- 520 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ALLAH (C.C) SUÇLULARI HEMEN CEZALANDIRMAZ
“İki topluluğun karşılaştığı gün, içinizden yüz çevirip kaçanları, şeytan ancak yaptıkları bazı hatalardan dolayı yoldan kaydırmak istemişti. Ama yine de Allah onları affetti. Kuşkusuz Allah çok bağışlayandır, Halîm’dir.” (1)
Evet, Allah (c.c) Halîm’dir, isyankârları ve günahkârları cezalandırmaya, kahretmeye, yerle bir etmeye gücü yettiği hâlde onlara yumuşak davranan, zaman ve tövbe etme hakkı tanıyan, onları hemen cezalandırmayandır.
O Zât-ı Halîm bütün zalimleri, bütün fasıkları, bütün günahkâr ve isyankârları bir anda cezalandırmaya gücü yettiği hâlde zulmedenleri ve kendine isyan edenleri hemen yakalayıp cezaya ve azaba uğratmaz. Onlara mühlet verir, hatalarını anlayıp, günahlarını kabul edip, pişman olup kendine yönelmeleri için yeterince zaman tanır.
Neam, insan âciz, zayıf ve fakir bir varlık olmasına rağmen eline küçücük bir fırsat, küçücük bir yetki geçtiği takdirde kendine ve makamına saygısızlık ve itaatsizlik edenleri hemen cezalandırır belki onlara bir özür dileme hakkı dahi tanımaz. Oysa Allah (c.c) tüm kâinat ve umum mahlukatın şehadetiyle Âlemlerin Rabbi, mutlak kudret, külli irade sahibi iken bütün günahkârları aynı anda, göz açıp kapayıncaya dek cezalandırmaya gücü yettiği hâlde hemen cezalandırmayan, onlara zaman tanıyandır.
Demek ki gücü yetmediğinden suçluyu cezalandırmayana halîm denilmez ve denilemez. Güçsüzlük sebebiyle cezalandıramamak halîmlik değil, âcizliktir.
Semavat âlemindeki yalnızca güneşi, ayı ve dünyamızı boşlukta durdurmak ve düşürmeden döndürmekle kalmayan aynı zamanda milyarlarca galaksileri, milyarlarca gezegenleri, kentilyonlarca yıldızları o müthiş büyüklükleri ile birlikte, müthiş bir sür’atle düşürmeden boşlukta durduran, birbirine çarptırmadan hep birlikte gezdiren ve döndüren, onları lamba misillü yandıran, bu müthiş hareket ve tasarruf esnasında hiçbir gürültü çıkarmayan O Zât-ı Halîm-i Kuddûs’ün cezayı ertelemesi elbette hâşâ aczinden ve cehlinden değil, hilminden ve ilmindendir.
“Eğer Allah, yaptıkları yüzünden insanları (hemen) cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı yaratık bırakmazdı. Fakat Allah, onları belirtilmiş bir süreye kadar erteliyor. Vakitleri gelince (gerekeni yapar). Kuşkusuz Allah, kullarını görmektedir.” (2)
Evet, kâinat O’nun varlığının ve birliğinin delilleri ile dolu iken mülhidler Allah’ı (c.c), kâfirler O Zât-ı Akdes’in sıfatlarını inkâr ediyorlar, müşrikler O’na şirk koşuyorlar, O’nu bırakıp başkalarını ilah ediniyor, başkalarına yalvarıyor, başkalarından medet bekliyorlar, münafıklar inanmadıkları hâlde iman etmiş gibi görünüp güya hâşâ Allah’ı (c.c) kandırmaya çalışıyorlar, zalimler ve fasıklar inandıkları hâlde inandıkları gibi yaşamıyor, O’na isyan, kendi nefislerine ise zulmediyorlar. “Peki mülhid ve kâfirlerin inkârlarına, müşriklerin en büyük zulüm olan şirklerine, münafıkların nifaklarına ve iki yüzlülüklerine, fasık ve zalimlerin günahlarına rağmen Allah (c.c) neden onları cezalandırmıyor, mahvetmiyor, kahretmiyor ve neden onlara azabını hemen tattırmıyor?” sorusuna mükemmel ve muhteşem bir cevap: “Eğer Allah, yaptıkları yüzünden insanları (hemen) cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı yaratık bırakmazdı. Fakat Allah, onları belirtilmiş bir süreye kadar erteliyor. Vakitleri gelince (gerekeni yapar). Kuşkusuz Allah, kullarını görmektedir.” (Fâtır Sûresi, 35/45)
Neam, şayet Allah (c.c) bütün insanları yaptıkları ile, kazandıkları günahları yüzünden hemen hesaba çekecek olsa idi, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. İnsanların inkâr, şirk, nifak ve isyan gibi günahları ve zulümleri yüzünden belki ani bir kıyamet kopar yeryüzünde hiçbir canlı kalmazdı.
Ancak O Zât-ı Halîm hemen hesaba çekmez, ceza vermez, kahretmez. O, insanları belli bir zamana, kıyamet gününe, dek tehir eder, erteler. Ecelleri geldiği, tayin ettiği ömürleri bittiği vakit her şeyi layıkıyla işiten, gören ve bilen Allah (c.c) elbette herkese hak ettiğinin karşılığını eksiksiz ve mükemmel bir surette verir.
“Her kim zerre kadar hayır işlemişse onu görecektir.
Her kim, zerre kadar şer işlemişse onu görecektir.” (3)
Mahşer günü hak ile batıl birbirinden öyle bir ayrılacaktır ki hiç kimse zerre kadar haksızlığa uğratılmayacaktır.
“(Resûlüm!) Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Ancak, Allah onları (cezalandırmayı), korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor.” (4)
Şüphesiz Allah’ın (c.c) lütfuyla ve tebliği ile Üstad-ı Mutlak Resûlullah (s.a.v), zalimlerin bu dünyada kısa bir süre faydalanıp ardından acıklı bir azabı tadacaklarını biliyordu. Nitekim “Dünya müminin zindanı, kâfirin cennetidir.” (5)
Hem “Eğer Allah nazarında dünya sivri sineğin kanadı kadar bir değer taşısaydı, bir tek kâfire ondan bir yudum su içirmezdi.” (6) buyurarak bu hakikate işaret etmiştir.
Ancak ne var ki, bazı kimseler Allah’ın (c.c) müthiş tehdidiyle beraber zalimlerin bu dünya nimetlerinden faydalandıklarını, zevküsefa içinde olduklarını, bu dünyada azabı tatmadıklarını görünce bir an böyle bir yanılgıya düşebilmektedirler.
Oysa O Zât-ı Halîm asla zalimlerin yaptıklarından habersiz değildir. Sadece onlara mühlet veriyor, cezalarını korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor. İşte o gün gelip çattığında artık hiç kimseye mühlet tanımak söz konusu değildir. Kimse yakasını kurtaramaz, yakalanmaktan kurtulamaz.
Hem öylesine çetin ve dehşetli bir günde hesaba çekileceklerdir ki, o günün korku ve dehşetinden gözler şaşkınlık içinde faltaşı gibi açılıp, âdeta donup kalacaktır, korkudan sağa sola bakamayacak, hareket edemeyecektir.
Evet, işte Allah’ın (c.c) o kâfirlerin, müşriklerin, münafıkların ve zalimlerin cezalarını ve müstahak oldukları azaplarını tehir ettiği, ertelediği gün böyle dehşetli bir gündür. Onlar bu büyük günün bütün zorluklarına katlanacaklardır.
Bununla birlikte O öyle bir Halîm’dir ki kusurları örter, günahlarından ve isyanlarından ötürü pişmanlık duyup da tövbe eden kullarını bağışlar, onların günahlarını affeder. Günahı sebebiyle günahkârı hemen azarlamaz ve azaba uğratmaz, ona zaman ve tövbe etme hakkı tanır. Halîmiyeti eşsiz, rahmet ve mağfireti bol, affetmeyi sevendir.
“Allahım! Sen affedicisin, cömertsin, affetmeyi seversin. Beni de affet!” (7)
Evet, şunu iyi bilmeliyiz ki günah ve isyanlarımızdan ötürü hemen cezalandırılmamamız hâşâ Allah’ın (c.c) yaptıklarımızdan habersiz olmasından, bizi görmemesinden, günahlarımıza öfkelenmemesinden, günahlarımızın kaydedilmemesinden değil; ism-i Halîm’in tecellisi ile bize zaman tanınmasındandır. O hâlde biz de, bir anlık gafletle, yaptığımız hatalardan ve işlediğimiz günahlarından ötürü hemen pişmanlık duyarak Allah’a (c.c) yönelmeli, tövbe etmeli, af ve mağfiret dilemeliyiz.
Bize şah damarımızdan daha yakın olan O Zât-ı Halîm’in hâşâ bizi görmemesi, sözümüzü işitmemesi, özümüzü bilmemesi elbette mümkün değil. Ancak bizi kötü amellerimiz mukabilinde hemen cezalandırmaması, hilm ile muamele etmesi O’nun lütfundandır. Fakat el-Iyazü-Billah öyle bir gün gelir ki artık ism-i Halîm’in tecellisine liyakatı bütünüyle kaybeder, Zât-ı Azîz-i Kahhar’ın dehşetli tokadına mazhar oluruz. İşte o gün gelip çatmadan önce kendimize gelmeli, gafletten uyanmalı, en küçük bir yanlışımızda, hatamızda dahi hemen O’na yönelmeli, O’ndan af ve mağfiret dilemeliyiz.
“Allah’ım! Gazabından rızana, cezandan affına ve Sen’den yine sana sığınırım.” (8)
Evet, madem Allah (c.c) vardır. Madem O Zât-ı Akdes Halîm’dir. Kusurlarımızdan, hatalarımızdan, günahlarımızdan ötürü bizi hemen cezalandırmıyor. Biz dahi ism-i Halîm’e tam bir mazhariyetle bize karşı hata edenleri söylemle yahut eylemle hemen cezalandırmaya kalkışmamalı, kibir ve gurur, öfke ve hiddet yerine hikmet ve şefkatle yaklaşmalıyız. Onlara hilim ile muamele etmeli, belki hatasını, yanlışını ve kusurunu anlayabilmesi ve görebilmesi için zaman tanımalı, yardım ve dua etmeliyiz.
(1) Âl-i İmrân Sûresi, 3/155
(2) Fâtır Sûresi, 35/45
(3) Zilzâl Sûresi, 99/7-8
(4)İbrâhim Sûresi, 14/42
(5) Müslim, Zühd: 1; Tirmizî, Zühd: 16; İbni Mâce, Zühd: 3; Müsned, 2: 197, 323, 389, 485
(6) Tirmizi, Zühd 13, (2321), İbnu Mace, Zühd 11, (2410)
(7) Tirmizi, Daavât, 84
(8) Müslim, Salât, 222 (486)
Kaynak: Şair’ül İslam Yunus Kokan, Allah’ı Ne Kadar Tanıyoruz? 2, Kutlu Yayınevi, s. 168-174
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.