- 492 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
957 – FAİL
Onur BİLGE
“İmam-ı Şafi Hazretlerinin sofiye taifesinden, yani dervişlerden aldığı hikmetli nasihatlerden biri şöyleymiş: “Zaman kılıçtır, sen onu kullanmayı bilmiyorsan, o seni keser!” İnsan hayatında zamanın ne kadar önemli olduğunu o zaman fark etmiş. Ben de zamanın ne kadar değerli olduğunu, hayatımın sonuna doğru anlayabildim. Size tavsiyem, bu gerçeği şimdi idrak etmenizdir.” dedi Define. Sanki bir şeyler anlatacaktı da konuya giriş yapıyor gibiydi. Tahminimde yanılmamışım. Rüyasını anlatmaya başladı:
“Bu gece rüyamda, geçenlerde ölen cami arkadaşım Salim Efendi’yi gördüm. Sol tarafıma gelmiş oturmuş. Aramızda bir iki karış kadar mesafe vardı. Üzerinde toprak rengi, yani açık kahverengi bir gömlek vardı. O şimdi toprakta ya… Yüzü gülüyor, dişleri muntazam ve bembeyaz görünüyordu.
“Senin öldüğünü söylemişlerdi de inanmamıştım. Yanılmamışım. Ölmemişsin.” dedim sevinerek. Gülümseyerek: “Ölmedim.” dedi. “Nereye gittin? Yurt dışına falan mı?” “Yok! Buralardaydım.” “Yoksa şehir dışında mı? Yani şehir merkezinden uzakta, yakın köylerin birinde miydin?” “Evet evet!” “Hiç inanmadım gidişine. Öyle tabutsuz, cemaatsiz… Ölseydin, cenazene katılırdık. Neden gittin?” “Alacaklılardan kaçtım!”
Alacaklılardan kaçmış. Garibandı zavallı. Acaba kul hakkıyla mı gitti? Neden böyle bir rüya gördüm acaba? Bayağı etkiledi beni. Cenazesinde bulunamadım. Alıp götürmüşler. Gerçekten de şehir dışına defnedilmiş.
İşin garibi, öldüğünü bildiğim halde onu rüyamda görünce ölmediğine inanmış olmam! Gerçeği bildiğim için uyanıkken asla diri olduğuna inanmayacağım halde uyurken nasıl oldu da yaşamakta olduğuna inandım? Uyanıklık ve uyku halleri arasındaki farkı düşünüyorum da… İç içe iki yaşama tarzı… Fizik ve metafizik…
Biz, fizikçi de değiliz, felsefeci de… İnancımız, metafiziğe dayanıyor. Gayba iman eden insanlarız. Allah ne bildirdiyse doğrudur! Sonra vahye, keramete ve ilhama inanıyor, bazı rüyaları da yabana atmıyoruz. Rüya metafiziktir. Görülmez, gösterilir. İstisnai kişilerin rüyaları genel olarak anlamlıdır. Efendimiz de rüya tabir eder ve ettirirdi. Hazreti Yusuf’a rüya tabirini öğretildi. Ona hikmet verildi. Allah, hikmet verdiklerine rahmetini bol bol ihsan eder. Verdiğini de geri almaz.
Rüya, vahyin kırk altı cüzünden bir cüzdür. Efendimiz sabah namazından sonra cemaate karşı döner, ashabına o gece manevi bir rüya görüp görmediklerini sorarmış. Görenlerin anlattıkları rüyaları tabir eder, bazen de Hazreti Ebubekir’e tabir ettirirmiş. O da tabir edince: “İsabet ettim mi, Ya Resulullah?” diye sorarmış. Bazen de Ömer İbnü’l-Hattab’a tabir ettirmiş. O da isabet edip etmediğini sorunca: “Bazısına isabet ettin, bazılarına da isabet edemedin.” der, kendisi ümmetinin anlayacağı şekilde tabir edermiş.
Efendimiz, ilm-i ledün sultanıdır. Madde aleminde tecelli edenlerin de fizik ötesi hadiselerin de gerçeklerini en iyi şekilde anlayan ve anlatandır.
Rüya tabiri, ancak ehil kılınanlara bahşedilen bir nimettir. Verasetle ilgilidir ve irticalen yapılır. İnkârı küfre girer. Çünkü Kur’an’a aykırıdır. Akıl erdiremediğimiz manevi tecellileri inkâr edemeyiz. İnkâr edenler âlim değil, zırcahillerdir! Yaptıkları da ilim değil, düpedüz saçmalamadır, cehalettir. Hatta cehlin de cehlidir!
Kur’an’da rüyaya da değinilmiştir. Görülen rüyaların ertesi gün kendimize yordurulduğuna dikkat çekilmiş, gösterenin Allah’tan başkası olmadığının fark edilmesi istenmiştir. Rüyalar sadık, geleceğe dönük veya irşat edici olabilir. Şeytani rüyalar ve sıradan günlük olaylara bağlı etkileşimler de vardır. Bunlar metafizik âlemle ilgilidir. Bir de uyanıkken ya da uyur uyanık, yani aykaza halindeyken görülen rüya benzeri algılamalar vardır ki onlarda da bu âleme ait manzaralar olabilir, bazı gerçekler müşahede edilebilir.
Her şey yalnız madde âleminde teşekkül etmez. Algılama da beş duyuyla sınırla değildir. Hissikablelvuku, yani altıncı his de vardır. Gören gözle bakıldığında, maddede mânânın nasıl zuhur ettiği görülebilir. Bunu göremeyenler ya da görmek istemeyenler kör olarak haşredileceklerdir.
Peygamberlerin zuhur edilenleri görmeleri mucize, erenlerin görmeleri keramet, kerametin zaman zaman, sürekli görülmesi bürhandır. Bunları lütfeden Allah’tır. İnkârı küfürdür. Perdenin arkasındaki eli görmek ve iman etmek gerekir. Güç ve isabet Allah’tandır. Nişan alan ve okları atan görünüşte kul iken aslında atan da hedefe isabet ettiren de Allah’dır. “Ben attım! Ben isabet ettirdim!” denemez! “Ben!” diyen cahildir. Cahilin “Ben!” demesi bir yere kadar hoş görülebilirse de âlimin “Ben!” demesi inkârdır! Şirktir!..
Yalnız metafizik değil, sıradan bir tabiat olayında da Allah’ın fiilî sıfatları ortaya çıkmaktadır. Ancak bizatihi değil, izafi ve mecâzîdir. Gören gözle bakılınca kolayca idrak edilebilir. Bunlar da yazılı ayetler gibidirler ve Kur’an’da o olayların da birer ayet olduğu, üzerlerinde düşünülmesi emredilmektedir. Bahsettiğim ayetlerden birini hatırlatayım: “Göklerde ve yerde nice ayetler vardır ki, onlar bu delillerden yüzlerini çevirip geçerler.”
Güneş her gün doğar, görevini eksiksiz yapar ve batar. Su buharlaşır, havada nem miktarı artar, gökyüzünü bulutlar kaplar. Bulutlar, görüldüğü gibi hafif, pamuk yığınları gibi değillerdir. Bir deniz yerdeyse, bir deniz de göktedir. Akıl almaz ağırlıktaki bulutlar hareket halindedir. Birbirlerine çarparlar, şimşekler çakar. Yıldırımlar düşer. Yağmurlar, karlar, dolular yağar. Yeraltından sular fışkırır. Tohumlar çatlar, fidanlar boy atar. Yumurtalar çatlar, yavrular çıkar. Ateştir yanar da yalar da… Bütün bunlar ve daha binlercesi sıradan tabiat olaylarıdır. Fakat olanlar kendiliğinden değil, tek güç tarafındandır.
Ne güneş dönmeyi bilir, ne dünya ne de diğerleri… Ne güneş yanmayı, ısıtmayı ve ışıtmayı bilir ne de ateş… Onları bir yakan vardır. Su, kendiliğinden buhar, bulut, yağmur, kar, dolu olamaz. Yeraltından kendiliğinden fışkıramaz. Kendisini temizleyerek içilecek hale gelemez. Allah’tan izinsiz hiçbir tohum da yumurta çatlayamaz. Bir olay vardır, bir perde ve arkasında bir el… İşte, yeryüzündeki ve gökyüzündeki ayetleri okuyabilmek, o eli görmek demektir. Okuyamayan ya da okumak istemeyen, dünyada da kördür, ukbada da kör olarak kalacaktır.
Bir arkadaşla birlikte yürüyüşe çıkmıştık. Arkadaşım, nezih bir insandı. Mütedeyyindi. Hali vakti yerindeydi. Üç katlı bir apartmanı, arsaları, tarlaları, emekli maaşına ilaveten mahsul ve kira gelirleri olan bir adamdı. Sağ tarafımızda, ağzı kapalı bir bir çöp bidonu vardı. Böyle bir adamdan beklenmeyecek bir hareketle o tarafa yanaştı. Varilin kapağını kaldırdı, eğilerek içine baktı. Sonra elini soktu ve birkaç kitap çıkardı. Şaşkındı! Ben ondan da şaşkındım! Arkadaşım, çöpleri karıştıran, çöpten bir şeyler alan biri miydi?
“Bak! Kur’an’ı Kerim’leri çöpe atmışlar! Nasıl insanlar var bu memlekette! Allah bunlara rızık veriyor da yiyorlar! Evinde istemiyorsan, bari bir duvarın üstüne bırak da bir mümin alsın! Yok etmek istiyorsan, okunacak halde değilse, ya ayak basılmayacak temiz bir toprağa göm, orada çürümeye bırak, mümkün değilse son çare olarak yak da ortadan kalksın! Şunun yaptığına bak! Aklım duracak!..” dedi.
Onun mu aklı duracaktı, yoksa benim mi! Dışarıya çıkmışız, iki ahbap konuşa konuşa belli bir tempoda yürüyoruz. O, ani bir kararla o tarafta gidiyor, çöpün kapağını açıyor, içine bakıyor ve onları bulup çıkarıyor! Arkadaşım, önüne gelen her çöpe bakan, içinde bir şeyler arayan biri değil! Onu oraya sevk eden, yönlendiren Allah değil de kim! Sanki gizli bir kuvvetle o bidona doğru çekildi ya da itildi. Yetmedi içine bakma isteği verildi. Onun için o kapağı kaldırıp içine baktı. Orada onları gördü, toplayıp aldı çıkardı.
Sonra benden utanmış olacak ki: “Ben öyle çöp karıştıran biri değilim. Yanlış anlama! Ne arayacağım ben çöpte! Bir anda oraya yaklaşmak, içine bakmak geldi içimden. İyi ki de bakmışım! Baksana!..” diye telaşla bana kendisini anlatma çabası içine girdi.
“Allah’ın işi!” dedim. “Hızla yürürken aniden durdurdu seni, oraya sevk etti ve oradan onları çıkarttı. Seni vesile etti. Yapana bakma, Yaptıran’a bak! Yeryüzünde hiçbir hareketli yoktur ki perçeminden tutarak sevk ve idare etmesin! Ne kadar büyük bir sevap işledin!.. Sana imrendim! Keşke bana nasip olsaydı!” dedim.
O fiil, bu fiil vardır. Görünüşte her fiilin bir faili vardır ama aslında her fiilin Tek Fail’i vardır!"
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 957
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.