- 508 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
821 – YANARDÖNER
Onur BİLGE
Kadir Gecesinden sonraki gün, ikindi vakti Neslihan Hanım elindeki üst üste iki tepsiyle teşrif ettiler. Alttakinde karnıyarık, üsttekinde kıymalı börek vardı. Her gün değişik bir tatlı yapıp getiren komşu da bir tepsi Revani getirmişti.
“Bu ne surat böyle! Elinde yemek, börek... Yüzü sirke satıyor! Babanı mı öldürdük, develerini mi ürküttük, tavuğuna mı kış dedik, anlamıyorum! Yine mi ağlayacaksın, bahane mi arıyorsun? Hele şükür güldüler!”
“Tavrım kimseye karşı değil. Ben bir şeye bir kere üzülürüm. Bir daha asla... Hüznümün sebebi başka...”
“O halde üzülme sebeplerin ortadan kalkmış olmalı. Hüzün müzün palavra... Yeknesaklık ve sıkıntı yine başladı demektir.”
“O zaman biraz değişiklik olsun da içimiz açılsın! Bu defa da sen ağla, ben güleyim! Sen yaşa, ben öleyim! Ben öldükten sonra ağlayanı ne yapayım! Ağla da seyrine bakayım!”
“İnsanın kıymetini sağlıkta bilen öğünsün. Çok şey anlatılan, hiçbir şey anlaşılamayan bir günü daha devirdik.”
“Benim yerimde olsaydın, sen de üzülürdün.”
“Ne yanardönersin yahu! Bir süre de tek düze olsan ölür müsün! Kopuk kopuk, kesik kesik, bir anda yaz, bir anda kış. bir an ölü, bir an yedi başlı ejderha... Bir ayağı cehennemde, öteki ayağı cennette... Başı başka yerde, gönlü bir başka yerde. Bir bakarsın mazinin çıkmaz sokaklarında, bir bakarsın atinin doruklarında... O zaman ağladığındaki duyguların ya çok sahteymiş, ya da işporta malından ucuzmuş.”
“Aynı olay beni iki kere üzemez! Peşin peşin ağlayabileceğim kadar ağladım, bitti.”
“Bunu aklıma yazdım. Benim için önemli! Ağlamanı zaten istemem. Ne önce, ne şimdi, ne de sonra... Boş ver be! Keyfince yaşa! Nasıl biliyorsan öyle...”
“Ne yaşaması be! Ağabeyim çağırıyor!”
“Güle güle! Yolun açık olsun! Önce gidenlere selam söyle! Gitmeden önce hatırlat da bir liste yapayım. Kime ne mesaj göndereceksem, yazıp eline vereyim! Olur da unutursun ya da kime ne diyeceğini karıştırır, o tarafı da ayağa kaldırırsın!”
“Ben üzüldükçe senin dışına yayılıyor! Teessüf ederim!”
“Ne yapmamı istiyorsun? Doğmaya varız da ölmeye yok muyuz! Ne verirse Eyvallah! Yahu! Şöyle bir düşündüm de... O taraftaki tanıdıklarım bu taraftakilerden kalabalık! Hatta kat kat fazla! Gidince hiç de yabancılık çekmeyeceğim! Hem, babamın kim olduğunu da öğreneceğim! Annem olduğunu söyleyen kadını birkaç saatliğine, yarım yamalak gördüm ama babam hakkında hiçbir malumatım yok. Şimdi merak ettim! Acaba ona benziyor muyum? Bu gezegene gelişim nasıl olmuş? O kadın figüran olarak beyaz perdede kısa bir süre göründü. Acaba ona ne olmuş?”
“Bak! Neler anlatıyor! Ben ne diyorum, o ne diyor! Gördüğümü görseydin sen de hüzünlenirdin.”
“Yine mi rüya? Senin hiç işin yok mu? İyi ki uyumaya başladın yani! Önceleri uyuyamamaktan yakınıyordun, şimdi de rüyalarla boğuşuyorsun! Uyanamamaktan mı yakınıyorsun?”
“Evet ya rüya ama bu defaki anlatacağım çok önemli ve mesaj niteliğinde... Üstelik yeni değil. Eski... İki yıl önceki bir düş...”
“Başa gelen çekilir! Allah bana senden başka dert vermesin! Hayırdır İnşallah! Ne gördün? Anlat bakalım!”
“Ağabeyim ölü, biliyorsun. Eşim ölmeden bir yıl önce rüyamda görmüştüm onu. Galiba bu zamanlardı. Yemyeşil bir arazide çalışıyordu. Yanında kimsecikler yoktu. Bulunduğu yer, engebeli bir ovaydı. Uçsuz bucaksız bir ekin tarlası... Ekinler on santim kadardı. Elinde bir tarım aleti vardı. Hani bazı tasvirlerde siyah kapüşonlu peleriniyle resmedilen Azrail’in elinde olan... Mutlaka bilirsin...”
“Bilmez olur muyum! Tırpan... İki metre uzunluğunda, bilek kalınlığında, ortasında sağ elle tutabilmek için bir sap olan, elli santimle doksan santim arası, inceden kalına üç santimden on santime kadar ulaşan, hafifçe kıvrık, uzun ve keskin bıçaklı, ekin veya ot biçmeye yarayan bir tarım aracı... Elliliği, yetmişliği, doksanlığı vardır.”
“Evet! İşte onunla az meyilli yamaçta çimenlere çizik atıyordu. İki çizik attı. İki ayrı yöne, elindekini savurarak... Mezar boyunda iki çizgi çıktı ortaya... O çiziklerden toprak görünüyordu. Birincisi eşim içinmiş demek ki! Adam gitti... İkincisi benim için olmalı!”
“Saçmalama! Nerden çıkarıyorsun bunu? Hem mezar yeri anlamına gelseydi o çizilenler, ikisi de aynı yönde olurdu. Mezarlarımız doğu batı arasında uzanır. Mevtaların başları batıya gelir. Bedenleri hafifçe kıble istikametine doğru dönüktür.”
“Rüyamda ağabeyime, eşim hakkındaki fikrini sordum. Elindeki tarım aracını sol eline geçirdi, sağ elinin işaret parmağıyla orta parmağını göstererek: “İki yılın kaldı şurda!” dedi bana. İki yılım kalmış. Birinci yılın sonunda eşim öldü. Şimdi sıra bende...”
“Sen Allah’a gerektiği gibi inansaydın, bu zamana kadar naklettiğim ayetleri iyi dinleyip anlasaydın, rüya peşinde koşmazdın! Benim böylesine zavallı bir arkadaşım olmamalıydı! Bendeki emanetini almadan zor gidersin! Onu da talep etmeyecek kadar bigane olduğunu göre merak etme çok dahalarını gömersin de kendine bir şey olmaz! O senin saçmalığın, saplantın, vesvesen, kuruntun... Adam gibi yaşa! Bu kadar cesur insana bir rüyanın korkaklığı yakışıyor mu!”
“Korktuğumu kim söyledi? Doğmaya korktum mu!”
“Dünyadan, sınavlardan korkuyorsun. Okulu kırmaya çalışmak korkaklık değil de nedir! Uzun uzun nutuk çekerek seni ikna etmek istemiyorum. Senin bu saplantıların varken, hiç kimseye ihtiyacın yok! Meydan okumayı marifet sayıyorsun. Bir üzülürsen bin üzmeyi yeğliyorsun. Dünyadan gitmek isterken dünyanın ipini elinden bırakmıyorsun.”
“Sana da bir yadigâr bırakmak istiyorum. Bahçemdeki çiçeklerden dilediğini alabilirsin. Ayrıca ağaçların meyveleri senin... Ancak onları sulaman ve bakımını yapman şartıyla...”
“Gitmeden miras mı bırakıyorsun? Hatırlıyor musun? Salon çiçeğinden istemiştim de vermemiştin. “Zamanı değil... Şimdi tutmaz!” deyivermiştin. Bir dalına kıyamamıştın! Bahçe çiçeklerin senin olsun! Onlar her yerde var. Gerekli olanları esirgeyen, gereksizleri yük ettiren komşum... Allah’ım şu kadını erkenden al götür de biz rahat edelim! Gerisini oradakiler düşünsün!
“Ne kendi eyledi rahat, ne âlem buldu huzur,
Yıkılıp gitti cihandan, dayansın ehli kubur”
Bir mezar taşına bunları yazdırıp başına dikerim. Millet iftara hazırlanıyor, beni uyku bastı! Çok fazla acıktığımdan mı susadığımdan mı yoksa Uyuyan Güzel’in kâbuslarının kasvetinden mi bilmem... Uyuyorum ben... Yoksa ölüyor muyum? Gözlerim kayıyor. Beynim uyuyor... Eriyorum...”
“Yalancı, sanki uyuyacak!..”
“Yalancı, sanki ölecek!”
“Yeni icat oldu... Çok gülünce, beynimin arkası, iki taraflı çok ağrıyor! Kanayacak sanıyorum! Korkuyorum ama gülmekten kendimi alamıyorum!”
“Kendin gibi olmadığındandır.”
“Yaşasın kötülük!... Ben de Neslihan’sam eğer!”
“Kötülük yaşasın ki, iyiliklerin değeri ortaya çıksın!”
“Benim sendeki emanetim neymiş bakayım? Benim neden haberim yokmuş ondan?”
“O mu? Tevhid Akidesi!..”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 821