- 966 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
986 - İNSAN HALİ
Onur BİLGE
“Kaç gündür ortalıkta görünmedin. Camiye de gelmedin. Nerelerdesin arkadaşım? Telefonun da cevap vermiyor. Meşgul çalıp duruyor. O kadar aradım, sana ulaşamadım. Merakta kaldım!”
“Sorma azizim! Telefon epeydir kesik. Faturayı ödeyemedim. Bir bilsen başıma gelenleri! Alnıma bak! Görüyor musun? Yedi dikiş atmışlar.”
“A! Geçmiş olsun! Trafik kazası mı?”
“Hayır. Geçen hafta hanımla pazara gitmiştik. Alışveriş yaptık, dönüyorduk. Aniden beynimde acayip bir şeyler oldu. Başım döndü, gözlerim karardı. Neye uğradığımı şaşırdım! Sanki tezgâhlar etrafımda dönüyordu. Yoksa ben mi topaç gibi dönüyordum bilmiyorum. Yer ayaklarımın altından kayıp gidiyordu. Galiba o halde birkaç adım atmışımdır. Sonrasını hatırlamıyorum.
Elimdekiler etrafa saçılmış. Millet başıma üşüşmüş. Oradakiler telefonlara koşmuşlar. Ambulans çağırmışlar. Gözlerimi açtım, bir de baktım ki hastanedeyim. Başımda doktorlar, etrafımda hemşireler… Alnım yarılmış. Yedi dikiş atmışlar. Dizlerim açılmış. Pansuman yapıp bantlarla kapatmışlar. Sol kolumda bir ağrı… Hastanede epey kalmışım. Başım da ağrıyordu ama kolumun ağrısına dayanamıyorum! Ağrı kesiciler de fayda etmiyordu. Kırık çıkık yokmuş. Öyle dediler. Bir de olsaymış, kim bilir nasıl olacakmış! Hâlâ geçmedi. Kabrin kapısına kadar gittim döndüm, senin anlayacağın.”
“Verilmiş sadakan varmış. Ucuz atlatmışsın! Allah korusun, ölebilirdin de! Kafanı fena çarpmışsın!”
“İyi ki zemin topraktı. Buna rağmen olanlara bak! Ölüm uzakta değil… Yatarken yastığın altında, kalkınca karşımızda… Bunu böyle bilmek lazım… Azrail’in nerede enseleyeceği belli değil!”
“Bu kadarla kurtulduğun için sadaka verseydin!”
“Cebimden cüzdanımı yürütmüş biri. Birkaç bozuk para kalmış. Üç ekmek parası… En çok da gözlüğümün kırılmasına üzüldüm. Bu sıkıntımın arasında… Çerçevesi, camı… Kim bilir kaç lira!”
“Ben de geçenlerde Kapalıçarşı’ya mal götürdüm. Satılanların parasını esnaftan toplayacağım diye göbeğim çatladı! Zaten tamamını değil… Belki yarısından da azını ancak koparabildim… O kalabalıkta, kim çaldı, ne ara arakladı anlayamadım. Zaten aldığım üç beş kuruş paraydı. Balıkpazarı’ndan geçerken çocuklara balık alayım dedim. Öyle iyisine güç mü yeter! Hamsi alacaktım. “Tart oğlum beş kilo!” dedim delikanlıya. Elimi cebime attım. Bir de baktım ki bomboş! Alamadım tabii ki! Nasıl mahcup oldum!”
“Zar zor kazandın, onu da kim bilir hangi insafsıza, merhametsize kaptırdın! Bu devir bozuk devir! Kimin eli kimin cebinde belli değil! Balık baştan kokar! Kötü örnek tez tutulur. Neyse ki sana bir şey olmamış. O kadarla kurulduğuna dua et! Gelen paraya gelsin! Para bulunur, sağlık bulunmaz! Cemiyette iyisi de var kötüsü de… Kork Allah’tan! Kork, Allah’tan korkmayandan! Haram yemeye alışmışlar. Tufeyli geçinmeye… İkimizi de çarptılar desene! Ne yapalım! Nasipten çıkmış.”
“Şimdi nasılsın? Başın, kolun…”
“Daha toparlanamadım. Kolumun ağrısı dayanılacak gibi değildi! İlk gün sabaha kadar uyuyamadım. Buzlu suya soktum. Isındıkça buz ilave ettik. Sol kolumu kullanamıyorum daha. Üzerinize afiyet, biraz da üşütmüşüm. Yaşlılık, evlere bastırılacak gibi değil! Yine de hamdolsun! Şikâyetim yok! İyi kötü her şey Allah’tan… Böyle olacakmış demek ki oldu! Akacak kan damarda durmaz. Bize düşen sabır ve rıza…”
“Fena yaralanmışsın. Allah korumuş! Kafa bu! Şakaya gelmez! Diğer meseleyi halledebildin mi bari? Yani bir şeyler yaparız aramızda…”
“Hangi meseleyi? Para meselesini mi?”
“Olabilir, insan hali… Herkesin başına gelebilir. Dost, dar günde belli eder kendisini.”
“Yine beni şaşırttın azizim! Önce düşündürdün, sonra terlettin, daha sonra yüreğimin üstüne bir ağırlık yükledin. Burnumun direğini sızlatıp gözlerimi buğulandırdın. Sebepler ve sonuçlar üstünde duracak değilim. Sebepleri de sonuçları da hazırlayan Allah’tır. Olaylara kare kare bakma farklı, bütününe bakınca farklı… İlkin farkına varamıyor insan ama sonra tümüne birden bakmaya çalışınca olanları çok daha iyi idrak edebiliyor. Söylediklerin dünyalara değer! Allah razı olsun! Ben para pul derdinde değilim. O nasıl olsa olur. Allah rızka kefil! Gönül insanının gönülden başka derdi olur mu! Senin dostluğun yetiyor bana. Teşekkür ederim.”
“İç ve dış mesellerimiz malum… Onca problemimiz orta yerde dururken, beynimin kıvrımlarında binlerce soru cirit atarken sana nasıl yardımcı olabilirim bilemiyorum. Elimden geleni yapmayı teklif ederek içimi ferahlatmaya çalışıyorum. Gururunu kıracak bir şey dediysem affet! Öyle bir niyetim olamaz, biliyorsun.”
“Senin suçun yok. Başıma gelenler, pişmiş tavuğun başına gelmedi. Bakma şikâyetsiz katlanmakta olduğuma. Bazen dayanamaz hale geliyorum. Öyle ya… Sabır da bir yere kadar… Tahammül gücü sonsuz yaratıklar değiliz. Öyle bir an geliyor ki ağrılı yüreğime Ağrı dağından daha ağır yükler biniyor ve çökertiyor beni! Onun için bir dost arıyorum derdimi paylaşacak. Aynı dertten mustarip bir dost… Bir bakışından cesaret, bir tebessümünden güç, bir sözünden ibret alabileceğim bir arkadaş… Yüzlercesinin arasından biri çıkıyor! O sen oluyorsun! Titreyen dizlerine, bükülen beline rağmen sürünerek de olsa o yükü omuzlarımdan almaya çalışıyorsun. Bu ne kadar güzel bir nimet! Ne büyük bir mutluluk sebebi benim için! Sonra biz yol arkadaşlığı yapıyoruz. Menzile sürünerek de olsa ulaşmak, ulaşamasak da bu yolda can vermek niyetiyle… Az şey mi bu! Sana nasıl teşekkür etsem az! Sağ ol! Var ol!”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 986