- 356 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Türküler Kekelemez...
Dergideki işimden ayrılmışım. Dergi dediysem de, öyle kültür- edebiyat, şiir, sanat sanmayın. Esnafa yönelik kamu işletmeleri ile ilgili bir yayındı. 97 ya da 98 yılı olmalı. İbrahim Halil’le, o yıllarda tanışmıştık.
Antep’liydi. Yakın coğrafyalı olmanın yakınlığı mı, tanımazdan evvel bir kaç gün evimde misafir kalışından mı, hayatımın sonraki evresine monte olmuş arkadaşımdı. Kekemeydi İbo. Hem de , ağır kekeme. Ağır kanlı, utangaç, sakin...
Sonradan öğrendim ki, çok güzel türkü söylüyormuş bizim İbo. O zamanlar Hamamönü bir alem. Sazını alan bozkır delikanlıları, bir şekilde Angara’ya ses vermeye gelip, birbirlerini orada bulurlardı. Bizimkinin türkü söylediğini öğrendiğimden beri, sanki bir sırrın ortağıymışız da, bu sırrı eylemleştirmek istiyormuşuz gibi, her Keçiören’den Cebeci’ye gelişinde, kendisini Hamamönü’ne götürmemi isterdi. Yol, iz bilmediğinden değil. Utangaçlığı, kekemeliğinden daha göze batar vaziyetteydi. Tahta sandalyeli kahvelerden birinin müdavimi olmuştuk. Sabahları kalkar, Tevekküller Sokaktan yürüyerek, Hamamönü’ne adımlardık. Garibim, onun menajerliğini yahut, çevirmenliğini yapıyor muşum da, bana borçluymuş gibi, yirmiye yakın simit alırdı, yol üstündeki bir fırından. Çaylar da benden ha Ağam ! derdi, kekeme de olsa, Antep şivesiyle. Bazen, ciddi bir şey soracakmış gibi , " Lan İbo, erkek kürkü yırtık kel kör kirpinin kürkünü dişi kürkü yırtık kel kör kirpinin kürküne eklemişler " de hele, derdim. Mahcup biçimde gülümserdi. Neden yapardım bilmiyorum ama, alınmazdı bana. O, mahcubiyet içinde gülümseyince, içimden kızardım kendime.
Yine bir sabah düştük yola. Peynir de alak olum ! dedim. Yol üstündeki bakkaldan iki kutu üçgen peynirle, iki paket sigara aldım. Her zamanki kahvenin önünde, üstümüzdeki karları silkeleyip, ayaklarımızın çamurunu kaldırıma sürtüp temizleyerek içeri daldık. Ağır sigara dumanı altında birisi sazını çalıyor. Diğerleri onu dinliyordu. Çaylar geldi. Eski gazete isteyip masaya serdik. Simit var arkadaşlar! dedim, isteyen buyursun diye ekleyerek. İkinci bardak çaydan sonra baktım bizim İbo, kara kuru bir çocuğun çaldığı saza kilitlenmiş. Gözünü ondan alamıyor, elindeki çeyrek simidi unutmuş. Yine menajerlik vaktimin geldiğini anladım. Nerelisin sen gardaş? diye sordum. Yozgat’lıymış. Karacaoğlan’ın , güzel ne güzel olmuşsun türküsünü mırıldanıyordu bizim İbo yolda gelirken. O türkünün ismini söyleyip, çalabiliyon mu ? diye sordum, kara kuru oğlana. Nasıl bir türkü abi? diye sorunca İbo başladı söylemeye. Bir kaç saniye türkünün seyrine bakıp, sazıyla girdi o arkadaş. Görevimi yapmış olmanın rahatlığıyla, kabanımı çıkarıp, sandalyenin arkasına astım. Kahveciye işaret edip bir çay isteyerek, aldığım sigarayı açarak yaktım.
Aynı türkü müydü, başkasını mı dinliyorduk bilmiyorum , " herkes ayağa kalksın " diye bir ses duydum. Ardından, küçük el radyolarına benzeyen telsizden yayılan cızırtılı sesi. Kalktık ayağa. Kimlikleri çıkarın! dedi, polislerden biri. Ne oluyor gibisinden, birbirimize bakıyoruz. Cüzdandan çıkarıp elimde tutuyorum kimliğimi, aramızda gezinen ve kimlikleri kontrol eden memuru beklerken. İbo’nun yanına geldi aramızda gezen polis. Nüfus cüzdanı dedik, bu ne diyerek, İbo’nun uzattığı öğrenci kimliğini yere attı. Daha da ağırlaştı, durumu anlatmaya gayret eden İbo’nun rekaketi. Bir kaç saniye anlar anlamaz İbo’ya bakan polis, " dalga mı geçiyon lan sen amına goduğum, demin türkü söylüyordun " diyerek bir yumruk attı, sormayın.
Anlık oldu her şey. Karşıdakinin polis olduğunu unutup, yakasından tutarak kendime çevirdim. Olan oldu sonrasında. Dudağım patlamıştı, kahvenin oraya anonsla gelip, bizi karakola götüren minibüs geldiğinde.
İbo’nun eniştesi Keçiören’de komiser muaviniydi o zamanlar. O geldi. Olayı anlattık. Kahvedeki adamlardan bazılarını karakola alıp onları da dinlediler. O tarihte polise kafa atmanın cezasını çekmek zordu. Benim dudağım, kaşım patlamış vaziyette ama, illa polisin durumu konuşuluyor. Çıktık karakoldan. " Ne yani, hem polise kafa atacak, hem elini kolunu sallayıp çıkacak mı bu " diyerek üstüme yürüyen polise bir komiserin, aynı İbo’ya kahvedeyken sövmesi gibi sövmesi üzerine sakinleşen o polisin önünden geçerek çıktık.
Ondan sonra cumartesileri gelmedi İbo.
Anadolu’da bir vergi dairesinde göreve başlamıştı. Yıllar içinde azalan kekemeliğinden de kurtulmuştu. Çok sevmezdim fotoğraf çekilmeyi. Bir resmimiz yok.
İbo da göçmüş...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.