- 1364 Okunma
- 5 Yorum
- 9 Beğeni
Zarif "kavuşma"
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Revirde acı içinde inleyerek uyandı. Hüznün morfini olmadığı gibi uyumakta alternatifler arasında yoktu. Bayılmıştı saçları sesli ve uyanmasına kadar eridi dağların karı. Eteklerine kadar acıya batmıştı. Gözlerini açar açmaz gerçekliğin parlaklığı hucum etti. Sessiz sessiz ağlamakla birlikte etrafa baktı. Hava kararmış titreyen gaz lambasının feriyle az çok bulunduğu yeri seçebilmişti.
Gözlerini kapatmadan öncekileri hatırlamak istedi. Askerin elindeki kağıdı kaptığını ve liste de ..if harflerini görünce kadar hızla isim süzdüğünü anımsadı. Sonrasında çığlıklar içinde bir karanlık...
Ortama göz gezdirdi. Revir olduğunu anlaması uzun sürmedi. Perdenin kenarından gece karanlığında kar yağışını görebiliyordu. Anlamsız bir dinginlikle bir süre izlemeye devam etti. Sakince ağlamaya devam ediyordu.
Kar yağışının yoğunluğunda hüzne boğulmuş göz yaşlarıyla izlemeye devam ederken bir ışığın yaklaştığını fark etti. Işığa eşlik eden sesle birlikte askeri bir araç revirin önünde durdu. Yerinde doğruldu. Sesler geliyordu. Bağrışmalar vardı. Kulak kabarttı. Ayağa kalktı ve kapıya doğru yürüdü. Yorgunluğun yerini artık merak almıştı.
Kapıya birkaç metre kala hızla kapı açıldı. Saçları sesli ürktü ve geri doğru adımladı. İri yarı bir asker içeri girmiş soluk soluğa etrafa bakınıyordu. Sonra arkasına döndü ve getirin diye bağırdı.
Biran da içerisi ana baba günü olmuş dakikalar önce ki sessizliğin yerini büyük bir hareketlilik almıştı. Saçları sesli yatağına tekrar dönmüş etrafında olanları şaşkın bakışlarla izliyordu.
İçeriye omuzlarda, sedyelerde askerler alınıyordu. Tir tir titriyordu hepsi. Ölüme ramak kala kurtulmuşlar ve araçla revire getirmişlerdi. Herkes panik halindeydi. Anlamsız komutan nidaları ve emir alan askerlerin hızlı adımlayan potları...
Sabahın ilk ışıklarıyla beraber gece getirilen askerler kendine geliyordu. Birkaçının durumu fenalaştı ve buradan alınarak büyük hastanelere gönderildi. Yaşama tutunamayanlarsa sessizlikler arasında uğurlandı. Saçları sesli olayın şokunu üzerinden atar atmaz balkan harbinde büründüğü hemşire görevine tekrar başladı. Gelenlere yardım etti. Doktor talimatlarını uyguladı. Kah yoruldu kah üzüldü. En azından zihnini susturarak kendini oyaladı.
Revir geceye göre daha sakindi. Ara sıra üst rütbeliler içeriye giriyor doktor ve hemşirelerden bilgi alıp gidiyorlardı. İçerde kimse neler olup bittiğine anlam verememişti. Sanki sadece donmaktan son anda kurtulan askerlerin hayatta kalması dışında bir misyonları olmadıklarına inanmışlardı.
-“Doktoor” iniltisiyle kendine geldi saçları sesli. Pencere önünde dışarıyı seyrediyordu. Bitkindi. Dağılmıştı. Ara ara fırsat bulabildiğinde Zarif’i hatırlıyor ve üzülüyordu.
İniltiye karşılık verebilecek ne bir doktor ne de hemşire vardı.
Doktor diye yineledi asker. Hırıltılıydı sesi ve zor konuşuyordu. Etrafına bakınan saçları sesli, kimsenin olmadığını görünce askere doğru hızla adımladı.
Gözleri kısıktı. Konuşurken kemikleri ufalanmış gibi zor konuşuyor yüzündeki ekşimeden acı çektiği anlaşılıyordu.
-“Hemşire” dedi. Saçları sesliyi yardıma geleni hemşire zannetmişti.
-“Komutanımı getirdiler mi komutanımı getirdiler mi?” diye tekrarlayarak sordu. Saçları sesli etrafa baktı. Ortam sakindi ve revir dekiler sessizce uyuyordu.
-“Komutanın kim asker” dedi saçları sesli.
Asker konuşmak için kendini zorladı. Acı iliklerine kadar işlemişti. Her bir kelimeyi çıkarabilmek için yoğun acıya maruz kalıyordu.
-“Zarif”
-“Zarif Komutanım burada mı ne olur söyleyin” dedi.
Saçları sesli dondu kaldı. Ağzını açamadı. Kekeledi. Gözleri fal taşı gibi açıldı. Ama tepki veremedi.
-“Ne dedin asker”
-“Komutanım Zarif burada mı?” yineledi asker.
Saçları seslinin elleri titredi. Zaman dondu. Işıklar söndü. Tuhaf tuhaf takılı kaldı gözleri. Askerin iniltilerine. Kalbi kükremeye başladı. Gümbür gümbür bir sevinç sıralandı ruhuna.
Zarif yaşıyor muydu ? Ya listede gördüğü isim, aslında orada isim görmemişti. Sadece ..if le biten bir kelime...
Aman Allahım dedi ve iki eliyle yüzünü kapadı. Sevinmek için erkendi. Askeri orada bıraktı ve tüm yataklarda Zarif’i aradı. Ama bol saçlı, kavis burunlu, esmer tenli, belirgin elmacık kemikli Zarif’e hiçbiri benzemiyordu.
Panikledi. Biraz önceki sevinç gürültüsünün yerini kaos alıyordu. Gözleri doldu. Rengi soldu. Elini saçlarına attı. Çaresizce boşluğu izledi. Tekrar askerin yanına döndü. Zarif burada yoktu ama yaşayabilme ihtimali her şeyi değiştirecekti.
-“Zarif nerede” diye bağırdı. Asker kısık bir ses duymuşcasına karşılık verdi.
-“Birlikteydik en son askerleri arabaya bindirirken gördüm onu” dedi. “Bize yardım ediyordu.”
Zarif yaşıyordu. Bunu bilmek saçları sesliye güç vermişti. Dışarı attı kendini. Etrafa baktı. Binanın her köşesine adımladı. Dışarıdaki arabayı kontrol etti. Dün akşamdan beri olanları her askerden tek tek dinledi.
Ama hiçbiri Zarif’e ne olduğunu bilmiyordu. Çünkü Zarif arabaya atlayıp yaralı askerlerle birlikte gelmemişti.
Zarif’i soran askerden dinledi her şeyi. Yaşadığını öğrendi. Onu kaybettikleri yerlere gitti. Ama ona dair bir ayak izi dahi bulunamadı.
Saçları sesli kayıp bir sevdayla ayrıldı o şehirden. Kıymetli olan ne varsa kalbine yükleyerek. Acı, hüzün, keder ve ufak bir parça da olsa umutla...
YILLAR SONRA ...
Savaş yılları geride kaldı. Cumhuriyet kuruldu ve büyümeye başladı. Zor yılların yerini, bir ülkeyi yeşertebilme gayesi almıştı. Bir devlet yaralarını sardı. Babası dönmeyenler ıssız köşelerde gözledi. Evladı dönmeyenler yanık türküler söyledi. Yarım kalan sevdalarsa masumluğuyla sandıklara sarılıp konuldu.
Zarif, kayıp savaşların yegane tutsağı, vatan müdafaasında en büyük fedakarlığı yaparak dönmüştü öz vatana. Cumhuriyeti kurmaya yetişemedi. Ama yeşeren gülümsemelerin sırtındaki yüklere deva oluşunu hissedebiliyordu. Müdafaasında bulunduğu doğu cephesinde esir düşmüş ve 10 yıl esir olarak ömrünü tüketmişti. Esirliğiyle belki de onlarca askerin yaşama tutunmasını sağlamış fakat kendi dünyasına kelepçe vurulmasına engel olamamıştı.
Bir devir kapanışıyla birlikte yeni devrin emeklemeleri arasında bir yaşantı tüttürdü Zarif. Yılların yaş alırken Zarif’de yol almıştı. Ülkeye girmiş ama bir yabancı gibi hissetmişti. Kimsesi yoktu ve vatanından başkasına bakamamıştı. Saçları seslisini hiç unutmadı. Adını sayıkladığında göğe bakardı. Tabi elinde tüten sigarasıyla...
Ölmüş müydü?
Evlenmiş te olabilirdi?
Başka bir ülkeye gitmiş te?
Ya da Anadolu’nun en ücra köşesinde çalışıyor da ...
Yanında içtiği sigarasıyla birlikte aklında cevap bekleyen onlarca soruyla...
Yarım kalmışlıklarla...
Balkan harbinden bu yana taşıdığı sevdayla bugünlere erişmiş dalgınlığına suskunluklar katmıştı. Küçük bir kulübe de yaşamını sürdürüyor savaş kahramanı için verilen maaşıyla geçiniyordu.
Gün görmezdi. Açıktan yürümezdi. Kimseye muhtaç olmadan sessizce yürürdü. Şatafatlı yollar seçmeden, omuzunu germeden kalabalıklara, büyük gururla fakat yoğun hüzünle yaşamına devam ediyordu. Zarif yoruldu ama değdi ülke huzur buldu.
Cephenin dağı. Taşı sırtına yüklemesi, ya da insaf etmeyen esir yılları yormadı Zarif’i.
Haritaya bakarken saçları seslinin memleketi yordu onu. Göğe bakarken çektiği ıstırap, ışık saçan özgürlük ve yüreğine kadar dolu cenkler yordu...
Baktı baktı baktı..
Hep göğe baktI Zarif...
Ama bir bakışın ötelerine sevdalıydı o. Adımını vatana atar atmaz saçları sesliyi aramaya başladı. Fakat nafile sürgün devam etmişti. Nereye baksa bulamamıştı.
Balkanlara gitti. Son mektubunu verdiği tren garına ama hiçbir yerde derdine deva olamadı. Zaman çok geçmişti. Artık bu şehrin yabancısıydı. Kendinden başkası yoktu saçları seslisine götürecek.
Bir de Haydarpaşa garı vardı.
Saatlerce tütsülenen tren gürültülerine gebe, boğuk sesle nefes alıp veren, dünyanın tüm kavuşmalarını ve vedalarını belirleyen mabediydi...
Sabah uğrar akşam göçerdi. Sakin, sessiz ve ihtişamlı bakardı. Gün boyu baştan başa adımlardı. Bir gün saçları seslinin buraya uğrayacağı umuduyla...
Gidecekse buradan gidecekti. Gelecekse de buraya gelecekti. Şehrin başlangıç ve bitiş yeri buraydı.
Bir gün burada onu görecekti. Buna inanıyordu. Dünya üzerinde belki de en düşük ihtimali olacak bir şeye tutulmuştu Zarif.
Saçlı sesli...
Zeytin gözlü, saçları konuşan kadın...
İri iri bakışları, dingin duruşu ve asil haliyle zamana meydan okuyan masum ama durgunlaşan sevgili...
Hüznün nasiplisi, bekleyişlerin bahtındaki tahtıyla kıdemli, gözlerinin içinde emanet aldığı yorgunluk...
İlk gençliğinden bu yana yaralandığı her halinden belliydi.
Savaş onu can almadan paylamıştı.
Neyse ki yeni ülkenin ilk öğretmenlerinden biri olarak artık ışık saçıyordu. Bu güneş olma hali bir nebze ağır yükünün yorgunluğunu alabiliyordu.
Artık Anadolu yolu gözüküyordu saçları sesliye. Bir öğretmen olarak her yere ışık saçmak için gidecek ve yeni neslin aydınlatacaktı.
Yavaş yavaş geldi Haydarpaşa garına. Siyah paltosu sırtında ve içinde bekleyişlerle. Ağzında o meşhur sigarası ve arada göğe doğru seğirten bakışlarla...
Zarif sakin adımlarla yürüyor, vedalar ve buluşmalara şahit oluyordu. Ara ara mola veren trenlerin ulumalarıyla kendine geliyordu. Dumanlı bir havada üşütmeyen bir kış sabahıyla birlikte gelmişti.
Eğik başlı valizleri kavramış elinde beyaz mendilin ıslaklığıyla ayak sürüyen kalabalıkların içini yararak ilerledi. Saçlarına ak düşmüş alınındaki kırışıklıklar belirginleşmişti.
Yürüdü. Etrafına baktı. Sigarayı tellendirdi. Ara ara konuşulanlara kulak kabarttı. Ama pasif bir gezici gibi hiçbir şeye ilişmedi.
Taa ki karşısına bakıp duruncaya kadar...
Zarif olduğu yerde mıh gibi çakılı kaldı. Tüm vagon sesleri, insan ağlaşmaları ya da sevinç naraları kulaklarına ilişmiyordu.
Dizleri titredi. Sigarası parmaklarının arasından kayıp düştü. Dudaklarını ağlamamak için sıktı. Gözleri parlamıştı.
Saçları sesli oradaydı.
Önce derin bir nefes çekti Zarif. Zihnini tazeledi. Gözlerini sıktı ve yeniden açtı. Ama değişen bir şey yoktu. Genç kadın elinde valiziyle ona bakıyordu.
Saçları sesli valizi kayıp düştü elinden. Zeytin iri gözleri ıslanmıştı. Dolu dolu gözyaşı gözlerinden taşmak üzereydi.
Dudakları titredi. Yüzü kıp kızarıktı.
Tüm dünya durdu. Kalpleri çığırından çıktı. O kadar yüksek bir ses vardı ki ama bunu kimse duymuyordu. Yürek yakanlar türküsü çalışıyordu. Çağlar kapandı o an ve çağlar açıldı. İri kıyım kayalar dağ eteklerine savruldu. Rüzgarlar en gözde ovalardan esti. Kimin gurbeti varsa bir anlığına son buldu.
Ve kıyamet sanki o an koptu.
-“Zarif...”
Diyebildi saçları sesli. Sadece zarif. Gözleri ışıl ışıl oldu. Titreyen ayakları sendeledi ama düşmedi. Bayılmaya hiç niyeti yoktu. Gözleri kapatmadı her an kaybedebilirim korkusuyla...
Bir iki adım attı Zarif...
Ama daha fazlası olmadı. Durdu. Dağlar yüklendi sanki sırtına. Avuçlarını sıktı. Telaşlandı. Ve bir kez daha sevdi saçları sesliyi. O an yer gök bunu anladı...
Yavaşça yaklaştılar...
İçli içli sarılmak, hıçkıra hıçkıra ağlamak ikisi de olmadı.
Asil aşıkların buluşması da öyle oldu.
Saçları sesli kızardı ve utandı. Zarif gözlerini kaçırdı...
Yıllar birikmişti ikisinde...
Zarif;
-“Yürüyelim mi?” dedi.
Saçları sesli cevaplamadan yanına kıvrıldı. Elleri birbirinde boşluğa akıp gittiler çünkü yılları konuşmak zaman alacaktı...
YORUMLAR
duygulu güzel bir hikaye mutlu bitmesi güzel. kaleme sağlık. savaşlar ne acılar bıraktı yürekler bu topraklarda .
Zarif oğlu
Acılara karşı merhem olsun sevdalar diyerek hikayeyi güzel bitirmeye çalıştım
Sonunda kavuştular. Çok sevindim :)
Bu hikayeyi baştan beri okuyorum ve hayran kalmıştım. Yılları konuşmak zaman kaybı olabilirdi ancak. Çok doğru.
Zarif oğlu
Guzel bitirmek istedim hikayeyi begenmenize sevindim