- 787 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
972 – BİRBİRİNİN HER ŞEYİ
Onur BİLGE
“Bunlar, birbirlerinin her şeyleri olmak için evlenmiş olan insanlar. Ne yazık ki hemen hemen hiçbir şeyleri olamamışlar. Beğenmediğim evliliğim bile böyle değildi. Bunlar, gönüllü beraberlik değil, zorla alıkoyma gibi bir şey. Hapishane hayatı desem, içinde işkence bari olmaz! Nedir bu kadınların çektiği!”
“Dedeciğim, birbirinin her şeyi olmaktan bahsettin de aklıma Goethe geldi. Frau von Stein’a yazdığı veda mektubunda “Biz birbirimizin hiçbir şeyi olmayacaktık ama her şeyi olduk.” demişti. Hani, hayatının sonuna kadar kalacağı Weimar’a geleli henüz bir yıl olmuştu. Yirmi yedi yaşındaydı, otuz dört yaşında, evli ve dört çocuklu asil bir kadına âşık olmuştu ya… O zamanlar, bir yıl önce yazmış olduğu “Genç Werther’in Acıları” onu yalnız Almanya’da değil, neredeyse Avrupa’nın her yerinde ünlü etmişti.”
“Evet, hatırlıyorum o kitabı. İstanbul’da alıp okumuştum. O zamanlar ben de çok gençtim. En samimi arkadaşının sevgilisi Charlotte Buff’a olan aşkını anlatıyordu. İmkânsız bir aşktı bu. Onu acılara gark etmişti. O zamanlar ben de Nesrin’e âşıktım. Benim çektiğim ıstırabı da dile getirdiği için defalarca okumuştum o kitabı. Ben de onun gibi sevdiğim kadından kaçmaktan başka çare bulamamış, ona karşı olan duygularımı yaza yaza bitirememiştim. Bu bana tatlı bir azap veriyordu ama deşarj olmamı da sağlıyordu. Yazmasaydım delirecektim!”
“İşte o kitabı yazdıktan sonra âşık olmuştu o soylu kadına. Kültürlü ve zarif bir kadındı. Ona olan büyük hayranlığı aşka dönmüş, sıradan bir genç kıza âşık olup, onunla evleninceye kadar sürmüştü.”
“Bir çiçekle bahar geçmiyor. İnsan, defalarca âşık olabiliyor. Demek ki aşk, sadece beğeni ve hayranlığa bağlı değil. Yüreğin sevebilme kapasitesiyle ilgili… Öyle olmasaydı belki de bir insanın hayatını altüst etmeye bir kişi yeterdi. Gerçi birkaç kişi olsalar da mahvediyorlar ya…”
“Senin hayatındaki Nesrin’i ben Charlotte Buff’a benzetiyorum. Adını herkesten gizlediğin son aşkını da Goethe’nin büyük aşkına… Acaba hanginizin mektupları daha duygusal? Senin de yüzlerce adressiz aşk mektubun var. Acaba onlar yayınlandığında da yer yerinden oynayacak mı?”
“Benzer yanlarımız var. Ben de “O benim her şeyim olacak!” diye egoistçe yola çıkmamıştım. Yola çıktığımın farkına bile varamamıştım. Zaten birbirimizin bir şeyi olacak pozisyonda değildik. Onun haberi bile olmadı. O benim her şeyim oldu. Öyle ki kendimi unuttum, yok ettim!”
“Senin ona olan aşkın, taparcasına denen cinstenmiş. Aslında Allah’ı öyle sevmemiz öneriliyor ya…”
“Ya, evet! Bir çeşit şirke girmişim, farkında olmadan. Bir kulu ilahlaştırmışım! Kendim yaratmış, kendim tapmışım! İkonam olmuş. Siyah beyaz, vesikalık bir resmi vardı bende. İkon gibi dururdu evimin en güzel yerinde. Bakmadan duramazdım, görmeden edemezdim. Maalesef hiçbir zaman ben onun hiçbir şeyi olamamışım. Değmezmiş ama neylersin! Bir beladır geldi başa! İyi ki Kaptan kesti yolumu! Yolum sarpa sarmıştı. O halde can verseymişim, cehennemi boylayacakmışım! Yine de ne olacağım meçhul ama bir o kadar da ümitvarım.”
“Aşk, her yaşta var. Belki de şairler için öyle… Goethe, yirmi altı yaşındayken Avrupa’yı sarsmış, kırk yaşında başarısız olmuş. Seksen yaşına geldiğinde ünü dünyaya yayılmış. Yetmiş dört yaşındayken, karısı ölünce on dokuz yaşında bir kıza âşık olmuş. Ona evlenme teklif etmiş. Tabii ki reddedilmiş. Kim bilir ne kadar incindi, üzüldü ve ağladı.”
“İyi ki ben öyle bir şey yapmaya kalkmadım! Aşkımı söylemedim bile. Bir de evlenme teklif etmek! Zaten nasıl çıkabilecektim ki ortaya! Elde yok avuçta yok. Sefalet paçadan akıyor. “Ayranı yok içmeye…” derlerdi adama. Alyans bile alacak gücüm yoktu. Kıt kanaat yaşamaya çalışıyordum. Bir de borçlarım! Alacaklılarla karşılaşmamak için köşe kapmaca oynuyordum.”
“O yoklukta öyle muhteşem bir aşk! Mektuplarını daktiloda yazarken sana gıpta ediyorum. Gün ışığı görmemiş duygular… Yoğun acının yüreği tatlı tatlı acıtmasından alınan haz… Demek ki dede, insanın elinde gençlik, yakışıklık, mevki, parasal güç gibi hiçbir şey olmasa dahi iç dünyasında anlatılmaz güzellikteki duygularla aşkın doruklarına ulaşması imkânsız değilmiş. Yetmiş dört yaşında bile âşık olunabiliyormuş. İlle de ille karşılıklı olacak diye bir şart yok ya… Kim bilir kaç kişi âşık olmaya can atıyordur ama o yürek onlarda yok ki mahrum kalmışlar. Sevebilmek de ayrı bir vergi insana. Belki de sanat ve sen bu sanatın erbabısın. Ustası… Piri…”
“Mübalağa etme Semiray! İsteyerek olmadı ki! Bir de baktım, boğazıma kadar içine dalmışım!”
“Âşık olduğunu anlayan, ayrı dünyaların insanları olduklarını göre göre o duyguyu içinde yaşatmaya neden devam eder acaba?”
“Dünyanın en güzel duygusu olduğundan… Aşk, öyle büyük bir haz verir ki her şeye rağmen! Dünyaları verseler vazgeçmek istemezsin!”
İlhan’ı düşündüm o anda. Acaba biz, aynı dünyanın insanları mıydık? Bu soruyu ona sormadan önce kendime sormam gerekmez miydi! Ya ben neden yok etmeye çalışmıyordum o büyülü duyguyu? Ne olabilir ki aramızda? Bir şey olacak olsaydı, bu zamana kadar olurdu. Bir kere olsun konuşurduk en azından ya da iki satır yazardı.
Keşke Define gibi romantik biri olsaydı! Şair ruhlu yani… Onun, sevdiği kıza yazdığı gibi harika mektuplar yazsaydı bana! Her mektupta farklı bir isimle hitap etseydi! O da onun adını sır gibi saklıyor. Sorsam, bana söyler mi acaba?
Nasıl biriydi İlhan? Hakkında hiçbir şey bilmediğim biri… Duyguları karakutuya kayıtlı bir uçak… İçinde olup bitenleri öğrenebilmem için düşmesini mi beklemem gerekiyor!
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 972