- 381 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
39Suskunluklarımız Benlik Direncimizi Aştı.39
Canparem…Sadece tek kelimelik bir yaşam vaadiydi bunalmışlığımıza doluşan…
Karanlıkta kalmış beyaz kuşlar yorgun, ışıksız, öfkeli, uçsa düşecek, düşse uçamayacak, kaç mevsim artığı bu, yaz başlangıcı kaç sevda, yorgunu bu beden, kaçıncı zamandır bu yaz mevsimini bekleyiş…
Yoksun, yoktun zaten, düşlerde yaşarken, oysa ömre yayılmışsın, gecenin sabahında, varsın, gününün gecesinde, ardına düşmüş bu beden yorgun…
Çiçeklerin renk kaybettiği, çürüdüğü, toprağa düşmüş bakışların, yorgun bekleyişinde bu beden, yoksun…
Mezar taşlarının yazıları silinmiş, güneşe vermişler yüzlerini, toprak soğumuş, güneş batmak üzere, uzaklara düşen düşler anılarla karışmış, bir akşamın solgun yüzü bedenimdeki düşlerle, sen yine yoksun…
Çoğalıyor düşlerim düşüncemde, sessizlik beyin diplerimde yankılanıyor, yaşamın garip hali bu, düşlemek çaresizliği ve sen düşlerimdesin hep, en çok gece sonu, tana yakın zamanlarda öfkelerimdesin…
Unutmak dünsüzlük demekti, geçmişi yok saymaktı, oysa her an nefesimdesin ki artık nefes almalarım daralıyor, yoksun…
Yıldan yıla depreşen bir aşk bu başı sonu unutulmuş, belki de yarınsızlık korkusuydu hatırlanamayan sevgi, her gece oynatırken ansızın yüreğimi, sen yoktun canparem…
Kendine savaş, korkuya düşman, geçmişe mahkûm yarınki sen varlığına özlem bu canparem…
En çok sen derdin bunu, oysa şimdi ezberimden düşmeyen bir hasret bu canparem,
İçinde sen varlığı olan nefes almalar…
Yarınsız düşler bunlar, dünü unutulamayan, düşünce toplamı bu benliğimi dağıtan en çok sen yokluğun canımı acıtan, bari bir ses, bir görüntü ver, yaşam sevincim olsun…
Uykusuz bir gece yorgunluğu bu sabaha uzanan, açık göz kapaklarını ovuşturmam ve sen yoksun yine canparem…
Yalnızlık hisleri bunlar, birazı bedensel bezmişlik, diğer birazı, ise özlemek yırtılmaları toplamında sadece bir beden dirençte, sadece suskunlukların karıştı suskunluklarıma ki derine uzanan bir uğultu, bir sessizlik, sen yoksun yine…
Yarın sevgili yine yarın dünden de yorgun olacak bedenim…
Sahi sen, hani kimsesizliği, yalnızlığı, en iyi bilendin?
Tüm bedenim ıslandı…
Bekleyiş çok zor be sevgili,
zaman sanki acı. zaman sanki acı kırbacı, uzun ve yalnız,
Tren seslerinden uzak vapur sesi,
Uzakta
Ve uzaklarda,
Sndece ben yalnız, kendi kendine yutkunmakta,
Acı var boğazımda, kuruluk ağzımda,
Islaklık gözlerimde, nefesler dar ciğerlerime,
Uzaklar ağır bedenime,
Deniz sanki renksiz, beyazın kirlisi,
Düşlerim siyah,
Bakışlarım uzaklara donuk,
Yaşam yaralayan zamanın içinde,
Sen yoksun…
Gelmeyeceksin biliyorum,
Zaten gelmen umurumda değil,
Tüm kızgınlıklar benle beraber,
Hangi cümle benim düşüm belli değil,
Zor, yaşam saatleri
İçimdeki öfkenin sınırı aşmış,
Sadece zapt edilmez bir boyut,
Bakışlarım yorgun düşüncelerle
Ve sen yoksun…
Zor yaşam şartlarında,
Nereye baksam sen tutsaklığında,
Bakışlarım hırpani,
Kendine acımasız bir zaman delinişi,
Sen yoksun,
Çok şey durmuş, sanki üç gün önce,
Veya iki gün önce buradaydın.
Ben yoktum…
Konuşacak veya yazacak da neler vardı ki bu tıkanmışlıkla kendi kendimle uğraş, verirken, yanmış ışıklara bakar kalmak, sönmüş cam ardı ışıklarımı düşünmeye yol açıyordu…
Yorgunum… Karanlık camlara bakar kalmak sanıldığı kadar kolay olmasa gerek derken, bir zamanlar camlarından sarkan ışıkları görmek, bu günlerde parçalar koparıyor bedenimin bir yerlerinden…
Yanan ışıkları görmem, içime huzur verdiği günlerden bu sıkıntılı yaşamın içinde bunalmak düşündüğümden de ağır hisler bırakıyordu içimde…
Oysa bu günlerde sen düşleri kurmam daha da acılanmalar ve eziklikler yaratıyordu bedenimde…
Korkuyorum artık yarınların baskılı düşlerini yaşamaktan. Korkuyorum artık bu hazmedilemeyen şartları yeniden yaşamaya devam etmekten…
Sevmenin garip bir nazı bu olsa gerek anılarla ağlamak hem de avazım çıktığı kadar bağırarak ıssızlığı bozmak…
Bu olsa gerek yarınsızlık duyguları ile yaşama devam etmeye çalışmak…
Sadece kendime acıyorum yarınları, düş korkuları ile yaşarken…
Her an aldığımız nefes yaşama dahil, sevgiye dahil, öfkeye dahil, ihanete ve de küskünlüklere dahil…
Oysa yaşam yaşamaktı asıl amaç, sevgiye dahil olarak…
Yıllar ve ardında bıraktığı düşlemekle yaşam arasındaki git gelleri ile var olmaya umut ettikçe, yaşama giren tesadüflerle nefes alma şartlarım zorlandıkça, öfke dışı umutla var olma düşleriydi tüm sevgiye dahil duruşlar…
Sevmek sahip olma duygusu değildi, sadece saygınlığı içeriyordu, tüm şartlara rağmen…
Oysa yaşam tesadüflerin içindeki bir türbülansla nefese dahildi…
Parmaklarının ucuna sinerdi saçlarının kokusu…
Ben gözlerine bakardım…
İçimden hasret fışkırırdı geriden gelecek zamana, Korkardım, geç gelmesini düşlemek istediğim gidişinin acısından…
Benimsedim o kokuyu özleyeceğimi, bile bile gözlerimden akacak yaşların sızıntısı düşerdi içime…
Beklenmeyesiye korkulardı bunlar.
Özlemi taşıyacaktı içime biliyordum ama çaresizliklerimle öfke dolardı yüzüme…
O kadar çok benziyorsun ki şehrime, ayrılınca bu şehirden seni özlüyorum, yıllara belki de on yıllara dağıttım sevgimi, bu şehirde…
Neden bu yıllarla dağıttım sevgimi, çünkü sen de bu şehri benim için severdin…
Özleminle, özlemimizi bu şehre ekledik biz ve ben bu şehirde hep daha çok özlüyorum seni diyorum kendi düşlerimde…
Şimdi saatler daha zorlaştırıyor yaşamımı, çünkü bu saatlerde hep sen sen özlettiriyorsun kendini…
Nedendir hep gözlerim körfezin beri yakası veya kuzeybatısındaki yüne doğru alışık bakışları yöneltir, neden hep yüreğim o yöne doğru çarparak koşmak ister, neden hep düşüncelerimin başlangıç noktası hep o yöne bakarak harekete geçer?
Çok şeyler yapmak için çarpıyordu sanki kalbim veya hiçbir şey yapmamak zorlaştırıyordu nefeslerimi… Düşüncelerin verdiği git gellerdi bunlar aslında fark edilmeden bedensel kırılmalarla kendi yaşamıma küsmek veya yaşam uçuşu zamanlarda var olmak…
Garipsenemeyecek isteklerdi bunlar ve belki de çoğu zaman çaresizlik öfkeleri yaratırdı?
Oysa umut ve var oluş isteği dayanır kalırdı sevgili duvarına.
Çoğu zaman hareketsizlik ve de isteksizlikle, çoğu zaman da kırlangıç uçuşlarındaki değişkenliklerle sevinç bunalışlarında yaşam hakkı doğardı sevgiye dahil olunca…
İçimde gizli sen varlığın, içim dışım bir, her günüm bir gün öncesi gibi, özlemi adımlamak…
Her adım belki de birkaç yıl geriye gidiyor. Bazen gülümsüyorum, bazen de suratımı asıp, gelmişine, geçmişine derken, toplam anı zincirinin içinde buluyorum kendimi…
Sanki bir masal dinliyorum, tüm geçmişi özetleyen yığınla anı baş edilmesi uzaklara dalıyor düş hisleri…
Şafak vaktinin bekleyişi gibi sıra sarıyorum zincir halkaları ile geçmişimi topluyorum. Avuçlarım çizik…
Yoksun...
Olmayışını veya olamayışının sebebi içimde gizli hiçbir tarafımda yok. Hatta ve hatta özlemimde de yok, sadece yaşamın içindeki öfke halkalarının çoğunluğu ile anıya dönüşmüş bir yaşamın varlığında var oluşun öfkesi…
Öfke ve özlemek birbirine ters anlamlı sıralanmış düşler…
Bazen kendine has gülüşleri var bu yaşamın sadece kendine var oluş ve geçmişin öfke, kin ve inat…
Bir şarkı dilimde, ilk iki kelimesinin tekrarı “ahtım olsun” ne geleceğe ne de geçmişe isyan, belli değil veya öfke anlatımı…
Sevgi bir avuç “kil çamuru” gibi avuçlanmış ve avuç içinde döndürülüyor, çamura bulanmak ve kurtulmak için kendine kızmalardan…
Pişmanlık mı, bu tüm geçmiş, yoksa acımak mı sevgi içinde var olan bir diğerine veya
açıkçası sana küskünlük mü, kırgınlık mı, hâlâ tarif edilememiş iki kelime…
Belki de kendi kendi kendime küslük veya öfke hislerinden kopuşmuş acıma duygusunun limiti…
Aslında tüm yaşamım bir kararsızlıkla bir karamsarlıkta…
Veya kendini af edememe duygusunun içinde kıvrılmak. Kırılıp tökezleyerek aslına dönmek…
Garip bir hırs hem de tutarsız…
Sadece ruhunu diklenmiş halden budayarak öz benliğine dönüşebilmek de bir umut aslında ama öncelik yarınsızlık korkularından sıyrılmaktı…
Mustafa Yılmaz 4
Kayıt Tarihi : 21.4.2018 15:32:00
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.