- 378 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
MUSTAFA KEMAL'İN ORDUSUNDA BİR ALMAN YÜZBAŞI
1918 yılının o uğursuz Kasım günlerinde Avrupa’nın geniş savaş alanlarında top sesleri kısılıp da. ’’Ateşkes’’ borusu çaldığında ’’evi barkı yalnızca askerlik hizmeti’’ olan eski yiğitlerden kim kendine şu soruyu sormamıştır:
’’Şimdi ne olacak?’’
’’Ne yapmalı, ne etmeli?’’
’’Çoğumuzu, gül kokulu döşekler beklemiyordu ve herkesin bir genel müdür dayısı yoktu.’’
Ön söz yerine yazdığı bu girişte, Hans Tröbst savaş sonrası ruh halini böyle anlatıyor. Sonunda, Almanya’nın edilgen durumuna isyan ediyor, isyan eden birini, bir ülkeyi arıyor. Duyuyor ki Mustafa Kemal, Avrupa’ya kafa tutuyor. Oda paralı askerlerin çoğunun kaderini yeniden kılıcın ucuna takıp yabancı bir orduda şansını denemek için ülkemize geliyor ve ’’Sürdüm atımı Kemalciler yönüne/Duydum ki seferber olmuşlar İzmir’e’’ diyor.
Balkanlar üzerinden İstanbul’a, oradan da Anadolu’ya geçmesi, Ankara’ya varması tam anlamıyla bir direnme öyküsü. Karşısına çıkan engeller, büyük bir sabırla Mustafa Kemal’in ordusuna katılma kararını zaman zaman sarssa da yolundan döndürmüyor onu.
Alman ordusunda Yüzbaşı olan Hans Tröbst, Türk ordusunda da cephede görev bekliyor. Ankara o denli dikkatli ki bu konuda ona geride görev veriyor.
Tuttuğu günlükler Kurtuluş Savaşı’mıza bir Avrupalı gözüyle bakıyor, Anadolu’nun o günkü koşullarını büyük bir gerçeklilikle anlatıyor Hans.
O günkü politik ortamı, İngilizlerin, Yunanlıların durumunu, Türk ordusunun içinde bulunduğu koşulları bir bir gözleyerek yazıyor. Şeyhülislamın Kemalcileri düşman ilan eden fetvasına karşı Anadolu’daki din adamlarının karşı fetvasını hazırlatan meclis bu oyunu boşa çıkarıyor.
’’İngiliz, bunun üzerine yeni hileler düşündü. İstanbul’daki milliyetçilerin kendi vatandaşları karşısında zor durumda oldukları oldukları biliniyordu. Karşıtların önemli bir bölümü, başlangıçta İtilaf Devletleri ile birlikte hareket etmenin Türkiye’nin hayrına olacağını ileri sürmüştü. Bunun sonucu olarak şehirde Kemalist ordu için bütün çalışmaların gizli yapılması ve düşmanın dikkatinin çekilmemesi gerekiyordu. İngilizler bunu da kullanarak kendi çağrı bürolarını kurdular ve sahte etiketle Kemalist ordu için baş vuranları hemen orada tutukladılar.’’
Gözlemleri dikkat çekici Hans’ın.
İstanbul’dan İnebolu’ya , oradan Ankara’ya gelişi tam bir serüven bu yüzbaşının. Oradan da Milli Savunma Bakanlığı onu Eskişehir’e gönderiyor. Eskişehir’de istihkamda görevlendiriyor.
’Beni burada en çok vagon fabrikası ilgilendirdi; burası büyük bir beceriyle askeri bir tamirhaneye çevrilmişti. Yetenekli montajcılar burada İngilizlerden ele geçirilen iki bozuk uçaktan bir sağlam uçak yapıyorlardı; demir tornacıları İtilaf Devletlerinin işgal sırasında ülkede bıraktıkları topları kullanılmaz hale getirmek için çıkardıkları top kamalarını vagon akslarından yeniden imal ediyorlardı. Bu atölyelerde akıl almaz şeyler görmek mümkündü;bunların bir çoğu ne kadar yetersiz araçlarla yapıldıklarını düşününce mucize sınırındaydı.’’
’’İstasyon meydanında şahane eski gümüş işlerine hayran kalmamak mümkün değildi. Zira halılar burada bavulların ve çuvalların yerine geçiyordu, muazzam denklerin üstünde ve yanında mutsuz sahipleri oturuyordu. Çoğunlukla kadınlar ve çocuklar.’’
’’Ve en büyük felaket en katı örf ve adetleri en kutsal fikirleri yıkıp geçiyordu. Geniş dalgalanan, kara ipek giysileriyle hemen bütün kadınlar peçelerini arkaya atmışlar, yüzlerini avuçlarına dayayarak kocaman, badem gözleriyle umutsuz, önlerine dikmişlerdi. ’’
Bu Niebe endamlıların yanından geçerken Schiller’in zafer şenliğinden şu sözler aklıma geldi:
’’Ve uzun sıralar halinde sakınıp/ Oturuyordu Truvalı kadınlar kümesi...’’
Yüksel Pazarkaya’nın eşsiz Türkçesiyle dilimize kazandırdığı, Kurtuluş Savaşımıza bir yabancının gözüyle ışık tutan bu yapıt, bizim için bir belge niteliğinde. Alın okuyun derim.