- 294 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Bugün 17 Ağustos
BUGÜN 17 AĞUSTOS
Önce Güncel
Sevgili okuyucular,
Bu gazetede, bir yıl önce ağustos sonunda haftada bir gün olmak üzere “Edebî Esintiler” başlığı altında köşe yazısı yazmaya başladım. Yazılarımın içeriği tamamen şiir ve edebiyat olacaktı, “Sizden Gelenler” başlığı ile ikinci bir köşe açarak okuyucuların edebî eserlerine yer verecek ve böylece genç şair ve yazarlara yol gösterecektim. Planladığım çizgide yazılarıma üç dört ay devam ettim, fakat öyle bir an geldi ki kendi kendime “Bunca felaketler, toplumsal sorunlar ve halkı bunaltan güncel meseleler varken şiirden söz etmek çok saçma; yazdıklarımın hepsi okuyucularımın nezdinde birer sinek vızıltısı!” diye düşünerek “Düncelden Güncele” başlığıyla memleketimin ve milletimin dertlerinden söz etmeye başladım.
Edebiyat çizgisinden toplumsal sorunlar çizgisine gelmeye mecburdum; mecburdum çünkü 2020 başında virüs belasıyla başlayan felaketlerin ardı arkası kesilmiyordu. Aşı temin etme sorunları, sokağa çıkma kısıtlamaları, yarı ve tam kapanmalar, Rize ve Artvin sel baskınları derken Bergama ilçemizde başlayıp iki hafta süren Akdeniz ve Ege orman yangınları ve son olarak Karabük, Bartın, Kastamonu Bozkurt, Sinop Ayancık sel felaketleri…
Hükümet; yangın sebebiyle Antalya (Manavgat, Akseki Alanya, Gündoğmuş ve Gazipaşa ilçeleri) Mersin (Aydıncık ve Silifke), Osmaniye (Merkez ve Kadirli ilçeleri), Adana (Aladağ, İmamoğlu, Karaisalı ve Kozan), Muğla (Marmaris, Bodrum, Milas, Köyceğiz ve Seydikemer) illerimizdeki yangından etkilenmiş tüm mahalleleri afet bölgesi ilan etti. Daha önce Düzce, Rize ve Artvin’in selden etkilenen ilçe ve mahalleleri zaten afet bölgesi kabul edilmişti. Son olarak Bozkurt, Ayancık ve Bartın da afet bölgeleri listesine eklendi. Sanırım 29 Ekim 1923’ten beri bu denli geniş bir coğrafyayı kapsayan afet bölgeleri olmamıştı.
Şuna eminim ki 2021 Temmuz sonu ile Ağustos başı yangınları ve sel baskınları tıpkı 17 Ağustos 1999 depremi gibi milletimizin hafızasındaki felaketler sayfasına iri puntolu ve kan rengi harflerle kazınacak.
Yangınlarda ve sel baskınlarında vefat eden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yakınlarına baş sağlığı ve metanet diliyorum.
Her ne kadar hükümetin ihmalleri ve kusurları olsa da devletimiz güçlü, milletimiz alicenaptır. Şuna eminim, maddi yönden mağdur olan vatandaşlarımıza yardımsever halkımızın cömert elleri ve devletimizin güçlü kolları tez zamanda uzanacaktır.
Şimdi de düncel
Lizbon Depremi
Sevgili okuyucular, çok iyi biliyorum ki şu an “Lizbon depremi de nereden çıktı, anlattıklarınla ne alakası var?” diyorsunuz. Ben de diyorum ki: “Çok alakası var.”
Anlatayım:
266 yıl önce, 1 Kasım 1755’te Lizbon’da 9 şiddetinde bir deprem meydana gelir. O devirde dünyanın dördüncü büyük kenti kabul edilen 200 bin nüfuslu Lizbon yerle bir olur. Çok büyük katedraller, tiyatrolar, tarihî kiliseler, kütüphaneler ve konutlar yıkılır. Öyle ki kentteki binaların yüzde seksen beşi yerle yeksan olmuştur. Doğal olarak çok az da olsa sağlam bina kalmıştır. Depremin akabinde yangınlar çıkar ve tsunami gerçekleşir. Art arda gelen afetler nedeniyle Portekiz, İspanya ve Fas’ta yüz bin kişinin öldüğü tahmin edilmektedir.
Lizbon depremi Avrupa tarihinde hem teolojik hem felsefî hem de doğa bilimleri açısından bir dönüm noktasıdır. Niçin dönüm noktasıdır? O devirlerde yaşayan Hristiyanlar “Depremler, Tanrı tarafından gönderilen cezalardır,” inancını taşıyordu. Depremden sonra halk ve bilim insanları gördüler ki “Tanrı’nın evi” addettikleri birçok kilise yıkılmıştı, buna karşın kenar mahallelerin bazılarında kumar oynanan, “bataklık” olarak vasıflandırılan bazı mekânlar ve “günah evi” addedilen bir genelev yıkılmamıştı. Böyle bir ortamda ve psikolojide çalışmalarını yürüten meşhur filozof İmmanuel Kant, “Deprem de yağmur, sel, kar, yıldırım gibi doğal bir vaka olmalı,” diye düşünerek Lizbon depremiyle alakalı verileri toplayarak depremin oluş sebepleri hakkında bilimsel makale yazdı.
Kant, depremin sebeplerini tam anlayamamış ve açıklayamamıştır ama onu takip eden bilim insanları deprem hakkındaki (gerçekleşme zamanı hariç) tüm bilimsel verilere ulaştılar ve böylece sismoloji (deprem bilimi), jeoloji (yer bilimi), jeomorfoloji (yüzey bilimi) bilimleri doğdu.
Bu bilimlerle uğraşan ve kıtalar tektoniğini iyi bilen uzmanlar “Deprem öldürmez, bina öldürür,” sloganıyla halka ve yöneticilere nerede ve nasıl konut yapılması gerektiğini, nerelerde konut yapılamayacağını anlattılar, yazdılar.
Tekrar güncel
Buna rağmen maalesef ki 17 Ağustos 99 faciasını yaşadık ve tahminen otuz beş bin vatandaşımız enkaz altında kaldı. Bu felaketin sebebi neydi? Elbette ki kaçak yapılaşma, kat üzerine katlar çıkma ve yöneticilerin basiretsizliğiydi. Bu depremde şunu öğrenmiş olduk ki deprem yönetmeliğine uygun inşa edilen konutlar sapasağlam ayakta kalıyor. Mesela depremin merkezi Gölcük’teki iki üç katlı subay lojmanlarının hiçbiri hasar almamıştı.
17 Ağustos depremi ile idrak ettiğimiz bu gün arasındaki 22 yıl boyunca şiddetli ve orta şiddetli birçok depreme şahit olduk; manzara yine değişmedi. Lokal bazda da olsa yıkılan apartmanlar, tarumar olan haneler, vefat eden yakınları için gözyaşı döken vatandaşlar gördük.
Sanırım deprem ile sel felaketinin sebepleri ve sonuçları aynı. Son sel baskınlarında şunu gördük ki yönetenler ile yönetilenler arasındaki ahbap çavuş ilişkisi, dost ve akraba kayırmacılığı, rant denilen açgözlülük devam etmiş, asla konut yapılmaması gereken dere yataklarına beş on katlı binalar dikilmiş ve böylece felaket dediğimiz kaçınılmaz son gerçekleşmiştir. Az önce tv haberlerinden öğrendiğim kadarıyla sel baskınlarında toplam 58 vatandaşımız vefat etmiş. Ruhları şâd, mekânları cennet olsun inşallah!
Bu tür felaketler “Allah’ın takdiri,” diyerek geçiştirilemez. Evet, mutlaka ki Alah’ın takdiridir fakat “tedbirin kuldan, takdirin Alah’tan olduğu” unutulmamalıdır.
Bilim insanlarının tavsiyelerini duymazdan gelip dört yüz metre genişliğindeki dere yatağını 15 metreye düşürürsen ve sonra da dereden çaldığın araziye kat kat beton binaları dikersen, kaçak yapılaşmaya engel olmak yerine ikide bir imar affı çıkarırsan sonuç bu olur.
Sevgili okuyucular, Atatürk’ün “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir,” sözüne uyun ve sağlıcakla kalın.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.