- 775 Okunma
- 3 Yorum
- 2 Beğeni
ANILARIMDA SULUOVA – ÇELTEK
Havalar ısındıkça soğuk kış günlerini özlüyorum. Yanan sobanın başında geçirdiğimiz günleri anımsıyor ve sürükleniyorum doğduğum büyüdüğüm yere.
Suluova, Amasya’nın küçük bir ilçesi… Şimdi düşünüyorum da toprağın altından çıkmış bakır bir sini gibiymiş. Kızılı çıkmış, yer yer küflenmiş bakıma, temizliğe muhtaç bir sini. 1956 da Şeker Fabrikasının üretime başladığı yıllarda ilçe kabul edilmiş bir ova. Orada doğup büyüdüm. Gelir kaynağı besicilik, Şeker Fabrikasında ve Çeltek Kömür Ocağında işçilik. Yeterli arazisi olmayan değişik köylerden gelen ailelerin yoğun olarak bulunduğu bir ilçe…
Mahzun insanlar geliyor gözümün önüne, titrek bakışlı kerpiç evlerde yaşayan. Ay ışığı dolaşırdı geceleri evlerin önünde. Teknolojiden uzak, dupduru su gibi, yağmur sonrası kokan toprak gibi… Evlerin pencereleri vardı, çoğu boya tanımamış. Kararmış tahtaları kara kaderlerine şahitlik ediyordu o zamanlar. Çiçekli perdeleri genelde çekili dururdu, zira tül o ilçede henüz doğmamıştı. Müjdesi geliyordu ama ulaşamamıştı bir türlü. Akşamları babalarının yolunu gözleyen arkadaşlarım vardı. Kim bilir belki o akşam cebinde şeker vardı, uyunur muydu hiç? Karanlığın içinden seçilemezdi gelen baba, pencereye yaklaşana kadar. Çünkü madenden çıkmışlardı, gaz lambasının titrek ışığının sızdığı pencereye yaklaşmadan gelenin kim olduğunu bilemezdiniz. Denize düşen yıldızlar gibi boğulmamak için oynaşan gözlerindeki mavi ışığı ve siyaha boyanmış simasının içinde parıldayan dişlerini görene kadar. Mutluydular sanırım. O zamanlar mutluluğun ne olduğunu bilmesem de. Babaları başlarındaydı, ara sıra da olsa cebinde birkaç akide şekeri oluyordu. Kolay mıydı o zamanlar her şeyi bulabilmek. Çocukluk işte…
Her sabah evlerin önünde kurumuş simsiyah bir ırmağın izi kalırdı. Banyo ne gezerdi o evlerde. Bir yer musluğu vardı oda kapısının ardında, akıntısı duvar delinerek sokağa verilmiş. Kuruma boyanmış alın teriydi toprağı sulayan.
Yanımızdaki evde oturan arkadaşımın, kardeşlerinin başına gökyüzü inmişti o gün. Grizu patlamış ocak çökmüş, acı haber gelmişti. Kim sağ çıkacak diye koşmuştu herkes ocağa gitmek için. Araba, otomobil ne gezer? Bulurlarsa bir traktöre doluşurlardı her kara haber sonrası. Bulamazlarsa yürümek zorundaydılar. Kilometreler aşılana kadar bir ömrün damlaları dökülürdü gözyaşlarıyla birlikte toprak yola.
Kömürden adamlar, kömür olmuş arkadaşlarını çıkartmışlardı madenden. Güneşe hasret kömür, güneşe hasret ömürle hemhal olmuştu yine, daha öncekiler gibi. Hayat ölüm sermişti tedirgin ve çaresiz bakışlara.
Kömüre bulanmış kazazede işçiler ocaktan çıktığı zaman Suluova yıkılmıştı bir kez daha. Bir kara duman çökmüştü ilçenin üstüne. Çünkü onlar evlerine ekmek götürebilmek için çalışıyorlardı. Şehit sayılıyorlardı
Arkadaşım hep babasının kömür karasının mührünü taşıyordu alnında. Kara olmayan kara lekeyle.
O leke utanç değildi. Ölümdü bunun kara adı, biz hüzün ve hasret koyduk, yazık ki…
Birçoğu gibi unutuldu, en azından biz unuttuk onları. Belki sobalarımız da onların da kemikleri vardı kömürler içinde yanan. Bilemeyiz tabi… Ya çocukları, her geçişte Suluova’dan Merzifon’a doğru babalarının kömürleşmiş bedenleri geliyordur gözlerinin önüne. Belki çoktan kurumuş olan birkaç damla yaş da döküyorlardır. En çok çocuklara acımışımdır. Kim bilir anne olduğum için mi, yoksa çocukken gördüklerim için mi? Kaderi miydi o çocukların boynu bükük büyümeleri, ya da birkaç ekmek için kömüre dönen babaların sonlarını bilememeleri…
YORUMLAR
Evine ekmek götürmek için yaşam ile ömür çizgisinde mücadele eden tüm madencilere selam olsun. Fakirlik Anadolu insanının ciğerine işlemiş, açlıktan ölmemek için çalışarak ölürler. Ölürken arkasına bıraktığı gözü yaşlı yakınlar ve mahzun bakışlı çocuklar için de hayat her zaman zor olacaktır.
Kalemine yüreğine sağlık.
Tv'de bir ilahiyatçıdan dinlemiştim...
Hazreti Peygamber bir savaş dönüşü karşılaştığı birine elini uzattığında adam elini uzatmamış ve "Utanıyorum ya Muhammet" demiş, "ellerim çalışmaktan kabalaştı, senin ellerini tutmak istemem..."
Hazreti Peygamber "Ne demek!" demiş, "asıl tutulacak, hatta öpülecek eller senin ellerindir, senin ellerin gibi ellerdir..."
Bunu hatırlattı yazınız...
Saygılarımla.