- 291 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Uç Şiirlerin Coşkun Şairi
Uç Şiirlerin Coşkun Şairi
Halit YILDIRIM
Kitapla hemhal olan bizler için kitap, en kıymetli hediyedir. Odalar dolusu kitabımız olsa da gözümüz yine de kitapçıların vitrinlerine takılır yeni bir şey var mı diye… Hele hele kapımızı çalan postacının elinde içinde kitap olan bir gönderi varsa o gün değmeyin keyfimize… Ambalajından çıkardığımız kitap, bize dosttan gelen inciler dolu bir namedir öpüp alına konulası…
İşte bu şekilde elimize ulaştı İlkay Coşkun dostumuzun yeni çıkardığı iki kitabı… Matbaanın kâğıt ve mürekkep kokusu hala üzerindeydi kitapların… Kapağını açtığımızda adımıza yazılan temenni cümlesi ile ilk selamı almaya başlamıştık… Yürekten bir “ve aleyküm selam” dedikten sonra ilk olarak “+Uç” isimli şiir kitabını ele aldık. Edebiyatın müstesna güzeli şiire öncelik tanımıştık yine…
“+Uç”, şairimizin beşinci şiir kitabı. Daha önce sırasıyla; Yüreğimden Süzülen Nağmeler (Gündüz Yayınları 2008), Düş Yolcusu (Antik Yayınları-Şiir 2011), Bilonsa (Şiir Vakti Yayınları-Şiir 2012) ve Bimola (Şiir Vakti Yayınları-Şiir 2017) kitapları yayınlanmıştı.
Baştan sona bir günde okuduğumuz şiirlerde bu defa farklı bir İlkay Coşkun sesi ve nefesi bulduk… Coşkun bu kitabında biraz daha hikemi bir tarz benimsemiş gibiydi. Şair, “İnsan Denen Şey” şiirinde de itiraf ettiği gibi şiirle buluşulan günden beri başka bir kavgada… Bu kavga zaman zaman hayatın acımasızlığı, adaletsizliği ile olurken kimi zaman da sevgilinin vurdumduymazlığı, vuslatın çileli yolları ve geçip giden zamanla ve tabii ki hafızalardan silinmeyen hatıralarla... Bu kavga bazen coşkun bir lirizmle bazen de hikemi bir nefesle didaktikliğe bulaşmadan sakin akan nehirler gibi mecrasına doğru akıp gitmekte…
İlkay Coşkun’un yedi bölüme ayırdığı kitabını alışılmış rutinin tersine olarak en son bölümden başlayarak incelemeye çalışacağız.
Kitap dediğimiz gibi yedi bölümden oluşuyor. Bu bölümler sırasıyla “Gözde, Gaye, Vefa, Hüzün, Vatan, Tefekkür ve Küçürek” isimlerini taşıyor. İşte bu son bölüm olan Küçürek’te şairin, biraz da aforizma şeklinde yazdığı noktalamaları bulunmakta… Bunlar arasında özellikle ilk sıraya aldığım mısralar:
“Aşığa bir sözüm yok ama / Daha kaç mevsim /Yalan söyleyecek şairler?”
Bu mısraları okuyunca aklıma hemen Şuara Suresinin 225-227. ayetleri geldi. Bu ayetlerin meali:
“Şairlere gelince, onlara da yoldan sapmışlar uyarlar. Onların her vadide şaşkın şaşkın dolaştıklarını ve gerçekte yapmadıkları şeyleri söylediklerini görmez misin? Ancak iman edip dünya ve âhiret için yararlı işler yapanlar, Allah’ı çokça ananlar ve haksızlığa uğratıldıktan sonra kendilerini savunanlar başkadır. Haksızlık edenler, neye nasıl dönüşeceklerini (başlarına nelerin geleceğini) yakında görecekler.”
İlkay Coşkun’un şiirlerinde gelenekle güçlü bir bağ kurduğunu görüyoruz. Bu bağ sadece şekil olarak değil muhteva olarak da şiirlere sirayet etmiş. Örneğin; “Dün ziyan oldu / bugün perişan /yarın gözlere değen renk / çilesine şerh düşsün hayatın /doğum ve ölüm / tezi yok aralansın” mısralarını okurken aklımıza Mevlana’nın “Dün, dün ile geçti gitti cancağızım / Bugün yeni bir eyler söylemek lazım” sözlerinin sanki bugünkü zamanda yeni bir söyleyişini duyar gibi oluruz.
Coşkun’un bu kitabında daha önce de olduğu gibi serbest şiirler ağırlıkta ise de hem hece şiirleri hem de gazel geleneği ile modern şiiri birleştirdiği denemeleri de mevcut.
Şiirlerinde büyük harf kullanmaması ve noktalama işaretlerine çok az yer vermesi de dikkatlerimizden kaçmıyor.
Kitaptaki şiirler temalarına göre tasnif edilerek yazımızın başında belirttiğimiz yedi bölümde okura sunulmuş. Bu da bize kitaptaki şiirleri muhteva ve duygu birikimi açısından derli toplu okumamıza yardımcı oluyor.
Kitabın ilk bölümü olan Gözde’de 11 şiir bulunmakta. Bu bölümdeki şiirlerde hem şekil hem de ses olarak gelenek hâkimiyeti var. Gözlesem Seni şiiri bunlardan birisi. On bir hece ölçüsüyle yazılan bu şiirde: “Özümün çerağı bengi ile doldu / şad gönüle yeğin berhudar oldu /Bezeklediğim ufuk gülen yoldu /Gözlerden gözlere gizlesem seni” mısralarında da görüldüğü gibi Halk Şiiri ile adeta Divan Şiirini bir potada birbiriyle mezcetmiştir.
Yine bu bölümdeki “Göz Gazeli” de her bir beytinin şah beyit olmaya namzet olduğu ve hece ölçüsü ile yazılmış başarılı bir şuhâne gazel örneğidir. Tıpkı; “yürek dilinde ayrılık gömüdür / vuslatı ayırıp eler gözlerin”, “sarar neşvünema acı yerine / devasını bulup beler gözlerin” ve “susuz suyu, su susuzu arar ya / sinede inşirah bulur gözlerin” mısralarında olduğu gibi…
Yine bu bölümde noktalama şeklindeki “Sen, Sen Ol” şiirini geçmeyelim. “Ölüp diril / Ölüp diril/ Ölüp ölüp dirilme!”
Gaye isimli ikinci bölümde de 11 şiiri var İlkay Coşkun’un... “Her Yağmur Ertesi” gözümüze takılan ilk şiirlerden. Bu şiirden de iki mısra alalım. “çocukluk gonca gül derler / sonraki her yaş diken kalacak”
Bu bölümde yine dikkat çeken bir şiir de “Yaşlanıyorsun Galiba” şiiri… Şair ellisine merdiven dayayınca, “acemilik köreliyor / heves gemin su alıyor / sinende ruh daralıyor / yaşlanıyorsun galiba” mısralarında kendisine seslenmiş sanırım. Tabi bizim gibi ellisini geçenler için de geçerli bu sözler…
Bu bölümde yüreğimizi burkan şiirlerden birisi de “Tek Kale Maç” şiiri… Şiirde çocukluğunuzu günümüz acımasız dünyasının karşınızda buluyor ve yüzünüze acı bir tebessüm düşerken boğazınızda kekremsi bir nefesin fitilini ateşlediği burukluk da gözlerinize kadar sirayet etmekte… “Göz ucuyla değil yürek demiyle /seslere şarkılar uladığımız zamanlar / seninle gel tekkalemaç yapalım çocuk /koşmaktan tasarruf, kaleden tasarruf /Adamlıktan değil ama adamdan tasarruf”… İşte şiirin burası çok vurucu ve ironik bir söylemdi “adamdan değil adamdan tasarruf…”
İlerleyen sayfalarda yazımızın girişinde bahsettiğimiz “İnsan Denilen Şey” şiiri ile bir daha yüzleşiyoruz. Şiir, hayat serüvenimizi çocukluktan bu yaşımıza kadar olan kısmını özetliyor adeta. Hele “maaşla tutuşturulan bordro /harcanan insan” mısraları, bizim gibi bordro mahkûmlarını anlatıyor anlatmasına da sanırım halimizi bundan daha anlatan başka bir mısra yazılamazdı bana göre… Hatta birkaç sayfa daha çevirdiğinizde bu mısraları sanki şerh edercesine yazılmış “Altıyüzelliyedi” şiiri ile karşılaştığınızda odanızı, amirinizi, takım elbisenizi, kravatınızı bir daha zihninizde yoğuruyorsunuz. İşte bu şiirdeki örnek mısralar: “derece, kademe, terfi derken yıllarca / ne çok eskidi koridor ve merdivenlerin” ve “çift şekerli çayın masanda da olsa / buyurgan nefesin kravatlarını eskitir / uykudan uyandırdığın celladımı çağır / helal et hakkını ne olursun benim”
Kitabın üçüncü bölümünün adı “Vefa” ve içinde 10 adet şiiri barındırıyor… Bugün sadece adı ile iktifa edip tadını unuttuğumuz vefa duygusu işlenmiş bu bölümde. Bahattin Karakoç’a ithafen yazılmış “Türkmen Derviş” şiiriyle başlayan bölüm de şair çocukluğuna ve daha sonra gittiği ve yaşadığı şehirlere şiirler yazmış. “Alçak Uçuş” şiirinde Kudüs, Ankara, “Sultan Şehir” şiirinde Sivas, Bursa ve “Selçukludan Osmanlıya Çerağ” şiirinde de Bilecik ve Söğüt şairin vefa duyguları ile seslendiği şehirlerimizden.
Bu bölümden de Kudüs’e yazılan “Alçak Uçuş” şiirinden bir bölümü almak istiyorum.
“Mekke nin fetih sabahı güneşiyle uyandık
Burçlarına özgür güvercinler konsun Aksanın
Adına Ebabil de, Selahaddin de, sapan de, taş de
Yeter ki Çin Seddi misali uzun olsun firavun korkuları
Siyonist’e alçaktan uçuşlarımızı göster artık Allah’ım”
Şiir denilince benim aklıma hep “hüzün” gelir. Hüzünsüz şiir olur mu? Olmaz tabii. İlkay Coşkun da bu fikre sadık olduğundan kitabının bir bölümünün adını Hüzün koymuş ve hüzünbaz mısralarını burada yanık yüreklere sunmuş. Bu bölümde de 12 şiir var.
Bölümün ilk şiiri “Mülteci Çocuk”… Şiir; “hangi sokakta sancı / kaç odada acı / kaç şehirde yabancısın” mısralarıyla başlıyor ve milenyum çağının sözde medeni dünyasına ayna tutarcasına “sevilmiyor artık /denizlerin karaya vurması /nefeslerin imdat hali /veryansı” diye devam ediyor. Şaire göre bu kadar acıyla yüzleşip ayakta kaldıkları için “ailelerinin en büyüğü çocuklar…” Sizce de öyle değil mi?
Buradan hareketle “İ(a)dam – 529 can” çağın firavunu Sisi de nasibini almış şiirinde şairin oklarından “Nasıl olsa bir gün dağlanır gözlerin Sisi” mısralarında…
Elazığ depremi ve çağın vebası Korona da takılmış şairin kalemine…
Bölümün en hüzünlü ve en ironik şiirlerinden birisi de “Üç Sal Bir Ağla” şiiri… “sen yine de bir türkü söyle arada bir / umutların arasında birebir ağla”
“Deodorantlı Beyler ve Bayanlar” şiiri de dikkatimizi çekiyor. Çağa ironik bir ayna tutan şair insanların vurdumduymazlığından haklı olarak şikâyetçi. “atmosfer nefes darlığı çekerken / deodorantlı beyler ve /bayanlar hiç çekilmiyor” diyor ve ekliyor “tohum olamayan domatesler / soysuz fasulyeler pişer tencerede /kimin umurunda /ekşimeyen yoğurt hikmet değilse /bütün suç İsrail’de midir?” Haydi bakalım cevaplayın şimdi bu soruyu… Bir kaç gün önce vefat eden bir ağabeyimiz de şöyle dermiş. “En az sömürenler kadar sömürülenler de suçludur!” şimdi bu sözü küpe edip kulağınıza tekrar sorun İlkay Bey’in sorusunu bütün suç İsrail’de midir?
Milli ve manevi değerleri kendisine şiar edinen İlkay Coşkun “Vatan” şiirleri de yazmıştır elbette. Vatan ismini verdiği bu bölümde de üç önemli şiirle okuruna sesleniyor. İlki seksen yıllık bir esaretten kurtulan Ayasofya’ya… “Hoş Geldin Ayasofya” şiirinde “kalplerimiz cenk meydanı / çoktandır özleşiyoruz biz /yepyeni bir şafakla müjdelenen /gelecek dedik, geldi gözlediğimiz” Şair de biliyor ki Ayasofya’nın açılışı dirilişimizin umudu ve tam bağımsızlığımızın en büyük alametifarikası…
“15 Temmuz” şiirinde ise asrın ihanet hareketi anlatılmış. 15 Temmuz’da şairinde dediği gibi: “bizim olmayan cephelerden / vicdansız emellerden / namluya ihaneti sürüp / milleti vur dedi namahrem el”… Ancak onların bir hesabı varsa Allah’ın da bir hesabı vardı. Sonuçta her zaman galip olan yüce irade kazandı. Zira hainler karşılarında “kanla boyadıkları bedenlerde / bayrak, ezan ve milleti gördüler /alınlarının çatında Ömerler, Mehmetler / kahraman milletimi gördüler”
Bu bölümde yer alan “Vatan” şiiri de atlanılmaması gereken bir hece şiiri.
Kitabın 6. Bölümünün adı “Tekerrür”… Tekerrür’de 6 şiir bulunmakta. Neden bu ismi koydu diye bir soru bizim de aklımıza gelmedi değil. Ancak sayfayı ilk çevirdiğinizde karşınıza çıkan “Tekerrür” isimli şiirde sanki müstetir bir cevap verilmiş gibi “eğri büğrü yaşadığımız /tekerrür hayatı /gün gelecek gerçeği /dikecek başımıza /alacağı emanet/ bizdedir nasıl olsa” mısralarında.
Bu bölümün diğer şiiri ise “İncinir”. “İncinir” kitabın en gözde şiirlerinden. Hece vezniyle yazılmış şiirin en çarpıcı kıtası da bana göre ilk kıtası. “rahmetten bigâne nadandır yola/ istikamet şaşar çılga incinir /kendini bilmeyen yaramaz kula/ güneş değse bile gölge incinir” Şiirde sanki Abdurrahim Karakoç’a bir cevap vardır. Karakoç muhatabına nasihatvari “Gölgesinde otur amma /Yaprak senden incinmesin./Temizlen de gir mezara/Toprak senden incinmesin.” diye seslenirken Coşkun da gelinen son noktada “feryattan figandan bölge incinir”, “bereket kısmet kesilir hal böyle /gül açmaz bülbül de konmaz dal böyle /acı poyraz savrulurken yel böyle/ rüzgâr esse dahi dalga incinir” der ve merhum Karakoç’a da “aman üstadım nasihat dinleyen kim?”; “Kimi de kendine belalar arar /Nasihat eyleyen bilge incinir” diye ufak bir uyarıda bulunur.
Her ne kadar kitapta peş peşe gelmese de sanki bu İncinir’den hemen sonra veya bir önce konulsaymış dediğim “Hayta” şiiri de benim gözde şiirlerimden. Hayta şiirinde tarif edilen tip her gün karşımıza çıkan haytalardan birisi. Sanki İncinir şiirindeki nasihat ettiğinde bilgenin incindiği boş işlere kafa yoran, sürekli boş hayaller kuran ve bela arayan kişi; “bu ezayı kemter yapmaz /inadından dirhem sapmaz/ nasihatten fayda kapmaz/ takar izlere izlere” mısralarından anladığımız kadarıyla bu haytadır.
Bu bölümde “Tezat” ve “Ölüm” şiirleri de yanyana geldiklerinde birbirlerine cevap verir nitelikte. Aslında bu kitaptan okurları alacağı en büyük hisse “Tezat” şiirindeki “Ölümüne sevdin/Ölümü sevemedin” mısraları… İşte bu kısacık şiir insanı derinden etkiliyor ve içimize ayna tutuyor. Peki, nedir şaire göre bu sevemediğimiz ölüm? İşte cevabı: “kepenkleri kapanan mutlulukların üzerine oturan ve mezar taşlarına usul usul sinen esmer yalnızlıktır.”
İlkay Coşkun’un ölüm üzerine yazdığı ama bu kitapta olmayan başka şiirleri de var. “Rakkase Ölüm, Balık Sırtı Ölüm, Gül Kurusu Ölüm, Gölgelere Gizlenir Ölüm ve Ayyuka Çıktı Ölüm” bunlardan bir kaçı… Bu şiirleri de okumanızı tavsiye ederim.
Evet 7. Bölümden başlayarak tanıtımını yapmaya çalıştığımız değerli şair ve yazar dostumuz İlkay Coşkun’un “+Uç” isimli şiir kitabı bu şekilde…
İlkay Coşkun’un Şiir Anlayışı
Biraz da İlkay Coşkun’un şiirleri hakkında bir genel değerlendirme yapmak gerekirse, tanıdığımız kadarıyla şair İlkay Coşkun, kendince belirlediği bir poetika doğrultusunda şiirlerini oluşturmaktadır.
Onun için şiir, bir anlatımda dilin sanatsal, sezgisel, matematiksel, müziksel güzelliklerini kullanarak sunma faaliyetidir. Şiir, kültür ve sanat içerisinde bedeni ayakta tutan bir can damarı gibidir. Şiir özellikle dilin estetik, incelik, derinlik ve güzellik boyutunu imler. Kültür ve sanatı da daha çok bu boyutuyla besler. Yine ona göre şiir, kimliksiz düşlere vurulan gölgelerdir.
İlkay Coşkun, şiirde her şeyden önce hissi önceler. Ona göre his; umudu taşır ve zamana mürekkebini döker. Bu yüzden yüzlerce yıl önce yazılmış şiirlerin, yüreğe dokunuşları bu yüzdendir. Şair kadim şiirleri yaşadığımız bu zamanda yine bu his penceresinden değerlendirip kritiğini yapmaktan ayrı bir heyecan duyar.
Şair şiirde akıl ve zekâya da çok önem verir. Bir söyleşide bu konuda şunları söyler:
“Şiirde zekâ pırıltısı olmalı. Okuru hem düşündürmeli hem de bazı şeyleri sezdirebilmelidir. Yüreğe ve beyne dokunabilmelidir. Yerine göre okurun merak duygusunu kabartabilmeli. Kesinlikle şiir üzerinden okura fikirler dayatılmamalı. Gerçek şiir, okurun düşüncelerine, duygularına zenginlik ve derinlik kazandırır. Şiir ve edebiyat dile düş gördürebilmeli. ‘Müşterisiz meta zayidir’ diyen Muallim Naci sözündeki faydayı ve değeri de görmek gerekir. Birçok kerameti şiire yüklemekte bir o kadar yanlış geliyor bana. Ahmet Oktay bunu bir sözünde, ‘Entelektüel uçlarını sürekli abartan bir şiir, sonunda yapmacıklığa, züppeliğe kolaylıkla dönüşebilir’ demiştir. Orta yol bakış açısı en doğrusu gibi geliyor bana.”
İlkay Coşkun şiirlerinde insana hitap eder. O yüzden insani his ve duygulara hitap eden her konuda şiir yazar. Ancak sıradan bir söyleyişten kaçınır. Ona göre, şiirin doğası içerisinde soyut, somut bütün çağrışımlar kullanılabilir ve ancak bu şekilde şiiri sıradanlıktan, tekdüzelikten kurtarabiliriz. İlkay Coşkun tüm bunları yaparken, okuyucuya hiçbir şey dikta etmemeye özen gösterir. Ona göre okura, özgür hareket edebileceği bir alan bırakılmalıdır. O, şiirin ve şairin başarısının burada gizli olduğuna inanır. Bu yüzden onun okur kitlesi belli görüş ve düşünce kalıpları içinde olan belirli bir kesim değil aksine tüm şiir severlerdir.
İlkay Coşkun her ne kadar genele hitap etmeyi kendisine bir amaç olarak belirlese de bazı konularda fikirlerini ve tepkilerini ortaya koymaktan çekinmez. Zira bu ülkenin ve bu coğrafyanın bir ferdi olarak ve bir şairin olması gerektiği muhalif çizginin toplumun inanç ve değerleriyle örtüşmesinin bilincinde olarak haksızlığa, zulme, baskıya, başıboşluğa karşı çıkar. Örneğin darbeleri yerer ve demokrasinin üzerindeki hiçbir baskıyı kabul etmediği için 12 Eylül ve 15 Temmuz şiirlerini yazmaktan imtina etmez. Yine susturulmuş mabetler ve işgal edilmiş İslam topraklarının özgürlüğü için Ayasofya ve Kudüs şiirlerini yazar. İsrail zulmüne karşılık Mavi Marmara ve Filistin gibi konular şiirlerinde yer alır.
Şair, genel olarak akıcı ve yalın bir dil kullanır. Ona göre dil, uygarlıkları inşa eder. Dil, medeniyetlerin temel taşıdır. Dil olmadan ne bilim ne medeniyet ne kültür olur. Dil ne kadar güçlü olursa iletişim o kadar sağlam temeller üzerine oturur. Bir dil ne kadar güçlü ise o dili kullanan toplumların gelişmesini ve rekabetini sağlar. Rekabetin ve gücün artı ucudur.
Onun şiirlerinde zaman zaman da farklı kelimeler ve hayal dünyasında yeni imal ettiği ironik anlamlar yüklenebilecek yeni kelime tamlamaları ile karşılaşırız. “Teknoroman/tik, Göğrafya, Bilonsa, Karmate, Giz Sancısı, Sen/Sizliklerim, Yarına Epilog, Ayar/Sızım, İlkgüz, Pay/da, Tekkalemaç, İ(a)dam gibi… Ayrıca şair, Anadolu’nun engin kültüründen kaynaklanan, kıyıda köşede kalmış kelimeleri de şiirine katarak onların da yaşamasını ister. Özellikle bu kelimelerden farklı imgeler oluşturarak sunumlarını renklendirmeyi hedefler.
Onun şiir anlayışında sadece imgelerden oluşan sanal bir söylem yoktur. Coşkun, şiirlerini yazarken kelimelerin zahiri ve batını (imgesel) anlamlarını bir potada eriterek hem derdini anlatmayı hem de okura şiir zevkini tattırmayı amaçlamıştır.
Ona göre bir şiir, yazıldıktan sonra okurun olmuştur. Okur o şiirden ne anladıysa sizin o şiirde anlattığınız odur. Mevlana’nın “Sen ne söylersen söyle, söylediğin, karşındakinin anladığı kadardır.” sözünde olduğu gibi. Zaten şair de şiirlerini keskin düşünce sınırlarına hapsetmemiştir. Onun esas çabası da okuyucunun özgür iradesiyle ve şairin yönlendirmesi olmadan o şiiri kendi dünyasında anlamlandırmasıdır. “Şair, şiirin bir ucunu her zaman açık bırakabilmelidir” düşüncesiyle o açık uçtan her okuru şiiri farklı coğrafyalara, farklı mekânlara, farklı ufuklara, farklı rüyalara taşıyabilmeyi hedefler.
Onun gönül dünyasında şiir, sınırları oldukça geniş bir alanı kaplar. “Kalemi elime aldığımda bir ressam kadar özgür olmalıyım.” der. Ancak bu özgürlük yaşadığı toplumun genel ahlak kurallarına ters düşmez. Onun şiirlerinin sınırlarını belirleyen tek çizgi bu etik hassasiyettir.
Şiir tekniği olarak da farklı arayış ve tarzlarda da şiir yazan Coşkun’un her ne kadar daha çok serbest şiirler yazsa da bu kitabında olduğu gibi hece şiirleri de yazar. Bunun yanında şairin, görsel ve deneysel şiir olarak adlandırılan şiirleri de mevcuttur.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.