katır kutur sesler
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Daha önce bir yerde okumuştum. Kadının biri evcil hayvan olarak piton besliyormuş dört duvar arasında ve konforlu yatağında her gece yılanıyla beraber uyumaktan hiç şikãyetçi değilmiş. Başta her şey yolunda gitmiş, sakıncalı bi durum yokmuş ortada...ta ki pitonu iştahtan kesilip yemeyi bırakana kadar...ister istemez şüphelenmiş kadıncağız, kolundan tuttuğu gibi alıp veterinere götürmüş. Veteriner de sormuş kadına: "yatağında mı yatırıyorsun pitonu?", "evet" demiş kadın ’bizim ayrımız gayrımız yoktur doktor bey!’..."peki sana sarılırcasına sokuluyor mu?", "evet!"...etini çekiştirip sıkıyo mu kız seni doğru söyle? sulanıyo mu sana puşt? Eee koynunda yılan beslersen olacağı buydu işte! yoksa hayvan senin vücut ölçülerini n’aapsın?
"Veteriner de kadına; vücudunu her çevrelediğinde bir sonraki avını nasıl sindireceğini hesap eden pitonun, midesini boş bırakmak için uzun zamandır yemek yemediğini söylemiş. Vay canına uyanığa bak sen! Piton yavaş yavaş kadını yemeye hazırlanıyormuş" meğer...
...
Ailece köyümüze gittiğimizde altı yedi yaşlarında ya vardım ya yoktum. O zamana değin yılan hiç görmemiştim. Teyzemle yünlü yer döşeğinde beraber yatıyorduk. Uyandığımda tavanda bir şeyin kıvrılıp süründüğünü gördüm ’aaa teyze bak orda ne var!’ dememle teyzemin derin uykusundan uyanıp çığlığı basması bir oldu. Sesini duyan herkes yüreği ağzında yanımızda bitivermişti. Dayım bir sopayı uzatıp çekip almıştı onu ordan, tehlike geçmişti ama teyzemin beti benzi atmıştı, yüzü hãlã solgundu. Teyzem tam panik atak bi tip, pimpirikli ve evhamlı, -hãlã da öyledir- cesaret namına eser yok kadında! Bir mezronun bile hakkından zor geleceği cüssesine bakınca fil gibi kadın maşallah! yeri göğü inletir diyosun ama yok içinde bi tavşan yatıyor maalesef. Bir anneme bakıyorum bir de ona...nerdeee? Annemin sadece çöp vücudu bile yalınayak yürüse karşı dağlar nasibini alır bundan. Kiloyla da bir alãkası yok. Annem stabil ve her durumda dimdik ayakta durabiliyor. Kolay kolay yıkılmaz, eğilip bükülmez. Kadın eski toprak! Her neyse hepsi aynı olacak değil ya! Bazıları aslan, bazıları kuzu işte. Neticede ben de aslan parçası bir annenin süt kuzusuyum.
Tabi taaa İstanbul’dan kalkıp memleketin diğer bir ucuna gelen bizi el üstünde tutuyorlar, rahat ettirmek için elinden geleni yapıyorlardı. Dağın başındaydık, Allah’ın sanki haritadan silip üstünü çizdiği bir yer...sessiz, sakin. Toz topraktan, dağ taştan ve ahırdaki ineklerden, keçilerden başka dikkatimi çeken bir şey yok. Dedem ağalık döneminden kalma bir alışkanlıkla gelişimizin hayrına; bir gün o davarlardan birini uğrumuza kurban etti gözünü hiç kırpmadan. Bu biraz beni ürkütse de kalabalık bir ailede olduğum için fazla sarsılmadım. O yoksunlukta bile gülüp şakalaşıyorlar ve halinden memnun görünüyorlardı. Ailede en küçüğümüz Fate’nin de bana gösterilen bu ilgiden keyfi kaçmış; kıskanç bakışlarla beni bütün gün süzdüğü yetmiyormuş gibi bir de sofra başında ’buna yemek vermeyin, aç kalsın!’ deyip sinirden kuduruyodu zilli...elinde olsa beni bir kaşık suda boğacak çıta...n’aapim? lakabı öyleydi, abileri, ablaları onu öyle çağırıyordu. sıska cılız bir şeydi zaten. Biz sonra onunla can ciğer kuzu sarması olduk da neyse ki paçayı kurtardık:)
Başka bir gün de dereye indik, bu sefer de küçük bir hayvancağızı solucana benzettim, tabi çapı biraz daha büyüktü ama bu da sürüngenlerden bir çocukcağızdır diyerek, hayatında ilk defa cıngıla giden biriymişim ve sanki ilk sefer farklı bir hayvan görüyormuşum gibi şaşkınlıkla ’aaa! bakın solucan!’ dedim bu kez de. Dayım ’o solucan değil, yılan!’ dedi ve taşları sektirmeye başladı teker teker.
Bir gün de pikniğe gittik. Dayım teyzemleri kızdırmak için daha büyük kalınca bir yılanı atkı gibi boynuna dolamış ve peşlerine vermişti dakikalarca...hiç unutmuyorum. Çok eğlenmiştik. Efendim biz piskopat bir aileyiz...
Köyü çok sevmiştim, günlerin nasıl geçtiğini bile anlamıyorduk. Kadınlar erkenden kalkıp inekleri sağıyor, sazda ekmek pişiriyor, tahta fıçıda yoğurdu sallıyor, hiç nefes almadan arı gibi çalışıyorlardı. Çamaşır günleri bile vardı. Konu komşu haftanın bir günü dışarda toplanıp kapısının önünde odunda ateş yakıyor, kazanlarda su kaynatıyor ve büyük teneke leğenlerin içine ayaklarını haldır huldur gelişigüzel daldırıp, ısıttıkları suyla giysileri dövüyordu. Bunu yaparken de sanki bütün streslerini, hıncını o üst baştan çıkarıyorlardı. Bana öyle gelirdi.
Derken günler böyle su gibi akıp geçti dönme vakti geldi çattı. Herkes üzgündü ve ağlıyordu. Bir daha kim bilir ne zaman bir araya gelecektik?
İstanbul’daki derme çatma evimiz de dereye yakın bir yerdeydi. Bütün gün çayırda bayırda cirit atan bizler ister istemez bazı günler yılanlarla karşılaşırdık. Şansa mansa büyümüşüz işte...
Köye girince çıkamadım bi türlü asıl anlatmak istediğim konu başkaydı, onların da hatırası var diyerek uzattım da uzattım.
On sene oluyor, belki daha fazla, sayılarla aram pek iyi değil. En büyük korkuyu o zaman yaşamıştım. Ağva’da bir ev tutmuştuk. Ailece çoluk çocuk, annem, babam, abimler, yengemler hurraaa! hep beraber toplandık gittik. Gitmez olaydık! Orası da dağlık, ormanlık bir yermiş meğer. Bir sabah bahçede dört dörtlük sofra kurulmuş, keyifler tam çakır...sonra da sahile gidecektik ki; elinde demlikle çay dolduran yengemin şok bir etkiyle aniden gözlerinin her iki retinasının yuvalarında devleşip, mum gibi titrek bir sesle ’çabuk içeri kaçın!’ deyişini duyduk. Bereket versin ki o adrenalinle çaydanlıkları havaya fırlatıp bir tarafımıza denk getirmeden kendimizi bir hışım eve attık. ’Ay çok kötüyüm! Ayyy çok fenayım! Yılan gördüm yılaaan!’ dedi kalbi ağzında atan yengem. O hali hiç gözümün önünden gitmez. Annem köyde bu hayvanların arasında büyümüş zaten, görmüş geçirmiş kadın. Babam da güya köydeyken tarlada o kadar ot biçmiş, sırtında taşımış ama gelgelelim ki korkudan dışarı çıkmaya cesaret edemiyor. Cam arkasından dışarıyı gözetliyor sadece. Sonra annem tek başına sofrayı topladı ’siz çıkmayın (zaten kimsenin çıkacağı yok da, hele yılan bi bulunsun, hele bi hesabını soralım sonra düşünürüz ne yapacağımızı...artık darağacına mı asarız yoksa derisini mi soyarız Allah bilir!) dedi ben onu bulur gebertirim! merak etmeyin dedi ve kalınca bir odun parçasıyla kömürlüğe daldı. Kadın korkmuyor, deli cesareti var. Sonra annem yine geldi biz korkaklar sürüsünün yanına ’yok!’ dedi ’çıkmıyor şerefsiz! odunların arasından kafasını uzatıyor vııın! yine geri çekiyor!’ hayvan da uyanık! başına geleceklerinin farkında. Tabi meclis kurulmuş ’n’apalım n’edelim?’ kara kara düşünüyorlar ama elle tutulur bi çözüm üretemiyoruz. Abuzer ’biz bu yılanın cinsini bilmiyoruz ki! ne tür bir yılanmış onu bilelim de önce! Isırır mısırırsa ona göre panzehir versin bari doktor. En doğrusu bir an evvel burdan kalkıp gitmek bence!’ diyor. Abim ’ya yok onlar zararsız bi şey yapmaz’ diyor büyük abim ’tabi senin tuzun kuru kaynananın evinde rahat rahat yatıyosun!’ diyor. Annem ’siz bana bırakın, onu napar eder kellesini uçururum!’ diyor, babam da gülüyor. Benim babam çok güzel güler, ne güzel güler, ne tatlı güler benim babam...
Biz velhasıl çivi gibi mıhlanıp kaldık birkaç gün evde. Masayı terastan alıp, dış kapının önüne taşıdık bu sefer, artık orda kahvaltı edeceğiz. Sonra bir gün yine ne olduğunu anlamadan, ağzımızın tadıyla güzel bir kahvaltı edelim derken paldır küldür çatıdan başımıza bir şeyler düştü. Ben henüz n’olduğunu anlamamışken çocukların yerinden fırladığını gördüm. Kaçış o kaçış! Meğer gökten düşen şeyler de yarasa yavrularıymış! Hayır o kadar hızlı oldu bitti ki her şey! Bi hareketlilik, bi heyecan oldu evet ama ben anlayamadım, kaşla göz arasında tüyüp uçtu gitti hayvanlar! İnsanın amazonlarda bile göremeyeceği soy sop sülale ne varsa toplanıp ayağımıza kadar gelmişler, başımıza üşüşmüşler işe bakar mısınız! Tanrı’m nasıl bir lütuf bu! bir de bunlarla uğraş dur işin yoksa! Hayır yani buraya tatile mi yoksa korku şatosuna mı geldik onu bi anlayabilseydik. Yine yüce divan tartışmaya, kara kara düşünmeye başladı. Haydaaa! Hadi toplanın yine terasa! dediler, biz de takılıp gittik peşlerine...’o yılan yolunu kaybetmiştir de düşmüştür buralara, açta açıkta yavruları vardır, heralde evine dönmüştür artık!’ mantığıyla yine pılımızı pırtımızı toplayıp bahçeye taşındık. Bir gün de öyle idare ettik. Ertesi gün yine kahvaltı başında yaylım sere serpe haldeyken, dur dedim ortalığı bir kolaçan edim olağanüstü bi durum var mı? Her şey yolunda mı? Nasıl ki başımı omzumun hizasında sağa çevirdim, nasıl ki yılanın bana doğru süzülüşünü gördüm donup kaldım yerimde. Kıvrıla kıvrıla bir gelişi, dili on karış dışarda bir tıslayışı vardı ki ne yapacağımı şaşırdım! Ya bi dur ya! bi rahat bırak bizi ya! bırak da bi nefes alalım ya! Eh insaf yani nedir senden çektiğimiz...Dün bir, bugün iki...zırt pırt çıkıp geliyosun...n’oluyoruz ya! daha burdayız, kaçmıyoruz bi yere...yine gelirsin...yine hãl hatır sorarsın...olmadı yine kovalarsın:)
Yerimden nasıl kalktım, nasıl kendimi eve attım bilmiyorum. Peltek peltek bir şeyler çıkıyor ağzımdan konuşamıyorum da doğru dürüst, kem küm ediyorum o kadar ki...masaya, sandalyelere çarpa çarpa, sendeleye sendeleye giderken bir de saçma sapan flip flop terliklere ayağım takıldı. Kör olasıca basiretim iyice bağlandı. Ben ki en zararsız kediye köpeğe bile anca hoooşşt! diyebilecek kadar yüreğe sahibim, bu kadarı da fazla ama! Daha önce hayatımda böyle korktuğumu, böyle çığlık attığımı hiç hatırlamıyorum.
Bizim meclis yine toplandı tabi, yine beyanatlar havada uçuştu ama kesin bir kanaate varılamayınca ’şunun şurasında kaç günümüz kaldı ki! bu hayvanı da en iyisi nüfusumuza falan geçirelim, aileden sayılır, kul hakkıdır, yazıktır günahtır!’ gibi teselli sözlerle birkaç gün de kendimizi böyle avutup durduk.
Annem bu! hiç yerinde durur mu? Kafasına koymuş bi kere! Hayvanı bulduğu yerde ezip, pestilini çıkaracak, bizim de gözümüzün içine sokarak ’korkaklar sizi! yılan yılan diye başımın etini yediniz! yılanın canı da bu pörsümüş deri kadarmış işte! alın size yılan!’ deyip kafamıza zevkle fırlatmanın planlarını kuruyor heralde...o kadar ileri gider mi kestiremiyor insan...kadın da canından bezdi artık belli mi olur yapar mı yapar valla!..
Çok şükür ölen mölen olmadı bu badirelerden. Kazasız belasız gerilim dolu bi tatil yaşadığımızla kaldık. Hiç değilse bana da malzeme çıktı. Yılan da o günden sonra zaten bi daha uğramaz oldu. Çığlığım eğer hayvanı sağır etmemişse sağ selim kavuşmuştur ormana diye düşünüyorum.
...
"beni çocukken bir fotoğraftan çağırdılar, vardığımda hüzünlü bir genç kadındım."*
p.s: bizim köye çok sonra, bilmiyorum kaç sene sonra yine gittik...artık küçük değildim, büyümüştüm...çocuklar da doğduğumuz yeri görsünler, tanısınlar istedim...hani Paris’e, Madrid’e şuraya buraya gidip boy boy resim çekip hava atıyorlar ya! bizim köy cennet, cennet!..o hava, o doğa, o dağlar...yok böyle bir şey!..görür görmez o dağları, o taşları öpüp koklayasım geldi...Rafting mafting bile yapılıyor bizim memlekette...umarım yıkıp bozmazlar o güzelim doğayı...
m.g
(*) : "işe yarar bir şey" filminden bir replik...
YORUMLAR
Samimiyetle yazılmış, güzel bir yazı. başlangıç kısmındaki veriler doğru verilerdir.
Yılan fiziksel olarak soğuk hayvan (vücut ısısını dış etkilerden alan) ve hiç bir sürüngen türü ne yazık ki evcilleşmiyor.
Hayvanlar arasındaki (insan-hayvan) etkileşimin psikolojik bağlarında (hislerinde) bağlanmalarda olabiliyor. Bir yılan kadına aşık olabilir. Zor ihtimal ama olabilir...
Bölgesel olarak hangi zehirli hayvanların hangi bölgede yaşadığı bellidir. Pan zehirde sorun çıkmaz. Türkiye de bildiğim kadarıyla 9 zehirli yılan türü var. Bunlarda farklı bölgelerde farklı isimlerle anılan engerek yılanı türleridir. Akrep türleri de bellidir. Ama Adıyaman sarı akrep türü, dünyadaki en zehirli akrep türlerindedir.
Bir araştırma yapmıştım. Köylerde ve kırsal alanlarda kapı ve pencereler neden mavidir?
Nedeni ise akrep mavi rengi, kırmızı ve tehlike olarak algılıyor. Bu yüzden o renkten uzak durur. Öyle bir eviniz varsa kapı ve pencereleri mavi yapınız.
Konuya dönecek olursam okunaklı güzel bir yazı...
Gule
mavi kapıların hikayesini bilirim...yazlık yerlerde genelde duvarlar bembeyaz kapılar masmavidir...
asi_kumral
Mimarlık okurken konu gereği araştırmıştım, konuya çok fazla hakim olamasam da az bilgim vardı. Bir haberde görmüştüm. Akreplerden dolayı evini terk etmek zorunda kalan bir aile vardı. Tuhaf bir durum. Çünkü akrepleri tavuklar yer, tavuk beslemiyor.
Çok hakim olduğum konular değildir, sadece araştırıyorum. Umarım hatalı bilgiler değildir.
Gule tarihine, O, kahraman bir annenin kahraman kızıydı. Kanatlı timsahların sırtında diyar diyar dolaştı, katil dev yılanlarla, envai çeşit kanlı böcekle boğuştu, onları patakladı, uysal yaratıklar haline getirdi, diye bir giriş yapmayı ister miydim bilmiyorum ama, bu yazıyı okuduğum günden beri düşünüyorum da, seninle pikniğe gidilmez ya:)
Gule
yılan bu, sağı solu belli olmaz yoksa piknik, doğa ve ben harika bir bütünüz yani:))
aklma çok eskiden bir sahne geldi...hangi kanaldı hatırlamıyorum ayı'ları gösteriyorlardı...evcilleştirmiş bir ayı'yı tasması ve burnundaki halka zinciriyle sandalyeye oturtmuşlar şimdi bir yanında bakıcısı diğer yanında bayan spiker röpartaj yapıyorlar artık hayvan ne anlatacaksa onlara; kadın tam miktofonu uzatırken ayı bir pençe savurdu bir püskürda kadına doğru göreceksin...canlı yayın bir de...kameraman da şaşırdı kendini, artık zikzak bir görüntü oluştu ekranda sonra karıncalı yayın derken kapattılar yayını ama bi efor sarfettiler...o kadından bir daha bi haber alamadık...yani akibeti noldu, derin yaralar aldığı kesin çünkü ilk hamleyi yüzüne yedi sonrası ise meçhul...kurtuldu mu? yoksa bir taraflarını kaptırdı mı? bilemiyoruz...benim hiç unutamadığım bu olayı, kadın mezara kadar götürüp taşıyacak içinde...o kesin zaten...belki kadın bu korkusunu yenebilmek için sonrasında bir terapiye katıldı, hatta ayılarla arasındaki bu gerginliği ortadan kaldırmak için tam tersine onlarla daha çok içli dışlı oldu bilinmez tabi...
ama yani akıl işi mi şimdi ayıya mikrofon uzatmak?
korkaklığıma bakma sen hayvanları çok sevimli buluyorum ama yılandan, örümcekten daha bir tırsıyorum..arkadaşlar bu korkuyu yenebilmenin tek yolunu onları sahiplenerek olacağını düşünüyorlar...ben de aynı fikirdeyim...hatta biraz daha zorlarsam kendimi, dişimi biraz sıkarsam ileride bir kedim ya da köpeğim olabilir...
aaa teessüf ederim:)
bensiz piknik mi olur¿¿¿
Yazının öyle coşkulu bir anlatımı var ki; dilsiz duran eşyalar, ağaçlar, dereler, dağlar bile adeta bu coşkuya katılırcasına seslerini işittirdi.
Gürül gürül akan bir dere gibi yazılmış bu öyküyü, biz de sular seller gibi okuduk.
Tebrik ederim, saygı ve sevgilerimle.
Gule
teşekkürler çok sevindim...sevgilerimle...
Gule
Çok teşekkürler, sağolun...
Ne güzel bir ailen var Gule, bu yazıyı okurken insanın seninle kardeş olası geliyor. Yaşamda yılanlar hep var olacak. Korkular da... Küçük sevimli korkular... Cesaret de var yaşamda sevgi ve dostluk ve aile... Kötülük ve iyilik. Önemli olan bütün bu kavramları anlamla buluşturabilmek... Konuşabiliyoruz ve anlatıyoruz. Anlatım; uçurumdur. Her anlatışta uçurumlarımızdan düşüyoruz. O düşme anı; özgürce hayal kurduğumuz anlardır. Bizimdir çünkü... Bak görüyorsun, ne çok sarıldık birbirimize kelimelerle... okuyanlar ve yazanlar olarak... Öyleyse anayasayı sarılmayı bilenler yapsın...
Sevgimdesin, cansın...
Dramatik Buluntular tarafından 11.5.2021 21:12:02 zamanında düzenlenmiştir.
Gule
Çok teşekkürler...yine sevgi ve yine derin anlamlarla dolu dolu gelmişsin...ne iyi etmişsin...seni gördüğüme çok sevindim.
yolu önce sevgiden, kardeşlikten geçen çokça umutlar, selamlar gönderiyorum sana Can
sevgiyle yürektesin...
Duyguların bu kadar zarif içten ve naz etmeden doğrudan adrese yolculuk yaptığı satırlarınızı okurken inanın sizinle birlikte ben de hep o yılanın peşinde elimde çay bardağı ile dolaşıyordum...Yazının sonu göründüğünde bir baktım ki ne köy ne Ağva ne bahçe ne sofra ne siz ben kalmışım baş başa kimsesiz...Kutluyorum selam sevgi saygı ve muhabbetlerimle Yüreğinizin sesi daim olsun...
Gule
Doğallık, samimiyet... bir yazıda, hatta şiirde de en sevdiğim şey! Ki, senin yazdıklarında hep buluyorum bunları ve daha fazlasını...
Betimlemelerin ve içten anlatımınla, insan seninle birlikte gidiyor o tatile, yılanı görmüşçesine irkiliyor. Hatta “ha yakalandı, ha yakalanacak” telaşına düşüyor, annenin cesaretine, babanın gülüşüne hayran kalıyor seninle birlikte:) nefes nefese bir tatil yaşattın bize:)
Börtü böcek olayı beni de korkutur. Hiçbir canlıyı öldüremem yine de. Hayır, ne diye geliyorsun insanların arasına!:) her familya kendi doğasında yaşasın gitsin, di mi ama:) Gerçi biz insanlar daha çok tecavüz ediyoruz onların alanlarına...
Teşekkürler güzel paylaşıma Gule! Adını ana sayfada görmek de ayrı güzel bu arada. Kutlarım!
Sevgilerimle...
Gule
çok teşekkürler sevgili Eflatun...sevindim seni gördüğüme...bu samimiyeti hissettirebilmişsem ne mutlu:)
sevgilerimle...
Uçan sinekten bile korkan bir ödlek ken,yılanı görsem sanırım kalp krizinden öbür Dünya ya adressiz giderim.Yenge mi hep taktir ederim,çok cesaretli onun dışında aile biraz korkak,ürkek ,cesaretsiz ve kararsız diye nitelendiriyorum.
Yaşadıklarının bir gün ödül olarak karşına çıkması çok güzel.
Kutluyorum canım,öpüyorum.
Gule
teşekkürler gülüm öpüyorum çok:)
bizim köydeki kocaman tahta kapılı evimizi yıkıp yol yaptılar. iki katlı avlulu avlusunda çeşme bile olan bir evdi. kirpi ve kediden başka bir canlı hatırlamıyorum ama tahta tavandan geceleri tıkırtılar geliyordu. çok kendi halinde bir evdi, böyle maceraları evin kendi mimarisi bile kaldıramazdı eminim. onu neden gömmediler ki. bence o evin bir mezarı olmalıydı. yazını sevdim.
Gule
tahtalı köy evlerini ben seviyorum...huzur veriyor bana...hele bir de doğanın içindeyse...
teşekkürler sahra...
Yıllar önce okumuştum...John Godey'in Yılan adlı romanını. Merak ve korku kötülük üretmeye yeter mi hele insanda potansiyel tehlike, dönüşmeye müsaitse başka şeyler oluruz kendimizden başka.
Bilmediğimiz ama korktuğumuz ve yok etmeye çalıştığımız her ne ise bize egemen olmasına fırsat vermekten ziyade belki de yüzleşme korkusu daha ağır basar...bilmek tanımak bizi yok mu eder. Belki bundan korkuyoruz... bilemiyorum.
Diğer güne gelen yazının çağrışımıyla yazılmış rahat ve okutan bir yazı olmuş, tarzınızı da yansıtmış başarılı bir anlatım.
Yılanlar öyle asillerdir ki hafızaları ve koruma güdüleri çok yüksek, bir kez de saldırısına uğramama rağmen hayranlığım azalmadı. Ama bir türlü dokunma cesaretini gösteremiyorum iç içe yaşasak da. Belki birgün...
Ha...yılanların duyma yeteneği yoktur, ama ben de ara sıra çığlık atarım sesimi duyurmak için.
Teşekkürler...
Gule
çok teşekkür ediyorum bu güzel yorum için...
Şimdi gule’ m, yılan var, yılan var:)
Çocukken, bahçede, yolda, derede, evin kapısında çok karşılaşmışızdır. Kimini hiç sallamazken, kiminden ödümüz kopardı; çünkü bunların zehirlisi ve zararsızı var. Elimin altından, ayağımın üstünden geçmişliği çoktur ama aklımda kalan, küçücük bir çocukken öldürdüğüm yılanın iç organlarını merak ettiğimden açıp bakmam; sonra da mezar kazıp gömmemdi.
Çocukluğuma gittim ve o zamanki cesaretime şaşırdım şimdi:)
Çok samimiydi yazın, hep olduğu gibi.
Aile meclisinin toplanıp istişare etmeleri de çok demokratik, örnek alınası bir durum:)
Sevgimle.
Gule
önce hayvanı öldür, sonra iç organlarını masaya yatır otopsi yap, sonra da kaz göm gitsin! valla bravo sana deniz:))
cesaretine hayran kalmamak elde değil doğrusu...
çokça sevgiler gönderiyorum sana canım...
Enerji dolu bir yazıydı.
Heyecanla okudum.
Yılan 🐍'dan korkmam yalandan korktuğum kadar atasözümüzü eklemedin, yılan sana küstü haberin olsun :)
Sevgiler Gule.
Gule
teşekkürler Isabella...sevgiler...
Köyde yaşamanin ayrilmaz bir parcasi
Ylian çiyan akrep
Ama biz insanlar hep onlara hayatı zindan etmişiz onlar bize degil
Benimde yilan anilarim çok bir kaç kez
Az kalsın ısıracaktı bir seferinde kaldirdigim karpuzun altında elime uzandı karpuzu kafasına bırakıp hemen kendimi geriye atım zavalı yılanı karpuz yağmuruna tutuk öldürdük
Birinde taşlarin arasında uzerine bastim tııısss diye ses çıkarinca yılan oldugunu fark ettim taş yıgınını dagıtık onuda öldürdük
Bir digerinde yarıkın içindeki yilanı öldurmeye çalışırken az kalsin ayagımdan sokuyordu neyse onuda tirmıkla öldürdüm
Bir günde tarlada bir agacin gölgesinde oturuyorduk ben 6303 nokia telefonumla edebiyat defterinde şiirler okuyordum 5 metre mesafeden çalıların arasindan gelen hışırtıya telefonu birakip dikkak kesildim yilanla aramda bir metre kala
Kara bir yilan fark ettim arkama donup arkadaşlar yılan dedim ve elimi yerekoyup kaçacaktim ki
Elimi tam yilanin uzerine koymuşum kötü bir tesaduf öyle bir çıglik atim ki butun tarla inledi neyse biz gölgeyi yilana birakip gittik
Ama kardeşim necmi benim kadar şanslı degildi adana da tarlada çalışırken yilan necminin ayagini sokmuş aradan yirmi geçmesine ramen halen bir kac yilda bir yarasi açiliyor
Baya uzun yazdim sizi tebrik ederim zevkli yazi okudum anılarimda canlandı iyi geceler
Gule
ne diyelim gelmiş geçmiş olsun diyelim...
teşekkürler...saygılar...
Gule
teşekkürler...