Şaşkın ve Perişan Atılan Bombaları Seyrediyorum
Bomba yağıyordu… Toz, duman, can korkusu kimse kimseyi tanımıyordu. Canı kurtarmaydı tüm dertler… Seyrediyordum. Mahşer herhalde böyle bir şey olsa gerek diyordum. Kimse kimseyi tanımıyordu, aramıyordu, kurgulamıyordu, sorgulamıyordu, kusur bulmuyordu, günah işlemiyordu… Beni gören kimse bana selam vermiyordu. Selam versem almıyordu. Sanki robot gibiydiler… Nasıl bu ortak kurguda anlaşarak, benzemişti yaşadıkları ki?
Bombalar atılmadan önce her şeyden habersiz sohbetler güzel gelecekten oluyordu. Kimileri paralarının varlığıyla övünüyor, onu nasıl harcayacağını övüne övüne anlatıyordu. Birikimleri sanki garantiydi…. Kimileri eğleniyordu, içkiler, rakslar, bağırışlar, çağırışlar hatta ellerinde tabancalar asumana mesaj verir gibi arka arkaya ateşleniyordu…. Kimileri erkenden uyumuş, bir ölü gibi karanlığın içine dalıp gitmişlerdi. Bir şehrin her günkü akışı buydu. Ne değişiyorlar, ne alışkanlıklarından vaz geçiyorlar, ne de öğütleri dinliyorlardı.
Çöken binalar, asla deprem görmeyecekmiş gibi yaşayan insanları aldatmıştı, atılan bombalarla… Değişmeye inatla karşı çıkanlar belki bir betonun altında bir ayağı kalmış, kurtarılır mıyım diye çaresizlikle sağına soluna bakıyordu. Kim şaşkın değildi ki… Ölen ölmüştü ama ya ölmeyenler! Hani onları kim kurtaracaktı ki? Düşman zaten ölmelerini, yok olmalarını istemiyor muydu ki?Kurtarsalar atıldıkları bir zindanda çürüyüp gitmeyecekler miydi ki? Çaresizlik ve şaşkınlık… Binalardan kurtulanlar kaçışıyordu ama nereye ki? Ne güvendikleri paraları para ediyor, ne vatanım var diyecek bir vatanları yoktu artık. Hem ihmal ettikleri ve inanıyorum dedikleri sahte imanları ile Allah’a dua edip, imdat bekliyorlardı. Artık çürük elma gibilerdi… O elmayı kim eline alır da elma diye yerdi ki… Küfür edip hemen yere atarlardı sonuçta.
Seyrediyorum bomba ile yıkılmış binaları, sesleri yıldırım gibi sarıyordu… O yüksek ve rezidans binalar tek tek yıkılıyordu… Sanki benim kurtulmam mümkünmüş gibi… Sanki ben bu görüntüden nasibimi almayacakmışım gibi… Neyime güveniyorsam, korkusuzca orada kalakaldım. Azrail as gelmişti buraya, çok hızlı hareket ederken ve çok insan ona tanık oluyorken! Öldürmeyen Allah öldürmez diyordum içten içe. Ölmesem de ya esir olursam? İşte bunu nedense düşünmüyordum. Benim başkalarından bir ayrıcalığım yoktu ki…
Biraz önce tabancadan çıkan mermileri bu sefer düşman üzerine savuracak, vatanını savunacak insanlar olsaydı keşke… Hani kalbim temiz diyen ama Allah için bir ibadeti yerine getirmeyerek kibirlenen insan, hangi imanla düşmana dur diyebilirdi ki? Hangi kalp, cesaret edip ölümden korkmadan düşman üstüne yürüyebilirdi ki… Belki hapis bile olsa yaşamak adına hapishane de çürümeyi tercih ederlerdi… Onlar için bu dünyada yaşamak olsunda, nasıl olmuş umursarlar mıydı…
İşte ölüme sebep dertler gelmeden, o düşman virüsler bize bombayla saldırmadan ne kadar önlem alıyoruz, bunu düşünmek gerek. Ölsek bile, ölümü en doğal şekliyle varlığını sevmek ve aşkı korumak bize öğretilmiyor. Ölüm korkunç geliyor, oysa başka batında doğum olsa gerek. İnsan gezmeyi sever ya, işte başka boyutta gezme fırsatı! Düşman gelmeden, düşmanı yenmek diyelim buna, ölmeden ölmek gibi.
Seyrediyorum… Kimse görmüyor beni, ağzımdan çıkanı da kimse duymuyor. İnsan bu dünya savaşı ve cenderesinde, şaşkın, perişan işte. En güzeli ile ve dosdoğru yolda yaşamak varken, ölmek yerine hapishanede çürümeyi yeğliyor maalesef…
Saffet Kuramaz
YORUMLAR
Muhtesem!...Bir insanin hafiza kapsitesi ogretileri ile yaptigi mukayeseler sayesinde genisler..Yani tecrubeler insanin donup bakmasi gereken kilavuzlarindan biridir.Ogrendiklerini sindiremeyen beyinler hafizalarini gelistiremezler.Hani derler ya ''Almiyor iste almiyor'' diye..Almayinca ne kadar verilir ise verilsin bosa gider..Dokulur zayi olur.Vermeyince Mabud, neylesin Sultan Mahmud..Degil mi yaa..Gunumun yazisi..Saygiyla..