- 1544 Okunma
- 8 Yorum
- 8 Beğeni
860 - HEPSİ SENİN İÇİN
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Onur BİLGE
İki ihtiyar, adım adım yaklaşmakta olan ecelin ayak seslerini işitiyor olmalılar ki arkadaşlarının vefatlarından çok fazla üzüntü duyduklarını dile getiriyorlar. Gazetede bir ölüm ilanı bile okusalar, üzerinde konuşuyorlar. Sadullah Bey, Define’ye göre çok daha hassas bu konuda. Resmen sarsılıyor. Günlerce kendine gelemiyor. Son konuşmaları hayli enteresandı.
“Dün beynimin arkasında, ensemin üstünde iki taraflı avuç içi kadar kadar iki ağrı vardı. Keçeleşme, uyuşma... Üzerime bir ağırlık çöktü ki sorma! Öyle erkenden uyumak falan yoktur tarihimde ama televizyonun önünde sızıp kalmışım. Bir ara gözümü açtım baktım İstiklal Marşı... Yayın bitmiş. Güne Bakış falan... Televizyon kapanıyor! Biraz daha uyukladım, sonra da yattım. Ertesi gün kalktığımda saat on dört otuzdu.” diye yakınmayla başladı Sadullah Bey söze. Dede de elinden geldiği kadar onu sakinleştirmeye ve teselli etmeye çalıştı.
“Desene bugün daha da zindeleştin!”
“Bizimkiler hastaneye götüreceklerdi. Annesi durumumu oğlana anlattı. O da: “Psikolojik... Onda beyin hasarı falan yok. Arkadaşları arka arkaya öldükçe evhamlanıyor. Kuruntu yapıyor. Tahlil yaptırın, film çektirin, bakın, benim dediğim çıkacak! Onda bir şey çıkmayacak!” demiş.”
“İnşallah çıkmaz!”
“Hani o gün cenazede fenalaşmıştım ya... O zamandan beri kulaklarım tıkalıydı. Yarı yarıya açıldı.”
“Tabii, arkadaşının aniden vefat haberinin gelmesi seni şoka soktu. İlk gün öylesine etkilendin ki ben bayağı endişelendim ama daha sonra yavaş yavaş toparlandın. O olayın tesiri azalınca hasarı ortaya çıktı. Kısa zamanda bu da geçecek İnşallah!”
“Bu ağrı o gün sağ taraftaydı. Dün geceyse iki taraf birden zonkluyordu!”
“Zaman zaman bende de olur. Tamamen anlattığım şeyden... Bir anda mesnetsiz, boşlukta kalışından... Öyle zamanlarda ben her ne kadar çalışarak oyalansam da, beynim hep meşgul olur. İster istemez her zamankinden daha çok düşünürüm. Önümdeki engelleri, sanki elimdeki aletlerle ayıklamaya çalışırım. Sen de kurtulmak üzeresin. İnşallah çok yakında sağlıklı bir bünyeye ve ruha kavuşacaksın! Az şey atlatmadın! Aklın duruldukça altta kalan izler ortaya çıktı. Bu izler de zamanla kaybolup gidecek.”
“Benim de söylemediğim çok sorunum var.”
“Paylaşmak istersen hazırım.”
“Delilikten, sahte neşeden güç alıyorum. Aslında kendimde değilim!”
“Farkındayım, senin sende olmadığının. Her ne kadar sebebini bilmesem de hissediyorum. Yapabileceğim bir şey varsa, elimden geleni yaparım. Hem çok kalabalık, hem de yalnız olmanın, bir de kendine ait olamamanın sorunlu olacağı muhakkak... Anlatmak istersen dinlerim. Seni dinlemek bana sorun olmaz.”
“Anlatmayacağım. Çok özel... Ancak sana yıllar önce aynen yaşanmış bir olay anlatabilirim. Gerçekliğinden en ufak bir şüphen olmasın!”
“Ben de zevkle dinlerim.”
“Doğu Anadolu’daki bir köyde yaşamakta olan bir delikanlı, komşu kızına âşık olmuş. Kız da onu seviyormuş ama aradaki aşılması mümkün olmayan engeller yüzünden birbirlerine kavuşamamışlar. İkisi de başkalarıyla evlendirilmişler.
O aşk, delikanlıyı halk âşığı haline getirmiş. Bir saz satın almış, doğaçlama çalıp söylemeye başlamış. Kahrından köye sığamıyor, sazı boynunda köy köy, kasaba kasaba dolaşıyormuş. Zamanla sazda da sözde de ustalaşmış, adı anılır ve aranır bir ozan olmuş.
Aradan yıllar geçmiş. İkisi de oldukça yaşlanmış, çocukları, torunları olmuş ama birbirlerini asla unutmamışlar. Aşkları birazcık olsun küllenmemiş bile. Ailecek de görüşüyor, birbirlerinin evlerine sık sık gidip geliyorlarmış.
Günün birinde, ozan yine sazı omuzunda, kim bilir kaç köy kaç kasaba dolaştıktan sonra yorgun argın evine dönmüş. Kapıdan içeriye şöyle bir bakmış ki, sevdiği kadın içeride, hanımıyla oturuyor. O da girmiş, sedire ilişmiş.
Hal hatır sormuşlar. Oradan buradan konuşmuşlar. “Bir şeyler çalıp söylesen de dinlesek...” demiş hanımı. Ozanın da arayıp da bulamadığı... Hemen almış sazı eline, ne geldiyse diline söylemeye başlamış.
Sevdiği kadın yine dinlemiş dinlemiş... Onun türkülerini o kadar beğenirmiş, kimler için yakıldığını düşündükçe onlara o kadar imrenmiş ki samimiyetlerine dayanarak:
“Benim için de bir türkü yaksana!..” demekten kendini alamamış.
O zaman ozanın dilinin ucuna: “Ya bu bütün yazıp okuduklarım kime?” diye sormak gelmiş ama yakışık almayacağı için susmuş. Aslında hanımı biliyormuş onların aşklarını. Türkülerin tamamının o kadın için yazıldığının farkındaymış. Ancak adam yine de edebinden eski sevgilisine:
“Ben hep sana yazdım! Yaktığım türkülerin, bozlakların hepsi ama hepsi sana!..” diyememiş.
Başlamış ağlamaya... O ağlayınca yavuklusunun gözlerinden yaşlar boşanmış... Karısı da onlara iştirak etmiş.
Ozan hanımına dönüp şöyle demiş: “Haydi ben ağlıyorum, bu eski yavuklumdu! O da ağlıyor ki biz kavuşamadık! Peki hanım, sana ne oluyor? Sen niye ağlıyorsun?”
“Ben de sizin halinize ağlıyorum!” demiş kadın, gözyaşlarını elinin tersiyle silmeye çalışırken.
İşte böyle azizim! Benim için ağlayacak ne ikinci, ne de üçüncü kişi var. Ben en iyisi kendi derdime ağlayayım!”
“Ben de o kadar şiir yazdım. Kendisine yazdığım kadın da her şeyden habersiz... Bir zamanlar o da benden kendisi için bir şiir yazmamı istemişti. Ben de diyememiştim, yüzlerce şiirin hepsini onun için yazdığımı. Demiş olsaydım, umurunda olur muydu acaba? Kim bilir! Mutlaka dudak büker, geçer giderdi.”
"İçine nasıl sığdırdın öyle büyük bir aşkı?"
"Sığdıramadım! Şiir şiir taşırdım! Feleğimi şaşırdım!.."
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 860
YORUMLAR
Değerli üstadım,
Biri diğerinden güzel yazıları okudukça ilahi aşka gömülür, eskilerden kalma sevdalara kapılıp gider olduk. Böyle yaşardı eskiden Doğu Anadolu insanı; edebiyle oturur, yüreğine işletir sevdayı kimsenin ruhu bile duymadan.
İki ayrı konu; birinde yaşlılar arasında geçen ölüm evhamı, diğeri yaşanmış tertemiz bir aşk hikayesi.
Kutlarım değerli üstadımı.
Saygılarımla Efendim.
İlginç... Kaleminiz kıvrak, bence roman yazmalısınız. Tebrikler ve yazma yolunda başarılar.