14
Yorum
15
Beğeni
0,0
Puan
1437
Okunma
Tam üç mevsim geçmişti üzerinden; aradığında beni, bulabileceğine inanıyor muydu gerçekten?... Sözleri kanun gibiydi bir zaman; yine konuşsa, işe yaramaz olduğumu hissettirmeden. "Başımın üstünde yerin var" dese bana, bozup dimdik duruşumu çıkardım en kuytu ve karanlık köşelerden.
Eskiden öyle değerli kılardı ki beni, dikenli tellerle çevrilmiş küçücük ülkeye benzetirdim kendimi. O, tam ortada durur sancağına sarılan savunmacı nefer gibi yaklaştırmazdı yamacıma kimseleri, ki yaklaşan olursa da dağıtırdı tüm gücüyle düşman kuvvetlerini.
Gezmek en büyük tutkusuydu; arabasız, otobüssüz. Hafta sonları yürürdük birlikte doğayla iç içe... Hele o sonbahar geldiğinde daha bir yakınlaşırdı benimle, yanından hiç ayırmazdı. Eşlik ederdim ben de seve seve. Pazara, çarşıya, markete ve hatta evinden işine, işinden evine giderken bile.. Çoğu zaman birlikte düştüğümüz yollarda başbaşa kalışımız mutluluğumun en büyük sebebi olsa da kalabalığa karıştığımızda illaki karşılaşırdım hemşehri ve arkadaşlarımla..
Ah!... O an işte, vay ki vay benim halime. Bir suçum da yokken üstelik, gözün gözü görmediği hava şartlarında bir çarpışma anı bu sadece "sen misin kafa kafaya tokuşup selamlaşan" diyerek uzaklaştırırdı beni hemen söylenerek. Öyle sinirlenirdi ki tırnaklarını geçirirdi adeta gözlerime delik deşik olacağım sanırdım... Sağlam ve yıllardır bozulmayan sevgimiz sarsılırdı bu darbelerden sonra, içime kapanırdım.
Eh, benim ahbaplarım tanıdıklarım var da onun yok muydu sanki? Gerçi onunkilerin alacaklıymış gibi bakardı gözleri... Aniden ileri itip gözlerine sokarcasına gösterirdi beni, öyle ki kafa göz girişip pata küte saplandığım olurdu sert gövdelerine, tıpkı bir ok gibi.
Bazen unutkanlığının kurbanı olurdum, alışveriş sevdasına. Boynu bükük bir halde somurtup dururdum, yaslanıp mağaza kapısına. Başımdan terler akardı, içim kururdu beklemekten. Hatırlanmak güzel şeydi gelip aldığında beni. Geçici bir unutulmuşluktu bu, sevinirdim kavuştuğuma.
Sokak ortasında birlikte raksettiğimiz günler geliyor aklıma... Bir dokunuşuyla bana Şıkkk!... Şırrakk!... Sevinçten ağzım varırdı kulaklarıma. Ayakkabılarının topuk sesleri de karışınca yağmura, efsanevi bir melodi... Bir mikrofon gibi hissederdim bazen ellerinde kendimi, hani şu tüm bedenini titreterek şarkı söyleyen arabeskçilerin heyecanına karışmış meltem rüzgarlarıyla çırpınıyormuş gibi.
Birbirimizi kaybetmişliğimizde çoktur ama arayıp bulurdu beni ya da ben ne yapar ne eder alırdım soluğu onun yanında. Kaybolmuşluk çok başka bir şeydi, ben hep kaybolur kaybolur sonra yine bulunurdum... Gerçekten unutulmuşluk bir mağaza kapısında ya da pazarda sebze meyvelerin arasında bırakılmaktan çok daha farklıydı. Unutulmak tam anlamıyla yok edilmenin adıydı. Tüm bunların bana hissettirdiği varlığım onun çok yakınındayken, yok edilmişliğimin itirafıydı.
Bir açsa karanlıkta kalan kapımı, bir bulsa beni, bir görsem yardım isteyen gözlerini. Yine yel vurdukça tepeden, dondurucu soğukları ben taşırdım ona hissettirmeden. Korurdum onu en şiddetli yağmurlardan ve yakıcı güneşlerden... Hep yanında olurdum ne zaman isterse, kırılmışlığım olsa da unutulduğum için karanlık bir vestiyerde...
EbRuAsya//