İSTİKLÂL MARŞIMIZ
DOĞUŞU
Sözlerime, istiklâlimizi terennüm eden, milletçe hürriyet ve istiklâlimizi bütün dünyaya haykıran, Türk İstiklâl Marşının millî marş olarak kabulünde, başta bu marşın mimarı millî şairimiz Mehmet Akif Ersoy olmak üzere, bu marşa ilham kaynağı olan İstiklâl Savaşımızın kahraman şehit ve gazileri ile bu marşı verdikleri isabetli kararla, bizlere millî marş olarak hediye eden Birinci Meclisin üyelerinin aziz hatıraları önünde saygı ve tazimle eğilerek başlıyor ve bunu bir şükran borcu biliyorum.
Bilindiği gibi millî marşlar, milletlerin bayrakları gibidir. Bayrak ise milletin istiklâl alametidir. İşte millî marşlar bu istiklâli terennüm eder.
Biz devlet kurmada da usta bit milletiz. İstiklâlimizi temsil eden bayrağımızın şekli ve rengi ne olursa olsun yüzyıllar boyunca nesilden nesile, devletten devlete millî bir emanet olarak devredile gelmiş vatan sevgimiz, hürriyet aşkımız, zaferlerimiz neşidelerimizde, destanlarımızda, tuyuğlarımızda, kasidelerimizde dile gelmiş, terennüm edilmiştir.
Türk istiklâlini temsil eden bir anlamda, istiklâl marşları diyebileceğimiz bu millî musiki Osmanlı mehter musikisinde güfteleri ve besteleriyle çoğu günümüze kadar ulaşmıştır. Ne var ki 19. yüzyıldan başlayarak, başka milletler millî marşlarını tek ve kesin bir şekle bağlamış, diğer milletlere duyurarak resmîleştirmişlerdir. Osmanlı Devletinin ise Cumhuriyete kadar kesin bir İstiklâl Marşı olmamıştır. Savaş ve zaferlerin heyecanı ile o günlerin hatıralarını terennüm eden marşlar olmuştur.
İstiklâl Marşları, milletlerin buhranlı devirlerinde doğarlar ve o devirlerin duygu, heyecan ve arzularını yansıtırlar. Türk İstiklâl Marşı da milletimizin yakın tarihinde yaşadığı en buhranlı ve en sıkıntılı bir devirden, İstiklâl Savaşının ortalarında doğmuştur.
Bu sıralarda vatanın her tarafı, o günün en modern silahlarına sahip düşmanlar tarafından işgal edilmiştir. Türk Milleti canını dişine takarak, Atatürk’ün önderliğinde bir ölüm kalım savaşının içine girmiştir.
Bu acılı ve sıkıntılı günler içinde millete ve orduya bir ümit volkanı olabilecek, bir millî marşın yazılması düşünülür. Bunun için Maarif Vekâleti 1920’de İstiklâl Marşı yazılması için ülke içerisinde bir yarışma açar. Müsabaka sonunda seçilecek şiire 500 lira mükâfat verileceği duyurulur. O gün için Ankara’da 140 liraya bir çiftlik almak mümkündür. Müsabakaya 724 şiir katılır. Edebiyatçılardan seçici kurul, bu şiirlerden hiç birini Millî marş olmaya değer bulmaz. Bu arada Mehmet Akif Ersoy’un müsabakaya katılmadığı dikkat çeker. Araştırılır. Şairin; “Millî marş para ile yazılmaz” düşüncesiyle bu müsabakaya katılmadığı öğrenilir. Bundan dolayı kendisine yarışma dışı bir marş yazması rica olunur. Bunun üzerine kaleme sarılan Akif, kendi beni ile birleştirdiği Türk milletinin duygu ve imanını dile getiren şiirini yazar. Kan ve barut kokan o buhranlı günlerde, topyekun milletimizin duygularına tercüman olan bu marş1. Meclisin 12 Mart 1921 tarihindeki oturumunda dört defa ayakta dinlenerek Türk İstiklâl Marşı olarak kabul edilir.
Birçok milletler de, İstiklâl Marşlarını yazanlar fazla kültürlü olmayan fakat ânın heyecanını kuvvetle hisseden insanlardır. Türk ‘İstiklâl Marşı’nın üstün taraflarından biri yazarın derin kültürlü, milletinin ıstıraplarıyla beraber, ortak değerlerini de samimi olarak yaşayan büyük bir şair olmasıdır.
O’nun gerçekten büyük bir şair olması, bütün ruhu ile yazdığını görmesi ve gördüğünü yazmasıdır. İşte öyle bir eser meydana gelmiştir ki insan esere değil eser insana hükmetmektedir. Özünde gerçeğin mayasını oluşturan sözler bir duyulur, bir daha unutulmaz. Edebiyatımızda böyle eserler az değildir. Fakat bunların en edebîsi hiç şüphesiz İstiklâl Marşıdır.
Yalnız burada şu gerçeği de ifade etmek gerekir; İstiklâl Marşını kabul eden T.B.M.M. de kültür ve heyecan bakımında aynı yüksek seviyede idi. Denilebilir ki bu meclis, o devi Türkiye’sinin en aydın, en değerli, en milliyetçi şahsiyetlerini bir araya toplamıştı.
YERİ VE ÖNEMİ
İstiklâl Marşı kabul edildikten sonra, büyük şair, şaheserini bütünleyen örnek bir davranışı sergileyerek, milletinin gönlünde yücelir. O gün için çok büyük serveti ifade eden 500 liralık mükâfatı, fakir kadın ve çocuklarla şehit ailelerine bağışlar. O anda cebinde bir milletvekili arkadaşından borç aldığı iki lire ve üzerinde yamalı bir pantolon vardır. O soğuk Ankara kışında üzerine giyecek pardösüsü de yoktur. Ama o yine de millî marş için para almayı en büyük şerefsizlik saymıştır. İşte Türk İstiklâl Marşı, bu engin ruhun İlâhi vecdlerinden kaynaklanmaktadır. Zaten o kahraman ordumuza ithaf ettiği bu marş için ‘o benim değil milletimin malıdır’ demiş ve şiirlerini topladığı tek eseri Safahata almamıştır.
İstiklâl Marşının en büyük değeri hiç şüphesiz ‘tarihi’ oluşundandır. Cenap Şehabettin’in dediği gibi Akif, “asrımızın olduğu gibi tarihimizin de en büyük Şairi olmuş ve yazdığı şaheserle bize adeta bir destan bırakmıştır. Çünkü İstiklâl Marşı büyük tarihi bir ânın eseridir. O ânın ruhunu ve havasını ifade eder. O ânın ruhunu ve havasını ifade eder. Fakat bu an taşıdığı mana ile ‘ebedi’ bir andır. Kimse o ânı tekrar yaşayamaz ve yaşatamaz. Bu tarihe aykırı olur. Ömrünün son günlerinde hasta yatağında kendisini ziyarete gelen bir dostunun “Acaba yeniden yazılsa daha iyi olmaz mı?” sorusuna verdiği cevap oldukça manidardır. “onu bugün ben bile yazamam. Allah (cc) bir daha bu millete yeni bir İstiklâl Marşı yazdırmasın.”
Hepimizin malumudur ki İstiklâl Marşı Türk milletinin ölüm kalım savaşıdır.
Milletler böyle anlarda kendilerini yaşatan temel değerlerin farkına varırlar. Vatan, millet, hürriyet ve istiklâl gibi kavramların önemi barış devirlerinde pek anlaşılmaz. Hatta onları umursamayanlar bile çıkabilir. Fakat bir milleti ölümle karşı karşıya bırakan savaş, onların ne kadar hayatî olduğunu kuvvetle hissettirir. Bunlar öyle değerlerdir ki onlar olmadan yaşayamaz. Bundan dolayı millet, onlar uğruna öldüğü, yaralandığı ve sakat kaldığı için kutsal bir değer kazanırlar. Mehmet Akif, İstiklâl Marşında Türk milletinin ne için savaştığını, neye inandığını açık ve seçik bir şekilde ortaya koymuştur.
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım,
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim bendimi çiğner, aşarım!
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Milletleri yaşatan sadece istiklâl duygusu değildir. İstiklâl kendisini aşan, başka bir değere dayanır ki onun adı ‘haktır’. Hak kelimesi Türkçede, hepsi de, derin manalar taşıyan üç varlığı ifade eder: Allah(cc), adalet ve hakikat. Akif;
Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklâl, derken Hakk’a tapan milletimin istiklâle lâyık olduğunu en veciz bir biçimde belirtmiştir.
İstiklâl Marşının en önemli kısımlarından biri, maddi kuvvet ile manevi kuvveti karşılaştıran ve sonuncusunu öncekine üstün gösteren parçadır.
Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var,
Ulusun! Korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar.
Hepimizin bildiği gibi istiklâl kavramı vatan kavramı ile alakalıdır. Her milletin üzerinde yaşadığı toprak, onun için hayati bir ehemmiyete sahiptir. Fakat vatan, sadece topraktan ibaret değildir. Vatan, tarih, din ve milletin kaynaştığı bir yerdir.
Büyük şair bunu unutanlara şöyle seslenir:
Bastığın yerleri ‘toprak’ diyerek geçme, tanı,
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı,
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır atanı,
Verme dünyaları alsan da bu cennet vatanı.
Milletlerin birlik haline gelmesinde en büyük rol dinlere aittir. Dinin üstün değerlerinden birisi, insan ruhunu yücelten ‘kutsiyet’ duygusunun en büyük kaynağı olmasıdır. Türk halkı gibi İslâm’a bağlı olan Akif, hem kendisinin hem milletinin duygusuna tercüman olarak Allah’a (cc) şöyle yalvarıyor:
Ruhumun senden İlahi şudur ancak emeli,
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli,
Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli,
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.
İşte İstiklâl Marşının ifade ettiği üstün değerler bunlardır. Bu değerlere sımsıkı sarılmamız ve onları her nesle aşılamamız lâzımdır. Bunu yaparken Atatürk’ün şu önemli direktifini asla hatıran çıkarmamalıyız: “Yetişecek çocuklarımız ve gençlerimiz görecekleri tahsilin hududu ne olursa olsun, en evvel, her şeyden evvel Türkiye’nin istiklâline, kendi benliğine, milli geleneklerine düşman bütün unsurlarla mücadele etmek lüzumu öğretilmelidir.”
Kıyamete kadar yaşayacağına inandığımız Müslüman Türk Milletinin bütün fertlerine, her şeyden önce bayrak ve İstiklâl Marşının ihtiva ettiği mana ve ve ehemmiyeti öğretmeliyiz. Vatansız, bayraksız, İstiklâl Marşsız bir hayatın aslında ölüm olduğu fikrini zihinlere yerleştirmeliyiz. Maddenin her şey olmadığını, insana kutsiyet kazandıran unsurun ruh olduğunu, ruhu da milli ve manevi değerlerin zenginleştirildiğini asla unutmamalıyız. Bizi biz yapan, bize şahsiyet kazandıran bütün milli ve manevi değerlerimiz üzerine var gücümüzle titremeli, her türlü tehlikeden korumaları için elimizden gelen fedakârlığı esirgememeliyiz.
Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un edebi ve ebedi şaheseri İstiklâl Marşı, bize hür ve müstakil olmanın gururu ve kıvancını sonsuza dek duyuracaktır. Bize bu günleri kanları ve canları pahasına hazırlayan aziz şehit ve gazilerimizi saygıyla anıyoruz. Ayrıca, bize İstiklâl Marşında “O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak” diye hitap eden milli şairimiz Akif’e, “O benim milletimin şairidir, ölmeyecek” diyor ve Cenabı Hak’tan ruhunun şad, mekânının cennet olmasını diliyorum.
Saygılarımla.
EKREM GÜRER (İSTANBUL 1984)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.