Hatiralara iz bırakanlar KIZILCABÖLÜK GÜZELLEMESİ
HATIRALARA İZ BIRAKANLAR, KIZILCABÖLÜK GÜZELLEMESİ (1)
Egenin şirin yüz yıllık belediyelik ilçe görünümlü,ülke genelinde de ilķlerle adını duyurmuş eski bir nahiye,
Türkiye’de 1932 yılında bir uygulama ile yerinde yönetime gidilmiş. Sosyal, kültürel ve ekonomik yönden gelişmiş olan Kızılcabölük teşkilatı nahiye olmuş. Denizli’nin en eski teşkilatlı nahiyesi olan kasabamız daha sonra 1972 yılında yapılan bir değişiklikle yurdumuzdaki nahiye son verilmiş. Böylece tekrar belediye yapısına dönülmüş eski bir nahiye... Evliya Celebi Seyahatnemesinden...
Evliya ÇELEBİ: (1611-1682) Denizli’den Muğla’ya geçerken Kızılcabölük te dört gün kalan Evliya Çelebi izlenimlerini Seyahatnamesinin 3’üncü cilt 133üncü sayfasında şöyle anlatılmıştır:
Kızılcabörklü köyüne geldik. 150 akçe kazandım. Aydın mülkündedir. Fakat Menteşe toprağındadır. Cami ve hamamı olan Müslüman Şehridir. Serdar Şişli hacıdır. Buradan beş saat gittik.
Katip ÇELEBİ: Katip Çelebide eserinde Kızılcabölük’ün dağınık bir yerleşim olduğunu, bağlık, bahçelik, bol akarsuların olduğunu, bugünkü kavak caminin etrafında, bir cami, bir çeşme, bir hamam, bir fırın ve yedi evin bulunduğunu yazmaktadır.
Nahiye döneminden kisa bir gezintiyle gözümüzde, bellegimizde canlansin.
Denizli’ye kırk beş kilometre uzaklıkta,Pamukkale-Afrodisias yolu üzerinde, Denizli’nin güneyinde Babadağ’ı eteklerinden Tavas ovasina doğru düzlükte, dogu-bati yönünde yerlesilmis Tavas ilçesine bağlı nahiye. Kızılcabölük.
Nahiyenin merkezi çarşı meydaninda heybetli,asırlık kavak ağacı ( Çınar ağacı yöre halkı kavak ağacı diye hitap eder) meydan adı üzerinde epeyce de geniş alana sahip. Kavak agacinin guneyinden Çarşı camii ile Atmacalar hanı arasinda Ciftlik köyüne
giden yol var .
Hanın altında küçücük yedi sekiz metrekare
Refik agabeyin fotoğrafçı(şipşak) dükkanı nahiyenin ve nahiyeye bağlı köylülerin de fotoğrafçısıydı.
Camiinin diger yan tarfinda kavak mahallesine giden yol uzerinde iki katli ahsap kerpiç den yapilmis sivalari düzgün bakimli Hocazaler evi, ev sahipleri Ahmet, Ismail ve Nuri üç kardeşler bakkal dukkani isletiyorlardı. Dukkan da tabiriri caizse "yok" yoktu sadece. Hele persembe günü vızır vızır arı kovanı gibi müşteri olurdu cevre koyluler de buradan ihtiyaçlarına pazara (persembe pazarın oldugu gün) geldikleri için haftalik ihtiyaclarini alırlar. O gün bütün is yerleri kalabalık olur. Hele berberlerde sıra gelmek bilmezdi. Çarşı berberi Ömer (namıdiğer Galın U/Omar yöre şivesiyle) bir bucuk metre eninde 5 metre uzunluğunda yedibucuk metre kare yerde iki kalfa ,persembe gunleri ise ayriyeten de o gun icin bir kalfa ile hizmet verirdi. Her gelen müşterisine yakınındaki Asmali kahvede oturup sira beklemelerini, çay ikramlari oldugunu soylerdı.
Asmalı kahve çarşı meydanina hâkim buyukce bir kahve idi. Yedi sekiz basamak merdivenden birinci kademe asma altı .
(Asma çardagi ile golgelendirilmis yazlik alan) bes metre kadar yürüyüp tekrar alti basamak merdiven cikip kahvenin içine giriliyor. Buyukce bir kahvehane karşıda solda cay ocağı , karşıda tiyadro sahnesi , sahnenin iki tarafinda duran kırmızı perde hemen göze çarpıyor.
Omuzunun bir tarafinda ter temiz havlusu , şen şakrak, gulec yüzüyle tepsine doldurduğu koyu görünen "tavsan kanı bunlar, caaayylaaaar" sesiyle kahvehaneyi çalıştıran Mehmet Salih görünüyor cay servisinde.
Tepsi üzerinde koyu renkli görünen kahvecinin "tavsan kanı bunlar" dedigi Cayı mı içtikten sonra meydanın kuzeyine doğru ilerledim. Karacasu yolu ile yukarı mahalle yolunun kesiştiği köşedeyim. Az ileride birbirlerine uzak mesafeden iki kişi "aksam sinemada kadinlar matinesi varmiş , bu gece bize kahve gözüktü " diye konusuyorlar. Parkın girişinde sinema afişleri aşılmış biraz sonra baslayacak sinema filminin, cift seans oldugu büyük harflerle yazılmış.
Küçük boylu , göbekli , gömleğin üzerinde lastik askılı pantolonlu ,tonton görünümlü , dudağının yan tarafına aldığı sigarayla "başlıyooorr, başliyooorr, bugün çift seans beyler" diye müşteri çağırıyor park çay bahcesi ve sinema işletmecisi Yusuf.
Park çay bahçesi yemyeşil ,uzun uzun çam ağaçlarının altinda masalar , ortada kucuk minyatür bir havuz. Fiskiyenin çıkardığı suyun sesinde havuz başında cay içilmez olur mu?..
Oturdum havuzun yanındaki masaya. Yan tarafimda bana biraz uzak ama sohbetlerine duyup anlayabiliyorum.
Çay ocağından kaytan bıyıklı yağız bir delikanlı bana baktığını gördüm. Elimle çay işareti yaparak çayımı sipariş verdim.
Yan masadakiler Denizli’ye 18 kilometre mesafeyi dusurecek yoldan bahsediyorlar. Bu yol nahiyenin kuzeyindeki babadagı’ndan açılacağına nahiye müdürünün önerisiyle kahvehanelerde satilan her cay başına cuzi bir nark alınıp,imece usulü herkes kazma, kürekle el , beden gücüyle, çalışamayacak kişilerin de güçlerine (maddi imkanı) göre yardim yaparak açılacağını, toplanan tum paralarla da ilk öncelik kırıcı olarak kullanilacak olan kompresör alinmasi ve muhtelif giderlerde kullanilacagindan bahsediyorlardi.
Havuz başında çayımı ictikten sonra karsimda ki parkin orta yerinde, cay ocağının bitisigindeki kapidan çıktım. Gözüm karşımdaki Hacı Ismeller (Hacı İsmail’ler) hanına dogru kaydı. Burası Gobekli’nin (Bekir) kahvehanesiydi. Onunde yolun kenarlarinda oturan ahbabım Hasan’’ı gördüm. O da hayvanlarına yem su verdikten sonra hava almak için kahveye gelmis.
Beni fark edip eliyle gel diye işaret etti.
-"Selamun aleykum" birader na piyon gibi hâl hatir sorarak oturdum.
-"Tezgah isledim, ( dokuma tezgahında kumaş dokumak) hayvanlarin yemini,suyunu verdim, biraz hava alayım, Bekir abinin çayına içeyim de kendime geleyim diye çıktım " diyerek hasbihal etmeye basladik. Epeyce bir sohbet ettikten sonra Hasan eve doğru ben ise Cumhuriyet ilkokulunun arka tarafindan Han önü caminin yanindan Nahiye müdürlüğü binasina doğru iniyorum.
Nahiye müdürlüğü binasi jandarma karakoluyla bitişik uzunlamasına bir binaydi. Jandarma karakolu da, nahiye müdürlüğü de yedi sekiz basamakla çıkılan bir konumda yapilmis guzel bir bina. Önünde küçücük bahcesinde kamelyasi ayri bir hava katıyor.
Nahiye müdürlüğünün yanindan belediyeye dogru gidiyorum. Hava sıcak, pazar var. Pazar hal binasi denilen etrafi dukkanlarla cevrili dort yerinde giriş,çıkışın olduğu yer ve kalabalik. Çıkış kapısının yan tarafinda kar helvası satan iki tezgah var.
(Genellikle pekmezmi olani tercih ediliyor. "Niye mi"?.. nahiye pekmeziyle de ünlüdür)
Ilceden gelen ve ce redeki butun pazarları takip eden seyyar ayakkabı tamircisi, ayakkabi satan ve elbise satanların arasindan geçerek Aydınlık sinemasının yanında çarşı meydanindayim. Karşı köşede Koçaklar fırını var. Buranin fırın kebabı da güzel olur. Somun ekmegi esmer, eksi mayalı ve halk, ekmeğini kendisi (yufka ekmegi) yaptığı icin somun ekmegi lüks’tü. Butun olarak somun alan çok nadirdi. Yarim veya ceyrek ekmek satışı çoğunluktaydı.
Fırının yanindan Karacasu yolu kemer caddesinden nahiyenin ilk yerlesim yeri olan kavak mahallesine dogru yürüyerek gidiyorum. Dereye dogru yaklaştığımda karşıma muhtemelen kerpic yapili ahsap kiremit catili yola bakan kisminda cumbası bulunan evin yanindan dereye inip (Nahiyenin içinden kuzeyden güney istikametine kış yagişlariyla akan dere) Kemerli taş yapili köprüyü incelemek ve bakmakti niyetim.
Tas örmeli kemerli köprü dar oldugundan zamanla bitisik beton köprü ilave edilerek tarihi izi kaybetmenin üzüntüsüyle yıkık dökük ayakta zor duran ilk bakışta yıkılacak gibi görünen un degirmeninin yanından tarihi hamam kubbeli (altan ısıtmalı Türk hamamı) hamamin yaninda çıkarak kavak mahallesinde bulunan gürül gürül iki oluktan akan cesmenin başındayım.
Epeyce gezdim yoruldum , susadim. Biraz oturmak cesme başında dinlenmek gibi istek vardi.Bakır tasla iki tas suyu ictikten sonra dört köşeli taşın uzerine oturup taş oyularak yapilmis uzunca olan ahara bakip suyun akışını izleyerek dinlenmeyi calisiyorum.Arada , gelen gecenlerle de selamlaşiyorum.
Nahiyenin orta ve yaşlı kadınları ak bürgülü (beyaz başlarindan ,omuzlarina da orten örtü ) genç gelinler baslarinda eşarp , bordo mavi çizgili Buldan işi eteklik (Etek) bir yerden bir yere giderken giyerler. (misafirlige) Yolda karşılaştıkları bayanlarla tanımak, tanımamak önemli değil selam verirler.
(Yöre şivesiyle bir birlerinin gittigi yönlere göre "gelip bamın"(geliyor musun?) diğer kadın ise "hı gidip bamın"(evet gidiyor musun"?.. ) ifadeleriyle selamlaşarak giderler.
Ben de çeşme başından ikindi ezanı okunmadan kalkiyorum cami yanindayim. Sağ tarafimda mahallenin adina verdiği govdesi boş oyuk tabiri caizse çadır gibi anıt ağaç kavak(çınar ağacı) var solumda Nahiyenin ilk Camiisi olan kavak camiisi var. Onden görünümü 11 basamak merdiven çıkarak camiinin açık alani giris ayakkabilliklarin ve minareye çıkış yeri olan bos alan. Bir metre kadar duvar ve duvarin uzerinde ahsap direkler tavana dogru aksap kemerli sutunlarla cevrilmis tarih kokan bir ibadethane.
Onbes metre uzagimda ise dere kenarinda kucuk kemer caddesi uzerinde de un pazarı kohne ahsap bazi yerlerinde duvar var bazi yerleri açık. Orta yerinde sıralı bek direkle bölünmüş beşik örtü olan bu un pazarına persembe gunleri(pazarın olduğu gün) deve ,katir, eşek yukleriyle cevre koy kasbalardan un satmaya gelenler
Satıştan arta kalan un cuvallarını bir birlerini yardım ederek hayvanlarını yüklüyorlar, pazar dağılmak uzere ve hayvanla gidecekleri icin de göz göre göre gitmek olacak belli ki?..
Ben de, Tavas sınırları içinde olan üzüm bağımıza göz göre göre varabilmem için yola düşüyorum...
Nahiyemizde bağı, bahçesi olanlar yaz mevsimini geçirmek için bağına, bahcesine göçer. Göç edenler dokuma tezgahlarını da (Nahiyenin gecim kaynağı dokumacılıktır.) at,eşek arabası ya da kağnı ile tum yuklerini gotururler. El tezgahı dedigimiz bu tezgahlarla gömleklik kumas dokuyarak, becerisi olan kendisi gomlek dikip başka sehirlere giderek satış yapiyorlardi.
Üc dönüm kadar olan bağımızin yola yakın iki odası, önü hayatlı(hayat:
Genellikle köy ve kasaba evlerinde, üstü kapalı, bir veya birkaç yanı açık sofa) evin arka kısmında hayvan damı olan bag evimiz vardi. Biz de yazları üç, üç buçuk ay bağa göçer komşularımız da ayni bizler gibi bag ve bahcelerinde bağ bozumuna kadar yaşanır , komşu gezmelerine,(misafirlik) gemici feneni , gaz lambasi ya da çıra yakarak gidilirdi. Omca’dan (omca: Üzüm asması, asma kütüğü ) gecenin çiği dusen üzümler kesilir, bahcede,bağda yetisen zamanına göre meyve yere serilen sofrada sini(büyükçe tepsi) üzerinde ikram edilir. Hane halkı , misafirler sini etrafina toplanıp muhabbet eşliğinde ikramlıklar yenir. Radyo varsa gidilen yerde sadece ajans dinlemek için açılır,ajans bitince kapatılırdı.
Gündüzleri cocuk sesleriyle yeşil bağın içinde yaşamak ayri bir güzellikti.
(Devam Edecek)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.