Yolculuk Halleri
Otobüs, İstanbul’un dışına çıkmıştı ve adamakıllı hızlanmıştı. Uğultulu sesler yerini bir sessizliğe bırakmıştı. Kimileri arkaya yaslanmış uyukluyordu. Koridorda bir ileri bir geri gidip gelen muavin de şoförün yanı başındaki merdiven basamağına tünemişti. Demek ki her şey yolundaydı.
Herkes sakin görünüyordu; ama ben sakin değildim. Pür dikkat yolu takip ediyordum. Bunu boynumun ağrısından anlıyordum. Ellerimle birkaç kez ovduktan sonra tekrar yola dönüyordu başım. En küçük sarsıntıyı, sesi algı süzgecimden geçiriyor ve anlamlar yüklüyordum. Yolcuların tavır ve davranışlarını "çaktırmadan" incelemek bana daha ilginç geliyor ve onların karekter ve kimlikleri hakkında değişik yargılara varıyordum. Mesela, köylü mü, eğitimli mi olduklarını davranışlarından yola çıkarak yargılıyor ve sınıflandırıyordum. Çok mu özlemiştim bütün bunları? Ona da karar veremiyordum...
Yanımdaki teyzeye şöyle bir dönüp baktım: "Nasıl da kararlı", diye geçirdim içimden. Sadece kararlı değil, bir pişkinlik, alışkanşlık vardı edasında. Umarsızlığı bundan olmalıydı! Ondan etkilenmiştim.
Sol önde, sakin sakin sohbet ediyordu iki kişi. Bir adam kucağında uyuyan çocuğuyla uyuyordu, başı da koltuğun dışına sarkmıştı. Alamancılardan da ses seda çıkmıyordu. Hatta, uzun saçlı ve küpeli olan horluyordu. Ağzı da açıktı. Ne çok uykusuz varmış, dedim içimden. Yoksa bu biraz da müziğin etkisi miydi? "Kapat gözlerini/ kimse görmesin/ yalnız benim için..."
Tam kapıyordum gözlerimi ki Ahmet Kaya’nın "Uçurtmam tellere takıldı/hani benim gençliğim anne..."si duyuluyor. Uyunur mu şimdi? Bu efkârlı ve isyancı ezgi beni efkârlandırıyordu. İç çekerek düşünüyordum. Tam o arada, arkamda oturanlardan biri (erkek) öksürüyor kalın kalın, peş peşe. Saçlarımı düşünüyorum. Onun bakterileri kılıf gibi başımdan aşağı iniyor sanki. Soyut olan bu duygu öylesine elle tutulur ki... Elimle burnumu ve ağzımı tutuyorum. Buluzumun kolları olsa onlarla kapardım ağzımı, ama... Yanımdaki teyzenin tülbenti bende olsa, tıkardım ağzıma, diye düşünürken gülme kirizine giriyorum kıs kıs. Keşke sesli ve gönlümce gülüversem, ama nafile!
Minik yolcular da suspusken, müziğe odaklanmak istiyordum. Yüreğimde habire dalgalar köpürüyor ve anılarım depreşiyordu.
Düşüncelerim zik-zaklar çiziyor; itişip kakışıyorlardı. (Dışardan görülüyor mudur acaba, diye göz atıyorum etrafa. Paranoyak olmuş gibiyim.) Bütün bunların toplamı olmalı uzun yolculuğu gizemli ve serüvenli kılan, diye düşünüyorum. Artık karar vermiştim buna: Buydu özlediğim. Bu demektir ki, ön yargılarımı bir kenara bırakarak, bu yolculuğa layıkıyla adapte olup, nostaljiyi adamakıllı yaşayacaktım.
Gece hiç kapanmamış gözlerimi kapattım. Aracın uğultusunun etkisiyle de dinlenmem kolay olacaktı.
Dalmış olmalıyım. Gözlerimi açtığımda yanımdaki teyzenin bir şeyler yemekte olduğunu gördüm. Saat kaç ki, diye düşündüm. Kolumdaki saate baktım, sonra pencereden dışarıya. Artık İzmit’teydik. Demek ki ben uyumuşum! Hayret, muavinin mola anonsuna (anons ettiyse tabii) bile uyanmamışım.
Yeni yolcular biniyordu otobüse. Boş olan koltuklar da sahibini buluyordu böylece. Kimi yolcular, molayı fırsat bilip otobüslerin arasında sigaralarını içiyorlardı. Kimisi de başka ihtiyaçlarını gidermek için dolanıp duruyordu... Pencereden bakarken, elleri bacaklarının arasında kaşınan adamlar çarpıyordu gözüme. Sıcaktan mı ne? Tiksinti ve öfke duyuyordum.
Benim gibi mayışık oturan ve yerlerinden hiç ayrılmayanlar da vardı. Bazıları, oturdukları yerlerde bir şeyler yiyordu. Kese kâğıdı ve poşet hışırtıları onların fısıltılarını boğuyordu. Burnuma ekşi ve yanık şeker kokusu geliyordu. Sıcaktı, çünkü taşıt çalışmıyordu.
Şu ana kadar yanında yokmuşum gibi davranan teyze, "Tuvalete gidecen mi, gızım" dedi. "Hayır", demem üzerine düşündüğünü sezinledim. Gitmeye çekiniyor muydu?
-Teyze, istersen gelirim senle, dedim.
- He gel gidek! Ben otobüsü bulamam diye korkarım, ne bilem.
"Elbette", dedim. Çok acıdım kadına. Teyze bir anda enerji verdi bana. Onun masumluğu ve endişesi miydi buna neden?
Kısa boylu ve toparlak bir vücut yapısına sahipti teyze. Tülbentini düzeltti, üzerinde şalvar gibi duran gri pantolonunu çekiştirdi, kıvırdığı motifli ve rengarenk gömleğin kollarını indirdi. Sanki, podyuma çıkıcak olan bir modeldi, sanki bütün terminal sakinleri onun otobüsten inmesini bekliyordu. Hayranlıkla ve ilgiyle bakıyordum onun davranışlarına.
O önde ben arkasında, kalabalığı oluşturan bıyıklı, ter kokan adamları geçtik. Tuvaletlere yaklaşınca nahoş bir koku burun direklerimi tarumar etti.
Teyzenin elini tuttum. Lekeli ve yer yer sıvası dökülmüş tuvaletin yerleri de ıslaktı. Girmeyeyim dedim, ama baktım teyze, "Ama gel gel! Burada sabun var. Korkma!" dedi. Sanki düşüncelerimi okuyormuş gibi. Yerlerin ıslaklığı canımı çok sıkmıştı. Sandaletlerdeki çıplak ayaklarımı nasıl korusam ki... Kapılar gıcırdıyordu. Lavabolar çatlaktı. Kağıt ve çocuk bezleriyle donanmıştı her yer. Kırık sabun parçaları da çocuk bezlerinin arasında eriyordu.
"Çöp kutusu diye bir şey var, kardeşim", diye bağırmak gelmişti içimden o an. Gözlerimle çöp kutusu aradım. Sonunda bir köşede pislikten taşmış bir teneke gördüm. Demek ki suç tuvaletleri işletenlerdeydi! Kırık sabun parçalarıyla yan yana. Ya o koku...
Neyse, sonuçta çantamda bol mitkarda taşıdığım selpak ve ıslak mendillerin yardımıyla, hiçbir yere dokunmadan sıyrıldım oradan. Teyzem de "uşşş uşşş" edip yakındı epey. "Gızım gızım, çok pisler haaa!" deyip içini döktü geri dönerken. Dertleştik epey... Meğer o beş-altı kez yapıyormuş bu yolculuğu ve hiçbir düzelme olmuyormuş teyzemce.
Baharat, yemek, mısır ve kavrulmuş kestane kokusu sarmıştı o sisli, dumanlı terminalı. Ne çok koşuşturma vardı orada! İstanbul’dan farksızdı gözümde. Bir süre sonra yolcular itişe kakışa yerlerini aldılar. "Bu erkekler ne kadar yüksek sesli yahu! Gülmeleri de, konuşmaları da" diye sitem ettim kendi kendime.
Yerimizi aldık. Biraz hareketlenmek iyi gelmişti. Bir bakıma heyecan vericiydi.
Yine anons yapıldı ve otobüs tekrar hareketlendi. Yolcuların enerjisi henüz dinmemişti. Hâlâ sesli sesli konuşuyorladı. Artık yolculuk psikolojisine adapte olmuş ve kendilerini güvencede hissediyor olmalılardı. Biraz da yinelenen kolonya etkisi miydi bu?
Muavin bir yukarı, bir açağı gidip geliyordu koridorda. Yolcularla konuşuyor ve espri yapıyordu. Sanki tanışıyorlar gibi sıcak bir hava vardı. Ya da benim bilmediğim bir kural mı vardı?
Ön taraftaki koltuklardan çocuk sesleri, volümü zaman zaman yükseltiyor ve neşeli bir hale getiriyordu. Çocukların cıvıltıları, Sezen Aksu’nun "Yanarım, yanarım, tutuşur, kavurur ateşin"ini boğuyor. Oysa ben mayışmak istiyordum. Yanımdaki teyze de beni soru yağmuruna tutmuştu. Nereye gidiyorum, kimlerdenim, nerede oturuyorum, evlimiyim, çocuklarım var mı... Neyse, baktım olacak gibi değil, ben sorayım, dedim. Başladı teyze anlatmaya, hastalıktan girdi meseleye. Öyle de bi güzel anlatması vardı ki, durduraksız. Ne çok konuşası varmış meğer. Bir tek sorumla, onun tüm hayat hikayesini öğrenmiş oldum!
Farkettim ki İsveç ile İsviçre’yi karıştırıyor teyzem. Teyze nereden geldiğimi duyunca "Ama bizim o Kemal de ordadır a; sen onu tanımıyor? Ama o kaç senedir orada; orada dükkanı var... Durumu iyidir ama. Apartmanları vardır, İstanbol’da, İzmir’de... He he, her sene gelirler. Onlar otobüse binmiler ha! Arabası var... Durumu çok... iyiler ama..!" diye anlatıyordu. En ince teferruatına kadar; ismini cismini, çocukların sayısını; adlarını, uğraşılarını... Ben zavallı! Elim mahkum, usul usul dinledim. Çoğu da hemencecik uçup gitti kafamdan...
Arkamdaki adam arada öksürüp duruyordu hâlâ. Elimde mendil vardı bu kez ve ağzım korunuyordu. Ama saçlarıma dokunmak gelmiyordu içimden. Arada bir gülüşmeler, el sallamalar çocuklara yöneliyordu. İlgi gören bebek ve çocukların hareketliliği de artıyordu. Kimi yolcular, derin sohbetlere, felsefi konuşmalara ve ülkenin siyasi durumunu tartışmaya dalmıştı. Hararetli konuşmalarından öyle tahmin ediyordum.
Alamancılar da yan tarafta neşeyle kikirdiyorlardı. Arada bir "Scheisse" (boktan) diyorlardı. Ben onlara kulak verip lise yıllarımda öğrendiğim Almancamı "hatırlamaya" çalışıyordum, ama teyze hiç fırsat vermiyordu ki duyayım! Alamancıların "Nein... Wir tun, es ist nicht möglich"ları tanıdık geliyor bana. Gülümsüyorum mütemadiyen. Oysa teyze onun anlattıklarına gülümsediğimi sanıyordu.
Arada bir yola göz atmaktan geri durmuyordum teyze susunca. Karşı koltukta oturan orta yaşlı ve göbekli bir adam, arkaya yaslanmış ve umarsızca burnunu karıştırıyordu. Bakmayayım diyorum, ama gözüm zırt pırt ona ilişiyordu. İğrenmiştim. Sonlandırdığını umarak yine gözüm o yana kaydığında bu kez de, parmağının öbür delikte çapaladığını görüyordum. Onun yanında oturan adam oralı değil galiba; ya da uyuyordu. Yoksa böyle rahat olamaz, diyordum kendi kendime. Onun önünde oturan adam da göbekli ve kasketliydi. Bu sıcakta! Acaba çıplak kafasını kamufle etmek için midir? Adam bürokrat birine benziyordu; az önce binen yolculardandı. Mavi gömleğinin eteği sarkmış koltuktan dışarı, tıpkı bacağı gibi. Muavin her aşağı yukarı gidip geldiğinde, adamın bacağının üstünden atlar gibi geçiyordu, fakat o tınmıyordu bile. Öylece yayılmış oturuyordu. Adamın evindeki hallerini hayal ettim. Zavallı eşi, varsa tabii...
Uğultular arttıkça, benim de yorgunluğum artıyordu. Teyze de konuşmaktan yorulmuş olmalıydı. Bana olan merakını yenmiş, meramını da nasılsa anlatmıştı. Ben onu tatmin edebildim mi, bundan pek emin değildim. Susan teyze, ha bire tülbentini ısındığı başında yoklayıp duruyordu. Uyumak ve eksik kalan uykusunu tamamlayacaktı belki.
İzmit’teki molada ne yediyse yolcular, içerideki hava değişmişti. Ekşi, tatlı, baharat ve ter kokusunun karışımından ağırdı atmosfer. Bir tur daha kolonya verilse iyi olacak, diye geçirdim kafamdan. Ama nafile! Teyze yine sakinleşmiş ve uyukluyordu. Sanki bu otobüsün daimi yolcusuymuş gibi rahattı.
Birden bir uğultu ve hareketlilik oldu. Arkadan sesler ve böğürtü geliyordu. Muavinin koridorda hızla gidip gelmesinden anladım ki biri kusuyor; çünkü ağır bir koku bana da ulaşmıştı. Allahtan mendil vardı elimde ve onu sıkı sıkı yüzümün yarısına bastırmak durumunda kalmıştım. Teyze istifini bozmuyordu. Hayret!
Önlerden arada bir sesler yükseliyor ve kahkaha atılıyordu. Erkek sesleriydi yükselen. Uzun otobüs yolculuğunda kadınlar da böyle kahkaha atar mı hiç, diye geçirdim içimden. "Şu hale bak, ne kadar somut görebiliyorum bu farklılığı" diye düşündüm. Öfke duyduğumu hissettim.
Erkeklerin çok normal karşılanan yüksek sesli konuşmalarını, kahkahalarını, kadınlar aynı rahatlıkla gerçekleştirse, şu otobüste kim bilir kaç çift kaş çatar, kaç çiftin gözü yuvasından fırlar ve kaç ağız olmadık belden aşağı küfürler yağdırırdı. Belki sesli söylemezler, ama kafalarından geçen o olacaktır. Kadına olan bakış, birçok toplumda hâlâ ilkel ve baskıcı çünkü. Egemenliğini koruyan bu algı, devam edeceğe benziyor. Ben de bu otobüste, sıradan bir kadınım, hatta ayak uydurmaya çalışıyorum "kurallara". Feministliğim de, eşitlikten yana olmam da kendime, diye düşündüm.
Bolu civarlarına gelmiştik artık. Yeşil tepeler ve çamlıkların arasından kıvrılarak ilerliyordu yol. Bu civarları seviyordum. Bana yaşadığım yeri anımsatıyordu ve oksijenin havalandırmalardan sızarak aracın içerisini temizlediğini hissediyordum. İşte o an, keşke cam yanı olsaydı yerim, dedim. Zira teyze uyuyordu; dünya umrunda değildi.
Otobüs kıvrılarak ilerliyordu. Sesler fısıltıya evrilmişti yine. Bir dahaki mola yarımşar saat Göl Başı’nda olacaktı; daha sonra da Gürün’de mi verilecekti? Sıralamayı unuttum bile... Yumdum gözlerimi. Kulağıma gelen müziğin "karma" olması haz vericiydi. Sakindim ve melodileri duyumsayabiliyordum şimdi.
Ancak, kaskatı kesilmiştim oturmaktan. Günlük hayatımda hareketli olan ben, daha saatlerce oturacaktım böyle. Bacaklarımı uzatasım geliyordu; ama nereye? Yan tarafta oturan adam gibi yapamazdım ki!
Başımı yana gererek koridorun ön tarafında olup bitenleri izledim yine. Kafalar, erkek kafaları oynuyordu. Otobüste onlarca kadın olmasına rağmen sesleri duyulmuyordu. Ben de dahil. Sanki dilimizi yutmuştuk, ya da uyuşturulmuştuk...
Saatler ilerledikçe yorgunluğum da artıyordu, fakat uykum yoktu. Kitabıma odaklanmaya çalışmam da boşunaydı, çünkü bir iki satır okumanın arasına yine bir çocuk bağırtısı konaklıyordu. Başımı kaldırıp bakıyordum gözümüm eriştiği kadarıyla, ama arkamdan gelenlere bakamıyordum. Konuşan ve uyanık olanlar vardı benim gibi. Muavin basamakta oturuyordu. Otobüs öyle hızlıydı ki, arada koridordan yola bakmaktan alıkoyamıyorum gözlerimi. Böyle kitap mı okunurmuş?
Biçare, kitabımı önümdeki bölmeye sıkıştırdım. Müziği duymaya çalışıyordum. Duyduğum Orhan Gencebay’dı bu kez. "Hatasız kul olmaaaaz, hatamla sev beniii...". Ne çok efkar, ne çok melankoli, tanrım... Ve ne çok da iyi gidiyor otobüs yolculuğuna bu arabesk.
Yan tarafımdaki Alamancılardan, bitte... danke... ve kahkaha atıyorlar. Yanımdaki teyze hâlâ kıpırtısız. Dünya umrunda değil! Ben ise suspusum: Artık annem de olmak is ti yo rum...
Birden; Allah Allah! Sahi, şu ikinci şoför niye çıkmıyor meydana? Muavine mi sorsam acaba? Garip kaçar belki, yok olmaz! Yoksa, kaygılanmayayım diye, beyaz bir yalan mı söyledi kardeşim? Artık bana uyku yok, bu kuşkudan sonra...
Heidi Korkmaz, Sthlm
YORUMLAR
uzun yolculukları severim, çevremdeki canlı-cansız her şeyi gözlemlemeyi de ayrı bir severim...
insanları ve hareketlerini -teyzede olduğu gibi şiveleri de dahil olmak üzere- gayet güzel, gayet akıcı bi dille tasvir etmişsin ki bu da yazını bir çırpıda okutup sevdiriyor.
sanki aynı yolculuğa çıkmışız, aynı havayı solumuşuz beraber...
böyle olunca da okur olarak eli boş çıkmıyorsun...illa ki tebbessüm ettiğin ve aklına yazdığın birkaç cümleyle yolculuğa kaldığın yerden devam ediyorsun...
bi yazar hikayelerine noktasını koyarken, valizini bagajdan alıp son durakta inerken; eli boş okur hayalindeki bu serüveni devam sürdürür...hatta o yolu, o istikameti aynı şoförle beraber katedip kalkış noktasına kadar dönüp gelir...bavulsuz gittiği yerden, şimdi bi vagon dolusu sürüsüne sözcük aklına dört bi yandan hücum etmektedir...kim bilir?
ben öyle yaptım Tüya...çok da güzel oldu...
teşekkürler bu güzel yolculuk için...sevgilerimle...
Tüya
Sanki yolculardan biriydiniz ve sohbetlerimiz de deliksizdi yolculuk boyu.
Hikayemden "eli boş" çıkmaman mutlu ve onore etti beni.
İyi ki geldiniz; renk kattınız, güzel Gulam.
Tebessümle, sevgiyle ve teşekkürlerimle selam olsun.
Hode rınd nade :)
yolculuklar enterasan anılar bırakır bizde. insanları tanıma fırsatı doğar. hatta kendimizi bile tanıma fırstı buluruz. neden tiksiniriz neden hoşlanırız neleri sorgularız. güzel bir anı olmuş.
Tüya
Çok saygı ve selamlarımla.
Derler...
İnsanın hası belli olur, kodeste...
İnsan, darlık ve sıkıntıya alışmalı mı?
Ölçü bu mudur?
Bilmem...
Ama insan halleri neler?
Merak eder ya insan, okumalı sizi...
Yolculuk gündeminizde...
Hangi ruh gizli bu yolculuklarda?
Ve
Ve...
Çok saygımla.
.
Tüya
Anlam katan kıymetli yorumunuz için teşekkür ederim.
Çok selam ve saygılarımla.