- 364 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Devletin haksızlığı
M. Sabri HABERVEREN
Devletin var olmasının esas amacı vatandaşını huzur ve refah içerisinde geleceğinden emin bir biçim de yaşatmasıdır. Avrupa ülkelerinin emeklileri çalışma hayatlarını tamamladıkları zaman dünya ülkelerin görmeye ve gezmeye çıkıyorlar. Hastalandıkları zaman, yabancı bir ülkede bile olsalar devletleri tarafından, hastane uçak ve helikopterleri ile kendi sağlık kurumlarına ulaştırılıyorlar. Peki, bizim emeklilerimiz, işçilerimiz memurlarımız çalışma hayatlarını bitirdikleri zaman yurt dışına çıkabilecek kadar bir ücret alabiliyorlar mı? Sağlık hizmetlerini alabiliyorlar mı? Tekrar bir yerde çalışmadan insan gibi yaşayabiliyorlar mı? İşte bu noktada Türkiye Cumhuriyetinde sorunların Atatürk döneminden sonra başladığını düşünmeden edemiyorum.
Atatürk Türkiye Cumhuriyetini kurduğu zaman, cumhuriyet karşıtları olarak Amerikan, İngiliz ve Alman mandacıları vardı. Bu mandacıların yanında; yobazlar, gericiler, hilafetçiler ve padişahçılarda vardı. İşte bu yüzden Atatürk Cumhuriyeti koruyan ve kollayan kanunlar yaptırdı. Cumhuriyet olgusu ve anlayışı oturana kadar herkes Türkiye Cumhuriyeti devleti tarafından sorgulanacak ve sorgulandıkları konularda, kendilerini ispat etmeleri istenecekti.
Atatürk ülke sınırları içerisinde kalmış halkın zaman içerisinde, ailelerden, kabilelerden ve aşiretlerden bir millete dönüşeceğini, cumhuriyet oturduktan sonra da, devleti korumak için yapılan kanunların, halkı koruyacak biçimde değiştirilmesinin gerektiğini düşünüyordu. Bu yüzden 1930’ lu yıllara kadar bekledi. Bu arada hem nüfus artıyor hem de ülke gelişiyordu. Çeşitli inkılâplar yapılıyor, muhtelif kurumlar, fabrikalar ve işletmeler kurularak istihdam ve iş alanları yaratılıyordu... Yapılanların halka örnek olmasına önem veriliyor, böylece ülkenin gelişmesi yönünde çalışmalar sürdürülüyordu.
Ne yazık ki Atatürk; devleti koruyan kanunlar yerine, vatandaşı koruyan kanunları hastalığı dolayısı ile yapamadı, yaptıramadı. İktidara gelen partiler, cumhuriyetin kuruluşu sırasında konulmuş kanunları, kendi çıkarlarına daha uygun buldular. Aileler, aşiretler, ağalar ve şeyhler desteklendi. Halende siyasiler tarafından desteklenmeye devam ediliyor. Vatandaşa niçin hizmet edilecekti? Nasılsa herhangi bir konuda; yakasına sarıldıkları vatandaşın elinde kendini koruyacak, ispat edecek bir belgesi yoksa ona istediklerini yapıyorlardı. Buna karşılık beyan, yani söz kabul görmediği için, cumhuriyetin ilan edildiği tarihten bu yana Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, devlet diye tanıdıkları hükümetlere ve birbirlerine karşı yalan söyleme kabiliyetini geliştirdiler. Ağır vergiler vermemek için katrilyonluk iş adamlarının, bir işçi kadar kazanç gösterdikleri vergi levhalarından tutunda, katillikleri alenen ortada olan canilerin “Ben masumum.” demelerine kadar rezillikleri hepiniz duymuş, görmüşsünüzdür. Yine bu dönemde eytam sandıklarındaki yetim malları ve paraları, tehcir dolayısı ile ortada olmayan Ermenilerin malları ve paraları Emlak Bankasının kurulmasında kullanıldı. Kimse bu paraları ve malları tekrar geri almasın diye durmadan bankalar kanununda değişiklikler yapıldı. 10 yıl aranmayan paraların hazineye kalması kanunlaştırıldı. Zaten yüzde doksan beşi “ümmi” yani okuma bilmeyen insanlardan müteşekkil Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, ailelerinden, büyüklerinden kalan mal ve paraları aramasını bilmiyordu… Bu yetmediği gibi kanunlarla devlet, yetim ve öksüzlerin varidatlarının hazineye kalmasını sağlayarak kendi vatandaşlarına haksızlık yapmaya başladı. Daha sonraki nesilde okuma öğrenen varisler, bu kanunlar yüzünden alacaklarını alamadılar. Kimi vatandaşlar birinci sınıf, kimi vatandaşlar ise beşinci sınıf insan yerine konmaya başlandı. Ağalar, şeyhler aşiretler desteklendi. Ayrı, elit başka bir sınıf oluşturularak, insanların, fertlerin değerleri düşürülmeye çalışıldı.
1923 yılından bu yana Turgut Özal dönemine kadar Türkistan’dan, Romanya’dan, Yugoslovya’dan, Yunanistan’dan, Bulgaristan’dan, çeşitli zorlamalarla ülkemize göç eden insanlara, başka devletlere hava atmak için boş araziler, arsalar verildi. İş imkânları tanındı. Hatta İran Irak savaşı ve Afganistan savaşı dolayısı ile o ülkelerden yurdumuza yerleşenlere bile yer verilip iş imkânları tanındı. Ama herhalde bunlar yine birilerine hava atmak içindi. Çünkü cumhuriyet kurulduğundan bu yana bu ülkede yaşayıp ev ve iş sahibi olmayan insanlarımız vardı. Bunlar olanlara hasetle baktılar. “Bizde başka bir devletten gelseydik. Devletimiz bize de aş verseydi iş verseydi diye hayıflandılar. Ağaya ait bir köyde tek göz toprak bir damın içinde 5-6 nüfusa ekmek yetiştirmek zorunda olan insanlar, senelerce birilerine bir şeyler verilmesine, kendilerine bir şey verilmemesine seslerini çıkarmadılar. Hatta devlet doğudaki fabrikaları sökerek batıya taşındığında bile. Aç kaldılar, ağaların, şeyhlerin insafına, vicdanına bırakıldılar. Hor görüldüler, aşağılandılar.
Bulundukları coğrafya maden ve petrol bakımından ülkenin en zengin yerleri olduğu halde; o fakir insanları nedense bu petrol ve maden kaynaklarıyla besleyip aş ve iş sahibi yapamadık. Yanlış politikalar ve insanlarımıza güvenmeme sonucu o bölgeleri emperyalist devletlerin gelecekte yedek hammadde kaynakları bulması gereken bölge olarak sakladık. Bu kaynakların bulunduğu bölge ve toprakları önceleri İngilizlere, sonradan ABD’nin başkan yardımcısına 99 yıllığına kiraladık. Daha önceleri burada petrol yok diye kapatılan kuyulardan TPO’nun kaliteli petrol çıkardığı görülmüştü... ABD bu yer altı kaynaklarını bildiği için 1970 ten beri bölgede yeni bir oluşum meydana getirmeye çalışıyor. BOP’u gerçekleştirmeye çalışıyor. Bunun için başımıza PKK belasını sardı. Bunun için çocuklar güvenlik güçlerini taşlıyor. Bunun için doğu ve güneydoğuda hâkimiyetini ilan etmiş bir illegal güç var. Bunun için insanlar doğu ve güneydoğudan göç ediyorlar. İnsanlar aç oldukları için haksızlığa uğradığı için dağa çıkıyor. Bunun için askerlerimiz şehit ediliyor.
Bizde bütün bunlardan kurtulmak için, kuru kuruya bir açılım demiş gidiyoruz. Açılımın içinde ne olduğunu açıklayan, ne yapılacağını söyleyen bir hükümet yetkilisi gördünüz mü? Bırakın bunu söylemeyi istihdam yaratacak bir iş kolunu teşvik ettiklerini veya kurduklarını gördünüz mü? Bizi bu konuda destekleyin demelerinden başka bir şey söylediklerini gördünüz mü? Ne var bu açılımın içinde… Açılım için bir takım kriterler ortaya kondu mu? Muhalefet partileri ortaya konulan açılımın maddelerini mi ret etti? Hükümetin önerdiği muhalefetin reddettiği maddeler nelerdi? Doğuda yaşayan insanların sorunlarını siyaset alanında söylemesi gerekirken, ülke düzeyinde teröre başlayıp diğer vatandaşların tepkilerini çeken ve kapatılan parti sorunları ortadan kaldıra bildi mi?
Bir şey yapılmaması, insanların kaderine terk edilmesi, adalet ve hukuka olan güvenin kaybolması, vatandaşa gerekli hizmet ve güvencenin verilmemesi, “ölen ölür, kalan sağlar benimdir” görüşü bana göre, despot ve baskıcı bir devlet anlayışının sonucudur. Bu ülkede gerçekten vatandaşa hizmet amacı ile varlığını sürdüren bir devlet anlayışını iktidar ve muhalefet partileri istiyor mu? Bana göre istemiyorlar... Daha önce bir parlamenterimizin dediği gibi “Hala bıraktığımız yerde mi otluyorsunuz?” diyerek biz vatandaşları adam yerine koymuyorlar.
Millet olabilme, ağalardan şeyhlerden, aşiretlerden kurtulma, hak sahibinin hakkını verme, sözde değil, gerçek demokrasi tesis etme, gayri safi milli hâsılanın eşit olarak paylaşılması, vurgun, yolsuzluk, hırsızlık ve kayırılmanın ortadan kaldırılması, herkesin bir başkasının görevine karışması yerine herkesin görevini yapmaya çalışması, gerçek hukukun tesis edilmesi, vatandaşın geleceğinden emin olabilmesi, sağlık ve eğitim hizmetlerini tam olarak verilebilmesi, devleti koruyan kanunlarla değil, ancak vatandaşı koruyan kanunlarla mümkündür.
Pek tabi ki bu sayılanların ve sayılmayanların yapılması, ceberut devlet anlayışının kaldırılması pek çok çıkarcı ve asalak devletin ve kişilerin işine gelmeyecektir. Ama bence gerçek demokrasi ancak sayılanların ve sayılamayanların yapılması ile olabilir. 18.12.2009-İstanbul
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.