- 523 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
849 - KAPIŞMA
Onur BİLGE
Bizimkiler bazen Hacıvat’la Karagöz, bazen Lorel’le Hardy gibiler. Bazen öyle bir kapışıyorlar ki şaşıp kalıyoruz! Söylediklerini dinliyoruz ama tam anlamıyla anlayamıyoruz. Sanki aralarında farklı bir dil kullanıyorlar. O dili öğrenmeye çalışıyoruz. Sadullah Bey Define’ye meydan okuyor!
“Ne zamana kadar prangalarla yaşayacağız? Bana taze bir şey söyle! Duyulmadık bir şey... Bilinmedik... İçin içinin içinden haber ver! Anlattıkların âşıkların halleri değil! Şeriatın kuralları... Dinini tazelemeyenlerin girdabı, serabı ve hayalleri... Bunlar senin kavimlerin! Ad gibi Semut gibi helak olsunlar! Saçmalama!”
“Bu zamana kadar "Aşk aşk..." dedim ya... Bence aşk da aldatmaca, sütre... Allah, Peygamber Efendimizden aşk istemedi. Hizmet istedi! Ona: “Kalk yorul!” dedi.”
“Bana maval okuma! Aşkı bilseydin bunu demezdin! Hadi be sen de! Bunları Kaptan’a anlat! Başkalarına anlat! Onlar yutar’”
“Onunla yıllar girdi arama... Ne yazık ki yıllardır yanımda değil.”
“Bana anlatma! O yıllar papaz aşkıydı, put aşkıydı. Yıktın mı o putu? Sen ondan haber ver! Sen surete âşık oldun. Kastım o değil. Hâlâ Belh’de dolaşıyorsun.”
“Aşk gözleri kör eder. Öteyi göstermez. Aşk çağlarken başka ses işittirmez. O zaman bana yalnızlığında O’nunlalığının sessizliğini, ıssızlığını anlatma! İnanmam! Halin aşk hali değil. O heyecan yok sende. Coşku yani cezbe hali geçeli çok olmuş üstelik.”
“Nasihat istemiyorum. Hallerini anlat ki anladığını anlayayım! Rivayetleri bırak! Hem neden kavgacısın? Konu ben değildim. Konu ciddileşirse sohbeti kapatırım! Biz o sözü, doğrudan Hak’tan almış sayarız.”
“Bende de o hal, o coşku yok. Aşk sarhoşluğu, cezbe epeydir yok. Aracı çoktandır yok!”
“Biliyorum. Ya korku vardır ya saldırı... İkisi de birbirinden doğma... Sana kurulan iki tuzak...”
“İşte öyle! Mahcubiyet, yetersizlik... Acz!”
“Düşmeme yollarını ararsan kazanırsın! Kaybedenlerden olmazsın!”
“Yüksekte değilim ki düşme korkum olsun! Kazansam da değişmez yani bu hal. Sevincimden çıldırmam yani. Normal karşılarım.”
“Yükseklerde gözü olan yükseklerde sayılır.”
“Bak, iyi dikkat et dediklerime! İnsan apaçık, Allah sır... O tertemiz... İnsan bembeyaz... Çabuk kirlenen...”
“Allah apaçık, insan sır!”
“ Aksi şey!”
“Kesin bilgiyle konuşmuyorsun.”
“Haydi bunun da tersini söyle! Kesin ayetler var!”
“Kesin bilgi Allah katındadır. Dilediğine açar.”
“Tevbe Suresi ne için? Regaip ne için? Beraat? Her şey insan kirinin temizlenmesi için...”
“Kirin ne olduğunu bilmeyene ak pak olan bile kirli gelir. Tıpkı kirlilerin ak pak anlaşıldığı gibi tefekküründe tefekkür olmayanlar körlerin fili tarifine benzer bilenlerle bilmeyenler bir olur mu o halde bilen kim bilmeyen kim? Yeri geldiğinde Ebussuut Efendi kesiliyoruz.”
“Okyanusun ne kadar derin olduğunu bilirsen, o kadar korkarsın! Bilmeyen, paçalarını sıvar, dalar.”
“Okyanusa taktın!”
“O lafın gelişi...”
“İçindeki okyanusu gör de o okyanustan kurtul...”
“İstersen ateş diyeyim!”
“Sen kendi okyanusunun derinliğinden korkuyorsun! Herkes korkuyor da bu korkuyu başkalarına saldırarak hafifletmeye çalışıyor. Fark etme enfüsünde bulamadığın hiç bir şeyin hakikatte hükmü yoktur. Programlama içinde... Algılama mekanizması içeride çalışıyor. Oysa biz durumdan vazife çıkararak dünyaya şekil vermeye çalışıyoruz!”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 849