- 401 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
TAKSİTLE ALDIĞIM ZEYTİN
Anılar
TAKSİTLE ALDIĞIM ZEYTİN.
Güneşli sabahlarda uzun yolları yürüyerek ulaşırdık ortaokulun sabahki ilk dersine. Zamanla yarışmaktı bizimkisi. Nöbetçi müdür yardımcısı biliyordu; Sabah sekizde başlayan derse yetişmek için saat dörtte yola çıktığımızı. Sırtımızda bir hafta boyunca yiyeceğimiz ekmeklerimiz elimizde yoğurt kabıyla. Yükümüzü kaldığımız, öğrenci evine bırakmaya zamanımız olmadığından, gide gele tanıştığımız, okul bahçesine bitişik tek katlı dükkânı işleten bakkal Remzi efendiye emanet eder bahçeye koşar adım girerdik. Bu tanışıklık işimize de yarardı. Paramız olmadığında veresiye alır deftere yazdırır bir sonraki hafta öderdik. Vereceğimiz cevap hiç değişmediği halde, bizi gördüğünde, her seferinde “yine köyden geliyorsunuz değil mi?” diye soran, okulumuzun müdür yardımcısı Recep Bey, sonra sırtını bize doğru döner, gelen gidenin olmadığı kapalı bahçe kapısına doğru dönerek bağırırdı.
“Koşun. Koşun. Sallanmayın.”
O yıllarda cumartesi öğleye kadar eğitim öğretim vardı, öğleden ailemizin yanına gitmek için yayın çıkardık yola. Köylerden gelenler çoğunlukla kamyonla gelir kamyonla dönerlerdi fakat biz kamyona bir hafta sonu binsek üç hafta sonu binemezdik. Çünkü kamyoncuya verecek paramız olmazdı. Nasıl olsa, gideceğimiz yer baba evi olduğu için, giderken çok acele etmezdik. Mevsim ve hava şartları uygunsa, hafta başı üç saate geldiğimiz yolu hafta sonu beş altı saate ancak giderdik.
Son sınıftaydım. Derslerin yanında tanınmış yazarların romanlarını okuyorduk. Fakir Baykurt’un Efkâr Tepesi romanı yeni çıkmıştı o yıllarda. Onu okudum. Önce sessizce düş kurdum. Bir gün bende yazacağım diye. Hep içimde cümleler biriktirdim. Köye gidip gelirken arkadaşlar aramızda konuşurken hepimiz bir hayalimizden bahsediyorduk. Sonunda söyledim.
“Arkadaşlar, ben, ileride roman yazmayı düşünüyorum. Okuduğum romanlara benzer yaza bileceğimi düşünüyorum.” Arkadaşlarımın da vardı başka düşleri. Ama önce hayat bir yerinden tutunmakta gerekliydi.
Öğretmen okuluna başladığımda hevesim iyice arttı. Çünkü okul dergilerinde yazmaya başlamıştım. Yazdıklarımı okuyan beğenen teşvik eden arkadaşlarım oldu. Okuduğum kitaplar giderek arttı. Hayatta aldığım ilk ödülüm, okul kütüphanesinden en çok kitap okuyanlar arasına girmiş olmaktan dolayı idi. Öğretmen okulu öğrencileri arasında bir öykü yarışması düzenlendi. Kısa bir öykümle katıldım. Okul gazetesinde yayınlanan öyküm, en iyi öykü olarak seçildi.
Ortaokulda hafta sonu ailemin yanına geldim her zaman yaptığımız gibi. Pazartesi sabahı yine çok erken yola çıkarak dönecektim okula. Ekmeği sırtıma, yoğurt kabını elime aldım karanlıkta evden ayrıldım. Yüzü tam görünmese de” annem, bu hafta sonu gelirken canım çok çekiyor. Bana zeytin getir,” dedi. Bir hafta önce babamın verdiği parayla, bu hafta verdiği para aynıydı. Yani harçlığım sınırlı ihtiyaçlarım çoktu. Zeytin için bu harçlıktan para çıkmazdı.
Bakkal Remzi’ye ekmeğimle yoğurdu öğlede okuldan çıkarken almak üzere bıraktım. O günkü derslere ilgisiz bir gün geçirdim. Aklımda annemin istediği zeytin vardı. Öğlede bıraktıklarımı almak için uğradığımda; “hafta sonu giderken bir kilo zeytin istiyorum,” dedim. Parasının veremem. Ama zeytini her şartta istiyorum. Çünkü annem ilk defa benden bir şey istiyor.” Son olarak da ben taksit taksit öderim,” diye bitirdim konuşmamı. İşte okulda dereceye giren öyküm buydu. Dediğim gibi okuyanlar kurgu sanırken ben hayatımdan bir kesit yansıtmıştım beyaz kâğıda siyah kalemimle temiz yüreğimden. Okuyanlar için bir kurgu benim için yaşanmışlığın bende bıraktığı izdi.
Yıllar geçti. Ne zaman bir öykü yazmaya niyetlensem taksitle aldığım zeytin geçer içimden.
İsmet Aci
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.