- 264 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Beşer şaşarsa Faruk da Peker!
Eskiler "Şüyûu vukûundan beter!" derler ya. İşte Sedat Peker’in Netflix dizilerine meydan okuyan başarısı da böyle bir sırda saklanıyor bence. Vukûu olsun-olmasın, öyle şeyler gündem ediyor ki, şüyûu ortalığı karıştırmaya yetiyor. Videolarını ilk yayınlamaya başladığı günden beridir dostlarımın dikkatini çekmeye çalışıyorum: Söylediklerinde yalan-gerçek karışık. Lakin bilinçsizce değil. Kıvamında karıştırıyor onları. Tadını-kıvamını kaçırmadan. Dilde-damakta uyandırıcı iz bırakmadan. Bu nedenle beyanlarının etkisi/kitlesi fazla oluyor. Öndeki oyun şüpheli olsa da arkada oynattığı film o kadar tanıdık ki. "Ya ben izlemiştim bunu!" diye katılmamak elden gelmiyor.
Üstelik bir de sözünü dinlettiren üslûbu var. Zaten şüyûu vukûundan beter şeylerde üslûp, taktik, strateji hakikatten önce gelir. Neden? İnce tahlile herkes yeltenmez çünkü. Mürşidim de bu sadedde der: "Nev-i insanın yüzde sekseni ehl-i tahkik değildir ki, hakikate nüfuz etsin ve hakikati hakikat tanıyıp kabul etsin. Belki, surete, hüsn-ü zanna binaen, makbul ve mutemed insanlardan işittikleri mesâili takliden kabul ederler. Hattâ, kuvvetli bir hakikati zayıf bir adamın elinde zayıf görür; ve kıymetsiz bir meseleyi kıymettar bir adamın elinde görse, kıymettar telâkki eder." Hem yine der: "Ulûm ve fünûnun en parlağı olan belâğat ve cezâlet bütün envâıyla âhir zamanda en merğub bir suret alacaktır. Hattâ insanlar kendi fikirlerini birbirlerine kabul ettirmek ve hükümlerini birbirine icra ettirmek için en keskin silâhını cezâlet-i beyandan ve en mukavemetsûz kuvvetini belâğat-i edâdan alacaktır." O yüzden demişler: "Yalanın en tehlikesi gerçeğe en yakın olandır." Veya ’benzeyen’dir."
Efendim, müsaadenizle bu ’genel gündem’ meseleden uzaklaşıp, ’özel gündem’ bir mevzua uzanalım: Biz nurcular da bu sıralar Faruk Beşer’in yazılarıyla uğraşmaktayız. Allah selamet versin. Hocanın durumu Sedat Peker’inki kadar kötü değil. Yurtdışından bağlanmak zorunda kalmıyor. Hatta elinde koskoca Yenişafak’ın tahsis ettiği köşe var. Vuruyor ha vuruyor. Hem zaten nurcuların kime-ne zararı dokunabilir? Eh, işte, en fazla sosyalmedya atarlanmaları olur. Onda da seviyeyi korumak mesleklerinin lazımı. Lakin hissine mağlup olanlar çokça. Allah rüşdümüzü ilham etsin. Hele hocanın son yazısından sonra ortam iyice gerildi. Evet. Faruk Beşer bize Sedat Peker’i unutturdu anlayacağınız.
Bunu nasıl başardı? Efendim, gariptir söylemesi, Hüsnü Bayramoğlu ağabeyin cenazesine gelmesiyle başladı herşey. Allah razı olsun. İşte hocamız o cenazede, nasıl olduysa oldu, Risale-i Nur’un okunmasına içerledi. Sonra ta geçmişlerine falan gitti. Gidiş o gidiş. Hocayı geriye döndüremiyoruz. Sürekli geçmişten birşeyler alıp geliyor. Hayır, hayırlı birşeyler getirse, nurcular da maziye küs değiller. Lakin her gittiğinde kafamıza atacak taş getiriyor. Son yazısında da, işte, bunu kafamıza attı kârilerim:
"Yetmişli yıllarda Erzurum’da İslamî İlimler Fakültesinde okurken Ruhi Özcan adında çok müstesna bir fıkıh hocamız vardı. Bir kazaya kurban gitmeseydi şu anda bir numaralı fıkıh alimimiz olabilirdi, tanıyan bilir. O günlerde her öğrenci bir fırkaya bağlıydı ve herkes ötekine karşı olmak zorundaydı. Ruhi Bey ülkücülere de Nurculara da özel dersler verirdi. (...) Bir başka gün aynı şekilde bir karşı öğrenci hocaya, niçin Nur Medreselerine gidip Risale dersleri yaptığını sordu. Ona da şunları söyledi: ’Bakın, İslam’a davette Risale-i Nur’un etkisini küçümsememek lazım. Benim babam emniyetçidir, ondan biliyorum, 1960’lı yıllarda istihbarat, Milli Eğitime bağlı bütün okullarda gizli bir araştırma yaptırmıştı. Acaba İslam’ı seçen gençlerin bu seçimini etkileyen şeyler nelerdir diye. Çıkan sonuç, o zamanlar İslam’ı seçen öğrencilerin yüzde sekseninin Risale-i Nur yoluyla seçtiğini ortaya koymuştu. Bu küçümsenecek bir etki değildir. Ayrıca ben Risaleleri baştan sona tetkik ettim. Yirmi altı yerde Ehl-i Sünnet akidesine göre yanlış olan hususlar gördüm. Risaleleri, o yanlışları bilmeyenler okutursa onları doğru diye anlatırlar. İkinci olarak ben bu yanlışlara dikkat çekmek için risale dersleri veriyorum.’ O araştırmayı bugün de yapmak lazım. Hocamızın söylediği yanlışlar nelerdi? Maalesef bunu ona sorup öğrenmeyi düşünemedik ve bildikleri onunla beraber gitti."
Ruhi Özcan Hoca’ya Allah rahmet eylesin. Kendisini bu vesileyle tanımış oldum. Eserlerini okumadığım için hakkında yargıda bulunmam güç. Hatta Faruk Hoca’nın bu söylediğini doğrulatmak bile mümkün değil. Aktarılan şahitlikle yetinmek zorundayız. Fakat Faruk Hoca’nın da zaten malumudur: Tapınak Şövalyeleri, 51. Bölge, Bermuda Şeytan Üçgeni, UFO’lar veya CIA’in gizli operasyonları hakkında konuşmuyoruz. Konuştuğumuz şey itikat. Ruhi Özcan Hoca merhum toprak olurken bu ümmetin akidesini beraberinde götürmedi. Etrafımızda hâlâ epeyce ehl-i sünnet âlimi bulunmakta. Allah eksikliklerini göstermesin. Dolayısıyla ’Onunla beraber gitti...’ deyu ah-vah’lanacak bir durum yok. Bu konuda Faruk Hoca dilinin Fethullah Gülen’in fıkhını anlarken yanmışlığından korkuyorsa işi başkalarına havale edilebilir. Risale-i Nur külliyatı da darphanenin kasalarında falan saklı değildir. Serbesttir. Ulaşılabilir. Hatta belki Ümit Şimşek abiden rica ederse külliyatı da hediye alabilir.
Kafam kalındır. Reddetmiyorum. O yüzden belki ’kazaya kurban gitmişliği’ özellikle anılan bir hocanın neden cümle iddialara masâdak kılındığını anlayamadım. Aslında birşeyler yorumladım. Lakin onları da Faruk Hoca’ya yakıştıramadım. Çünkü nihayetinde hakkında konuştuğumuz hocadır. Âlimdir. Sedat Peker değildir ki. Peker taktik yapsa kimse birşey demez. Mafyalık az-çok böyle oyunları kaldırır. Kurtlar Vadisi’ni hepimiz izledik. Şöyle-böyle öğrendik yani. Lakin bir ilim adamı neden ’suyu bulandırıp’ sonra geriye çekilmeyi seçer ki? ’Suyu bulandırmak’ derken ne kastettiğimi de şöyle ifade edeyim. Paragrafı hızlandırdığınızda şöyle bir özet karşınıza çıkıyor: "Risalelerin 26 noktada ehl-i sünnet akidesine aykırı olduğunu tesbit eden hoca sırlarını paylaşamadan kazaya kurban gitti." Nurcu olmasam ben bile şöyle derim yani okuduğuma: "Ulan acaba nurcular mı bir operasyon çekti adama?"
Aman, ne diyorum ben, tevbe. Ağzımdan yel alsın. "Şüyûu vukûundan beter!" işler bunlar işte muhterem kârilerim. FETÖ belası yüzünden zaten kulakları iyice hassaslaşmış güvenlik birimlerimizi meşgul etmeyelim. Nurcular etse etse namazlarını-oruçlarını kaza ederler. Savcılarımız Peker’in iddialarıyla uğraşıyorlar üstelik. Bir de Beşer’le uğraşmasınlar. Hiç. Cık. Öyle. Benim küçücük kafam dahi ziyadesiyle karıştı dedikodulardan baksanıza. Az evvel ’Sedat Peker’ yerine ’Sedat Beşer’ yazmışım. Düzelttim. Ne yapalım? İnsanız işte. Beşer şaşar. Olabilir. Herkes faruk olamıyor. Lakin şunu da unutmayalım: Beşer şaşarsa faruk da peker. Hayda! Hoppa! Ne diyorum ben yahu? En iyisi hocalar hoca gibi mafyalar da mafya gibi davransın muhterem kârilerim. Komplo teorileri âlimlerin işi değil.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.