- 573 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
852 – KEVSER
Onur BİLGE
Dede, laf arasında, belki de laf olsun diye Sadullah Bey’e “Nasılsın? Neler yapıyorsun?” diye sormuş bulundu. Onun bam teline dokunduğun farkında değildi.
“En zor soruyu sordun!” diye içini çekti, eski fabrikatör. Ne yapayım? Eskiden gece gündüz çalışırdım. Çoktandır hiçbir işe yaramayan, kendisini asalak hisseden bir adamım.”
“Kimde asalak?”
“Toplumda... Paso okuyorum. İyi mi yapıyorum kötü mü bilemiyorum.”
“Boş durmaktan hayırlıdır. İyi bir uğraş...”
“Fakat çok sıkılıyorum! Ben üreticiyim. Üretmem gerek! Yoksa nasibim bu kadar mı? Sıkılma bir yana, utanıyorum. En başta kendimden... Sonra gördüğüm insanlardan, tanımadıklarımdan... Tanımadıklarımdan bile utanıyorum. Dedim ya toplumda bir hiç halindeyim. Sen bile ok halinle bu kadar gayret ederken “Yuh olsun bana!” diyorum. Öyle bir düşüşle düştüm ki ayağa kalkamıyorum. Kalkamadığımdan oturuyorum.”
“Benim para sorunum var. Yaptığım ahşap işlerini pazarlamakta zorlanıyorum. Kapalıçarşı’daki dükkânlara dağıtıyorum. Konsünye olarak veriyorum. Kaça satarlarsa, ne verirlerse... Bana da Viranecilere de rızık oluyor. Meşguliyet tedavisi... Hem beni oyalıyor hem de bana yaşadığımı hissettiriyor. Ruhumun dehlizlerinde kaybolmamı engelliyor. Kendimi yüzde seksen iyi hissediyorum. Yüzde yüz iyi hissettiğimde hayat hikâyemi yazmaya başlayacağım.”
“Neden hemen değil?”
“Necmettin’in derinlerine inmekten çekiniyorum. Dipsiz bir kuyu... Ruh labirentimde kaybolmaktan korkuyorum!”
“Korkmana gerek yok! Sen, dünyaya ait bütün korkuları yenecek güçtesin! İltifat etmiyorum. Çünkü mantığın, duygularına galip geliyor.”
“Evet evet... Görünüşte öyle...”
“Benim Allah’tan gayri hiçbir şeyden korkum yok. Fakat üzüldüğüm şeyler çok. En başta israf olan zaman, belirsiz bekleyiş, telafisi mümkün olmayan değerler, elimden kayıp gidenler... Hasret dolu içim! Çenem düşecek yine! Olsun, hayat yine de güzel! En azından düşünüyorum.”
“O pipoyu ne zaman bırakacaksın? Bugün bir arkadaşın ayakları kesildi.”
“Beni Virane’de bulamadığın gün bırakacağım. Bir gün beni göremezsen bil ki sigarayı bırakmışımdır. Boşuna gelir diye bekleme!”
“Zaten yarım aklım var, onu da sen mi alacaksın! Zaten herkes gitti! Kimi sonunu topluyor, kimi can çekişiyor. Kimi de o arkadaş gibi koca bir parçasını önden kabrine depozit olarak gönderdi.”
“Ben de gidersem kıyamet kopmaz ya! Çoğu zaman Azrail’i ensemde hissederim! Ölümle kardeş gibiyiz ama ölmeyecek gibi de hayata bağlıyım.”
“Aklımdan ölümü çıkarmaya çalışıyorum, sen geri dolduruyorsun!”
“Hayata bağlılığı esas al! Ölen acı verir de İnşallah ölüm acı vermez! Hele sana çok dua ediyorum. Evlatların var. Cenab-ı Allah onların yüzüne baksın ve sana sağlıklı, hayırlı, güzel ve uzun bir ömür versin!”
“Âmin!”
“Bu dünyadayken beratını vermeden canını almasın! Ahmet! Ben bir kahve rica ediyorum. Açık bir şey... Sade olacak. Biliyorsun. Azizim! Sen de içer misin?”
“Derhal, Sadullah Amca!”
“Seni yalnız bırakır mıyım hiç! Ahmet bilir, benim nasıl içtiğimi.”
“Tamam dede! Hemen...”
“Beni şerh edebildin mi arkadaşım? Beni beni... Allah’ın delisini... “Deli Fişek!” derlerdi bana gençliğimde. Fişekle fişeklikle ne alakam varsa... Sonra “Sırdaş” dediler, “Define” dediler... Çok ad taktılar bana nedense.”
“Delice işler yapan, delişmen, atılgan, şımarık kimse... Yerinde duramayan bir yeni yetme... Kavga çıkarır, çapkınlık eder, her şeye atlar! Kavga dövüş eder miydin? Silahla oynamayı sever misin?”
“Silahı, özellikle tabancayı severim. Fakat hiç ateşlemedim. Elimde tutmayı seviyorum. Kabzasını kavrıyorum. Gücünü ve güzelliğini avucumda hissediyorum. Sanki bir sevgilinin elini tutuyor gibi... Elim doyuyor.”
“Ben çok iyi bir nişancıyım. Hiç silah kullanmadım. Silahlı bıçaklı çok kavgaya girdim. Silahları, bıçakları ellerinden aldım ama hiç kavga etmedim. Particiliğin en şiddetli olduğu zamanlar, sağdan da soldan da çok tehditler aldım. Gözümün önünde adamlar vuruldu ama her gece bir yere sohbete giderdim.”
“Ben hiç böyle şeylere maruz kalmadım.”
“Kapıma yazılar yazdılar “Arabana bomba konacak!” diye ama umurumda bile olmadı! Yine de silaha ihtiyaç duymadım.”
“Yiğitliği seviyorsun. Kahraman olmayı da... Evliyaları ve evliyalığı da... Cesur yüreklisin!”
“Sen de şiirde güçlüsün. Hayali kahramanlar üretip, şekillendirmeyi seviyorsun. Hakikatle güçlü bağların olmasına rağmen bir türlü hayallerden vazgeçemiyorsun.”
“Sen çatal yüreklisin. Bu tavrın, cazibeni daha da güçlü kılıyor.”
“Yazdıklarından anladığıma göre onlardaki çeşitlilik karakterine de yansımış. Seni benzerlerinden soyutlamak mümkün olmadığı gibi bire bir sentez yapmak da mümkün olmuyor. Her halin bir başka... Sen gerçek bir Define’sin. Yaptığının adı sanat olunca, yorumu bana değil, sanattan anlayanlara düşüyor. Güzel bir üslup, güçlü bir kalem, mükemmel benzetmeler, koyu bir özlem, mümkün olmayan vuslat, erken gelen ayrılık... İnşallah Kevser’i burada içersin! Kevserin kelime anlamı nedir?”
“Cennette bir akarsu... Ab-ı Kevser... Şarab-ı Kevser...”
“Ben de araştırdım. Kıyamete kadar gelecek Âl, Ashâb, Etbâ’ ve onların iyilikleri, hayırları. Bereket.
Kesretten mübalağa. Çokluğun gayesine varan şey. Gayet çok şey... Pek çok hayır... Hikmet, ilim... Kur’an, İslâm, tevhit... İlm-i Ledün... Ma’rifetullah...
Cennet ırmaklarının kaynakları... Cennet’te bir havuz veya nehirmiş.”
“Ben de araştırayım mı? “Kendileri ebter!” diyor. Soyu, zürriyeti kesik... Venhar, nehir değil mi!”
“Gerek yok! İşte bunlar ve bunların içinde, burada içilebilecek çok Ab-ı Kevser var. Özellikle de "İlm-i Ledun ve Ma’rifetullah. Venhar, akıt demek. İlmi ledunda üç şaraptan bahsedilir: Selsebil, Rahik, Heyeman...
Kevser, bunların azalmayan çokluğu, bereketi... Kevser’in kökünde o harfler yok o nehir olabilir, fakat kastedilen mana çok farklı... Bunlardan birini kısmen de olsa ilk intisabında yaşamışın. Sen anlatmıştın. İşte o selsebilin bir katresi... Ya ayyaşı olsan! Ayıkamazdın ki ayık gezesin! Ya sonraki Rahik? Hele Heyeman? İbrahim Aleyhisselam, ateşe atıldığında içti o şarabı. O içki onu ne hale soktuysa, ateş bile yakmadı!”
“Duru ve kokulu, rayihalı şarap...”
“O sıvı değil!”
“Kaptan: “Pelte gibi... Yoğunluğu ve verdiği ferahlık açısından kar gibi... Bembeyaz... Gökyüzünden, görünmeyen bir laptan ağzıma döküldü. Su gibi akışkan ve sürekli değil... Parça parça...” demişti. Rüyasında içmiş. Karanlık ve ıssız bir ormanda başıboş yürürken...”
“Kokusu Allah’ın bahşettiği kokulardan bir koku ama bildiklerimize benzemez! Onun için “Ledün İlmi” diyor ya Kevser’e. Marifetullah ne demek? Allah’ın marifeti... Seçkin kullarına ikramı, inamı, ihsanı... Çok özel bir şarap olmalı!”
“Neden Allah’ın cennetteki başka ikramlarından değil de şaraptan bahsediyorsun? O zamanlara özlem mi var?”
“Geçmişe mi? Asla!”
“Ben Cemal isterim!.. Başka her şey onları isteyenlerin olsun!.. O aşkın ta kendisi!..”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 852