- 296 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Ölüm Bir Tuzaktır Yaşama Sevincine
Seninle yürüyorum, bir yaz akşamı, yüreğimde avuçlarıma aldığım gözlerin var. Sessiz bakışların var! Ve oturmuşum bir köhne evin pencersinde, düşlerimin manzaraları içinde yağmursuz gökyüzünü sensizliğin acısıyla seyrediyorum.
Gözlerimi kapatsam da açsam da senin varlığın zihinsel tasarılarımın temeli olarak kalmış ve de öyle benim can yoldaşım olarak kalmaya devam edeceksin!
Yeryüzünde acı var; tiksinti var, insane ilişkilerinin kokuşmuşluğu var. Herkes herkesi, birisi ötekini aynı dertten ve dermandan şikayet ederek yargılıyor, ama hiç kimse kendini sorgulamıyor nedense. Herkes en iyi insanın kendisi, en dürüst karekterin, kişiliğin kendisinde olduğunun acı egoistliğiyle yüzleşmeyerek kapılmış gidiyor düzenin fırtına ve tipisine, reklamına, giysisine, çeyizine, takısına, boncuğuna, dolabına, kabına kacağına, ... Seller önünde sürülerek ve süründürlerek pislik içinde, pislik bir parçası olduğundan habersizmiş gibi yaparak.
Sistem, sadece yüreğimizi değil her şeyimizi çalmış biz kendimizce pis pis sırıtırken, güneşimiz çalınmış, çevremiz çalınmış, doğamız bozulmuş, yiyeceklerimiz genetik mutasyonları değiştirilerek sağlıksızca sofralarımıza gelmiş ve biz de doyduğumuzu sanarak göbek atıyoruz kendi içimizde! Kapitalizmin büyük yorumcusu; Marx Baba’nın da söylediği gibi; insan kendine yabancılaşmış, komik, düşünmeyen sistemin çarpıklığı içinde oradan oraya sürüklenerek çarpıla çarpıla parçalanmış, düşünmeyen sürüler ordusunun birer elemanı olmuşuz hepimiz maalesef.
Ben, sadece bunlara da üzülmüyorum doğrusunu istersen! Kahrediyorum tek kelimeyle! Senin yokluğunun parçaladığı bir beden kendini bulmak için dirense de yorgunluğun vermiş olduğu yük sırtıma fazla yüklendiği için ekseriyetle kendimi yorgun, bitkin, isteksiz, insanlara kendi eksikliklerini hatırlatmaktan bıkmış, yıpranmış hissediyorum ve bu hislerle yaşamaya çalışıyorum.
Ellerim ellerinde değil, ama yüreğimin üzerinde bırakmış olduğun ve “Gönül Dili’me” hitap eden bakışlarının zenginliği var üzerimde. Bu zenginliği de senden, senin katkılarından, sert eleştirilerinde edindiğim tecrübelerden elde ederek öğrenmiş olmanın ağır sorumluluğu var üzerimde. Yüreğimde olan her şeyi kırıyorum senden başka! Geriye koskocaman ve değerli olan ve yaşanmışlıkların vermiş olduğu saygısal sorumlulukların bilinciyle yaşamın bütün soğukluğuna, gözlerinin yüreğimde bıraktığı sıcaklığın hisleriyle direniyorum.
Bu gün, yaşadığım bu kent de termometre, tam 35,4 C’yi gösterirken, bu hava sıcaklığının hiçte bana sıcaklık vermediğinin gerçeğiyle ağlayarak ve hüzünlenerek bir akşama, sensiz bir güne daha boyun eğmenin çarsizliğyle boğuşuyorum.
Yokluğun üştüyor bedenimi, hemde buz gibi ederek! Artık o 50 saksılı çiçeklerle bezenmiş pencere önleri yok senden sonraki yaşamımda bütün çiçeklere küstüm. Sensizliği hiç bir çiçeğin kokusu gidermiyor, konuşmuyorum zaten onlarla … Vazolar öyle boş bir şekilde bir dolabın içinde çöpe atılacağı günü bekleyerek vakit öldürüyorlar. Senin sesini doldurmak istediğim bu vazolar ise bana; “biz kırılırız, biz senin ona verdiğin insani değeri asla ölçemeyiz, onu ölçecek tek şey senin yüreğin, yüreğinde ki gönül dilindir” diyerek benimle diyaloglarını başlamadan bitiriyorlar.
Yüreğim ise bu sensizliğin acı fırtınasında acıyı kendine elbise eden bir gönülün sohbetinden sıkılarak bunalıyor kendi içinde! Ve haykırıyor;
Hayra yormadığım bir zaman dili var içimde
Acı kök salmış yüreğime …
Sevdalar ölmüş, gömülmüş sahteliğe …
Çiçekler plastikten, hasretsiz bu yüzden gerçeğe!
Sen, avuçlarımda sessizce
Bir tohum büyüklüğünde …
Seni sevenin de öldüğü son günün de!
İşte insan asıl o zaman ölüyor
Toprağın içinde …
Üzülüyorum, karıncayı bile incittiğime
Gün gelecek, yiyecekler beni onlar
Etimi ayırarak kemiklerimle …
Bir sesleniş hissediyorum, sona doğru giden
Özensizce …
Bazen dönüp bakıyorum çevreme,
Gelen ayakseslerinden bu senmisin diye?
Birden vuruyor kalbim, kalan üç kapakcığım
Direnciyle …
Bazen kendime de inanmıyorum
Zamanın kurduğ tuzağın karesiyle …
Yıllar yaşlanmış özentisizce gençlere
Sevgili diye diye!
Yoktur artık bu derde çare
Ölüm bir tuzaktır yaşama sevincine
Yine seyrediyorum penceremden
Bu gelen senmisin diye …
Hiç kimse sen olamaz canım benim
Başbaşa kaldığım çaresizliğimle …
Bahar yok artık benim gönül mevsimim de
Bu şairsel bir duygusallık değil
Büyüttüğüm kendi içimde …
Her yer karanlık artık bu kentte
Bir kaç defa daha gittim yaşadığın o küçük köye
Seni bulmak ümidiyle …
Boynu bükük döndüm bir başıma geri eve,
Evin önün deki çam ağacı duruyor yerinde
Sensizliğin hüzünü çökmüş besbelli o caddeye
Gittin gideli nefes verecek bir rüzgar esmiyor
Yeryüzüne …
Vermiyorum yazdığım mektupları postaya
Seni bulamaz diye!
Ölüm bir tuzaktır yaşama sevincine
Yaşama sevincine …
Anılarına derinden saygılar benim Gül Yanaklı Prensesim!
H. Hüseyin Arslan - 17.06.2021
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.