onlara oy ver, yaşamıyor olmayı seç
değil mi ki söylemedin.
çalışkanlığın haritasını çizen karıncaları gözet
ağaçlara koş, köklere yalvar
kiminse kumdaki ayak izleri, onu bul, tartış
takip edilen bir pars gibi
geceyle arandaki boşluğu ölç
değil mi ki göremedin.
Salih Bolat
hayatın gizemi konusunda tavsiyeler.sesindeki yabancılığa karışmış beyoğlu güzelleri.çözmek bilmeceyi onurlu bir savaşın gizeminde.tutukuyla sarılmak bahara kurşunlardan korunmak için.bu vahşeti açlıkla ölçmenib kibri köpürtüyor zülmü adeta.yarınsız bir gecenin hatırasında bulmak kayıpları.yalnızlığın bir keder olduğunu bilmek için.güven duymak adına yaşamak için yabanıl güneşleri.terin soğumadan sofraya oturmak örneğin.uzakta kırlangıçlar ölü şarkılarla yaşıyor.başlıyor antilop göçü afrikada.
30
Cesar Mendoza, Acı Çekene Saygı
tanrı’yla aynı fikirde değilim
intihar edenlerin
cehenneme gideceği konusunda.
kainatın yaratılışına
katılmaktan bıktığımda ruhum,
intihar edeceğim ben de
denenmemiş bir yolla.
nerdeyse bütün akıllı kalpler
intihar edip siktir çekmiş yeryüzüne.
ben ateist değilim, babasıymış gibi
tanrı’ya küsen bir çocuğum.
eğer tanrı intihar edenleri ve nietzsche’yi
cehenneme gönderirse
cehennemde yanmayı tercih ederim ben de,
tanrı dürüstlüğü sever.
tanrı’nın hayal gücünü beğenmiyorum.
ben tanrı olsam
peygamberler göndermez
direk konuşurdum insanlarla.
ben tanrı olsam
hitler’i iyi kalpli bir yahudi olmakla cezalandırırdım
yahut yetenekli bir yazar yapardım onu.
içindeki kötülüğü insanlara değil
tuvallere boşaltırdı.
ben tanrı olsam;
devletler yok olur
gül kokulu bireyler var olurdu sadece,
atlar çılgın zamanlar koşardı.
ben tanrı olsam
düşünce gücüyle herkesin
istediği karakter olmasını sağlardım,
dünya bir şiirin
yaratılım sürecine dönüşürdü böylece.
ben tanrı olsam intihar ederdim
insanlarla birlikte
acı çekmeyi öğrenemediğim için.
Cesar Mendoza
bu şiiri yıllar önce ilk okuduğumda derin anlamlar bulmuştum anlatımında.tabiki dünyayı güzelleştirmenin yolları var.herkesin kardeşçe yaşıyacağı temennisine katılmak hayatın içinden seslenmektir belkide.tanrı olmanın dünyayı daha insan cıl yapmaya yetmeyeceği kanısını güçlendiriyor çözümü intiharda bulması nedeniyle.şiir bir farkına varış olduğundan ders çıkarmak gerekiyor kötülüklerden belkide.ama bunu başaramazsa insan savaşın bir çözüm olmadığı anlaşılmış demektir.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.