- 422 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
ARDIÇ KÜTÜĞÜ
Tatil için köyüme gidiyorum. Köyüme vardığımda, köyümde cenazesi olanlara başsağlığı veriyorum. Düğün ve nişanlara katılıyorum. Hastaları tek tek ziyaret ediyorum. Ayrıca akrabalarımıza sılayı rahimde bulunarak özel ziyarette bulunuyorum. Bunu yaparken; büyük, küçük demeden mutlu olarak yapıyorum. Tatil boyunca köyümün dağlarını, taşlarını, vadilerini, bağlarını ve bahçelerini dolaşıyorum. Derelerini, derelerden akan sularını kokluyorum. Pınarlardan buz gibi sular içiyorum. Çocukluğunuzda; köy, kasaba ve şehirde geçirdiğiniz zamanlar çok kıymetlidir. Benim çocukluğum güzelim köyümde geçmiştir…
Köyümde ziyaretlerime devam ediyorum. Akrabam olan Ömer Efendi’nin evine uğruyorum. Kendisi altmış yaşlarında; kilolu, orta boylu ve yüzleri tombul tombuldur. Kendisi hariç aile bireylerinin hepsi Almanya’ya yaşıyor. Ömer Efendi dağınık biridir. Üstüne başına pek dikkat etmez. Mal, davar, bağ ve bahçe işinden başını kaldıracak zamanı yoktur. Eringeç biridir ama buna rağmen durmadan çalışır, çalıştıkça açılır. Hani çenesi de iyi laf yapar…
Ömer Efendi’nin evine uğruyorum. Hoş sohbetten sonra, Hanımı Gülhan’ıma çay yaptırıyor. Tavşankanı çaylar yudumlanırken sohbette koyulaşıyor. Ömer Efendi dalıyor başından geçenleri bir bir anlatmaya. Başından geçen hikâyelerden birini o anlık yaşar gibi heyecanlı heyecanlı anlatmaya başlıyor. Biz de can kulağıyla anlatılanları dikkat kesilerek dinliyoruz…
Ömer Efendi:
Ben, Seyid’in Âdem, Muhtat Emmim, Muhtat Emmimin oğlu Salif; Mahmutgilin Ömer ve onun oğulları Nizam, Hüseyin, Cengiz köyümüzden diğer bazı kişilerle; Kızıldinek mevkiinde taş kırıyorduk. Kızıldinek; kayalarının ve taşlarının kızıl olmasından bu adı almıştı. Toprağı da kızıldı. Yağmur yağınca derelerinden kızıl sular akardı. Derelerden gelen sular, köyün duru akan çayını kızıla boyardı. Bu mevkide Kızlkale vardı. Kocaman bir kaya kütlesiydi burası. O günlerde kocaman kızıl taşları, ufak taşlar haline getirerek inşaatta kullanıyorduk. Kızıl taşların taş duvarları meşhurdu. Oturduğunuz eve estetik katıyordu. Taş duvarı sağlam olurdu…
Hodulunun oğlunun tarlasının başındaki derede taş kırmaya devam ediyoruz. Taş kırarken taşı biraz kırıyoruz, yoruldu mu da biraz oturtuyoruz. Taş kırma, parçalama tehlikeli, zor ve yorucu bir iştir. Taşı kırdık, kırdık ve yorulduk. Biz Nizam’la iş yerimize çay götürüyoruz. Çay demlemek için büyük ve küçük çay demliğimizi de yanımıza alıyoruz. Seyid’in Âdem ise abisi Dursun’un Arabistan’dan getirmiş olduğu acer çay termosunu çalıştığımız yere getirdi. Bu güzelim çay termosunu abisi Seyid’in Dursun, ta Suudi Arabistan’dan getirmişti. Dursun, Arabistan’da uzun zaman çalışmıştı. Bizim köylülerin büyük çoğunluğu bu devlete çalışmaya gidiyordu. Yaz kış demeden bu devlette çalışırlar, gurbetlik yaşarlardı. Çoluk çocuklarına hasret kalırlardı. Sanki benden başka hiçbir kimse köyümüzde kalmamıştı. Herkes Arabistan’a çalışmaya gitmişti. Arabistan’da yazın elli, altmış derece sıcaklıkta çalışmak hiç kolay değildi. Ne yapacaksın ekmek parası? Çalışmazsan olmuyor işte. Köyümüzde evi geçindirecek ne arazi var ne de hayvancılık. Bana bu devlete gidip çalışmak nasip olmadı. İnşallah Gülhan’ım ile umreye veya hacca gideriz. Hacca gitmek gerçi şimdi çok zor. Hacca gitmek için müracaat edeceksiniz, daha sonra kuraya katılacaksınız, kurada isminiz çıkmazsa sıranızı bekleyeceksiniz. Sizin anlayacağınız, hac kurasında isminizin çıkması hayli zor. Kurada isminizin çıkmasını beklemek belki beş, belki de on yılınızı alabilir. Beklemek zorundasınız, kuradan çıkmak için…
Seyid’in Âdem boyu kısa, ayakları yere yakın bir delikanlıdır. Uzun yüzlü ve alnı geniştir. Ağır bir adamdır, yavaş ve ağırdan çalışır. Konuşma güçlüğü çekmektedir. Kulağınızı tam vermezesiniz, konuştuklarını anlamakta güçlük çekersiniz.
Seyid’in Âdem:
“Nizam bir taş oynattık gücümüz yetmiyor.” Dedi ve belirli belirsiz sözlerle mırıldanarak sövmeye başladı. Sövdükten sonra:
“Nizam Nizam! Termosu nereye koyayım?” Dedi.
Nizam:
“Gözüne bilmem ne ettiğim, şu ardıcın dibine koy. Ne ağzından mırıldanıp duruyorsun? Senin de gördüğün gibi yerinden oynattığımız taş, şuna aşağı doğru yuvarlanarak gidecek! Taş şuna aşağı doğru yuvarlanıp gidecek.” Dedi. Ardıç da bu yanda duruyordu. Âdem, oradaki ardıcın dibine termosu koydu. Ardıç ağacı bozkırın kuraklığında yıl boyu yaprakları yeşil kalan bir ağaçtır. Hani sağlamdır da. Ardıç ağacının hezenleri ev yapımında en çok kullanılan ağaçlardır. Ömer Emmim, Üsün (Hüseyin) ve ben koca bir taş yuvarlamaya başladık. Halaoğlu taş koskocaydı. Taş öyle büyüktü ki deme gitsin. Ardıcın dibindeki kütük ise motorun (traktörün) yarısı kadar vardı. Büyük taşa öylece bakıyok. “Keşke taş taşa çarpsa da ufansa.” Diyorduk. Ardıç kütüğü eski ardıç kütüklerindendi. Büyük taş yerinden oynayarak yuvarlanmaya başladı. Diğer tarafa doğru yuvarlanan taş, acayip bir tengilim aldı, ardıç kütüğü ve termos tarafına doğru yuvarlanmaya başladı. Yuvarlanan taş, koca ardıç kütüğüne ve termosa öyle bir çarptı ki “küüüt” diye bir ses geldi. Kaya parçası koca ardıcı küllü kötekli etti, ardıç kütüğünün üstünden aştı ve dereye kadar yuvarlandı. Dereye bir çangırtı düştü, dereye bir çangırtı düştü, dereye bir çağırtı düştü ki deme gitsin... Davar, tıngırdağı ile ürker ve bir yere akışır da koşar ya işte öyle gitmeye başladı. Haloğlu! Davar tıngırdağıyla ürker de bir tarafa öyle koşar ya taş da öyle dereye gidiyordu. Taş ile termos öylece dereye boyluyordu!
Ömer Emmim yuvarlanan taşa endişeyle bakıyordu. Ömer Emmimin yanı başındaki Seyid’in Âdem:
“Nizaam! Nizam! Babasına bilmem ne yaptığım. Nizaam! Nizam! Babasına bilmem ne yaptığım. Nizaam! Nizam! Babasına bilmem ne yaptığım. Yepyeni termos kırıldı ya lan. Aha anayın, bayayın ağzına. Acer termosumuz kırıldıya lan. Ben ne yapacağım şimdi? Beni Adeviye yengem eve koymaz lan. Termos kırıldı ya beni Adeviye eve koymaz lan. Ben nerde yatacağım? Termos kırıldı, kül hoşaf oldu. Şimdi ben ne yapacağım. Eve nasıl gideceğim?” dedi. Adeviye, Arabistan’da çalışan Dursun’un hanımı ve Âdem’in yengesiydi.
Nizam:
“Ulan gözüne bilmem ne ettiğim. Babam var yanında! Babam var yanında. Hiç utanmıyor musun yanındaki amcana sövmeye? Başka zaman söv. Babam var yanında lan. Utanmadık adam!” Dedi. Biz de taş yuvarlandı ona bakıyoruz. Termos o zamanlar, çok değerli bir gereçti. Burada bulmak ve satın almak zordu. O günlerde çok pahalıdır da hani. Bulunmaz Hint kumaşı gibidir.
Âdem:
Termos kırıldı, kül hoşaf oldu emmi! Daha yeni getirdiydi Dursun abim.” dedi. Termosun çangırtısı dereye indi ya. Neyse bütün bu olayları, sövüp sayma durumunu Ömer emmim duydu.
Ömer emmim:
“Boş ver sövsün. Âdem’in sövmesi, bana batmaz.” dedi. Neyse bu gürültü ve temaşadan sonra dereye indik termosa bakmak için. Dereye indik bir de baktık ki termosun sadece kapağı kırılmış. Termos çelikmiş. Sadece iç kapağı ve dış kapağı kırılmıştı. Termosun içi sağlamdı ve ayna gibi parlıyordu. İçindeki çay bile dökülmemişti. Termos yan dönmüş içindeki çay hiç dökülmemişti. Termos dönmemiş yan yatmıştı…
Nizam:
“Ula baksana! İçindeki çay bile dökülmemiş.” dedi. Neyse oradan termosu aldık içindeki çayı döktük ve yeniden çay demledik. Çayımızı güzelce içtik. Bekleyeduruyorduk davarınan Çoban Karaca yanımıza çıkageldi. O, Kertillerin Safeddin’in ahırda yatıyordu. davarınan. Orada davar güdüyordu. Davarınan çıktı yanımıza geldi.
Karaca:
“Selamun aleyküm. Nörüyonuz kolay gelsin?” Dedi.
Biz:
“Aleyküm selam. Sabahtan beri taş kırma, yuvarlama ve ardıç kütüğü ile uğraştık. Dayı böyle böyle oldu... Burada kocaman bir ardıç kütüğü var. Onu senin eşeğe yükleyelim, ırmağa götür oraya bırak.” Dedik.
Karaca Dayı:
“Ey tamam. Eşeğime yükleyin de ırmağa götüreyim. Sizi mi kıracaam? Sizin istediğiniz yere bırakayım.” Dedi. Ben oldum, Seyidin Âdem ve Mahmutgilin Nizam oldu ardıcı zor kaldırdık. Ardıç kütüğü kurumuş olsa da güç bela kaldırarak eşeğin semerinin ortasına koyduk. İyice yerleştirdik. Eşsek ardıç kütüğünün ağırlığına dayanamadı gürpeden yere yattı…
Karaca Dayı:
“Aman kütüğü geri kahın! Kütüğü eşeğimden indirin hemen! Aman geri kahın kütüğü! Eşeğimi geberteceksiniz.” Dedi.
Kütük öyle büyük ki dört beş kişiyle zor kaldırıyoruz. Neyse en sonunda kütüğü eşeğin üzerinden zor indirdik yere.
Nizam:
“Ömer’in Çeltek ve Yaylalık köylerine gitmesi eksik olmaz. Bu kütük, burada dursun. Buraya geldiğinde, yek motorun arakasına yerleştirsin, komşu köylere giderken ırmaktaki evlerin yanına kahsın, düşürüp atsın.” dedi.
O gün geçti. Ertesi günü cuma günüydü. Bildiğiniz gibi cuma günü de işe gitmiyoruz. Yaylalık köyünden biriyle ortak ekeceğimiz bir ekin tarlası vardı. Ben de o günü tarlanın tohumunu ortağıma götüreceğim. O da baharın tarlayı ekecekti. Ulan köyümüzün özünden de bayağı su akıyor ha! Ben gittim, motoru ardıç kütüğünün yanına yaklaştırdım. Ardıç kütüğünü arkadaşların yardımıyla zorla yükledim yek motora. Evet, kütüğü yükledik de belimiz bıhınımız da kırıldı. Bu arada çok daraldımi af edersiniz tuvaletim geldi. Özün (Çay) kenarındaki kumsala tuvaletimi yapmak için oturdum. Sağıma ve soluma bakarken bana doğru go elbiseli adamların geldiğini gördüm. Elektrik direkleri o zaman Go Hacı’nın dereden geçiyordu. Ben de belliyom ki ellam bunlar elektrik tellerine bakmaya ve tamir etmeye geliyorlar. Marisem, Kösalin Abdullah’ın eski yoldan bana doğru gelen go elbiseli adamlar ormancıymış. O go elbiseli adamlar; Motor derenin ağzında nörüyo?” diye sormaya geliyorlarmış. Bana doğru gelen adamlar çok yaklaşınca baktım ki bunlar elektrikçi değil ormancıymış. Tuvaletimden hızlıca kalktım, pantolonumu yarım yamalak çektim. Şöyle bir etrafa baktım. Biyo yola çıkayım dedim. Go elbiseli adamlar arabayı ırmağın kenarına eğlemişler, yaya olarak kestirmeden bana doğru geliyorlar. Ben de arabanın yanında hiçbir kimse yok belledim. Oradan koşarak hemen motora bindim. Motoru hızla çalıştırdım, gaza bastım, Feyzullah’ın tarladan geçip oradan da hocanın pınarının yanından yola çıkacaktım.
Ormancılar uzaktan bana işaret verdiler. Tabancayla havaya ateş ederek “gitme bekle” diye tekrar işarette bulundular. Yolumu çevirdim. Motorla öze yukarı doğru kaçmaya başladım. Öze yukarı kaç kaçmasına! Hızla gidiyordum moturunan öze yukarı.
Kendi kendime:
“Bıcının tarlanın oradan çıkayım. Danalı’na doğru gideyim.” dedim. Ardıç kütüğü motorun arkasındaydı. Ah şu kütükten bir kurtulsam kaçmayacağım. Korkum şuydu:
“Ormancılar ardıç kütüğünü motorda gördü mü tutanak tutarlar, yazarçizerler ve motorumu sattırırlar.” Ardıç kütüğünü kazma ile düşürmek için uğraşıyorum. Gel gör ki kütüğü motordan bir türlü düşüremiyorum. Sanki kütüğü ipinen bağlamışsınız da oraya civalatamışsınız. O kadar yerinde sağlam duruyordu. Halaoğlu, motorla İbon tarlasının oradan Yemişen’deki Go Hacı’nın tarlasına oradan da Garahasangilin tarlaya doğru yol vardı. Hızlıca o tarafa saptım. Yokuşa yukarı ilerleyerek Karakaya’daki yola ulaştım. Karakaya’nın yolunda hızla ilerlemeye başladım. Karakaya’nın orada, dağ beklemek için dağ evi vardı. Burası heyelan bölgesiydi. Durmadan çorak toprak kayıyordu. Bu kayan yerden bir geçiş noktası vardı.
Kendi kendime dedim ki:
“Bura kaydıysa buradan motor çıkmaz. Beni kısa sürede yakalarlar. En iyisi daha yukarda olan Çomar’ın Üsün’ün tarlasının oradaki dereden batı tarafına geçeyim.”
Yukarı tarlaya çıktım ve orada Çeltekli Kara Dursun dayımı gördüm. O, almayı yazları tarlaya gömerdi. Kışın yemek için çıkardı. El sallayarak beni yanına çağırdı.
Kara Dursun bana:
“Gel yeğenim. Alma vereyim de ye. Sende ki nedir bu telaş? Gel biraz soluklan. Hem almanı yersin hem de biraz soluklanırsın.” dedi.
Kendi kendime:
“Almayı yemesine yiyeyim de ormancılar peşimden geliyor dayı. Nasıl kaçmayayım?” dedim.
Kara Dursun’a dedim ki:
“Dayı ormancılar peşimde nasıl durayım? Motorun arkasında ardıç kütüğü var.” dedim
Kara Dursun:
“Yeğenim motoru yanıma doğru getir, ben kütüğü düşüreyim.” dedi. Yanına yaklaştım ve motoru istop ettim. İkimiz birlikte kütüğü düşürmek için o yanna bu yanna küsükledik. Bir türlü ardıç kütüğünü motorun arkasından yere düşüremedik. Kütüğü düşüremeyeceğimizi anlayan Kara dursun:
“Yeğenim Ömer! Motoru sür kaç.” dedi bana.
Ormancı arabası hâlâ arkamsara geliyordu. Ormancıların aracı Karakaya’nın yola yukarı yürüdü. Bildim ki bana yetişecekler. O araba hızınan bana doğru geliyordu. O kayan yere doğru, bilmeden arabayı sürdüler. Araba kayan yerden kızak gibi kayıyordu. Kayan araba ta dereye kadar indi. Dereyi boylayan araba, kaydığı dereden çıkmak için o kadar manevra yapıyordu ki anlatamam. Arabanın gürültüsü kulaklarıma kadar geliyordu. Ben sanıyorum ki aha bana yetiştiler diye korkuyordum. Arabadan öyle bir gürültü geliyor, öyle bir gürültü geliyordu ki deme gitsin... Beni hemen arkamdan tutacaklar diye çok ama çok korkuyordum. Araba öyle bir kaymış ki derenin içindeki taşa faklanmış. Dereye faklanan araba neredeyse adamların hepsini öldürecekmiş. Taşa girmiş, kayıp inmiş aşağı…
Kocalan tarafında bulunan Hapan Gediğine çıktım. Arkama döndüm baktım ki arkamda ne araba var ne de bir motor. Hapan gediğinde bir müddet bekledim. Dedim ki:
“Motrunan Çeltek köyüne gitsem, motor ardıç kütüğü ile köye gitmiş derler. En iyisi ben bele yukarı doğru gideyim. Gocalana doğru gideyim. Arkamdan yetişemezler.” dedim. Arkamdaki arabanın dereye düştüğünü hiç bilmiyordum. Ben, arkamdan geliyorlar, beni takip ediyorlar zannettim. Bele yukarı ilerledim ve Selafat Gediğine kadar geldim. Ardıç kütüğü motorumla köye yaklaştım. Ancak bu durumda köye de gidemezdim.
Ben:
“Motorla Selafet Gediğinde ormanın içindeki çalıların arasına gireyim ve oraya saklayayım.” dedim. Motoru ardıç kütüğü ile çalıların içine eyice sakladım ve çalıyla da motorun izini kaybettirmeye çalışıyordum. Diyorum ki kendi kendime:
“Karşı taraftan yani Cırılın Üsün’ün tarladan bakarlarsa benim motoru görürler ve derler ki:
“Daha orda Ferguson motor duruyor gidip de bir bakalım.” İçime bir şüphe girdi. Gittim motoru oradan çıkardım tekrar başka bir yere sakladım. Ora olmadı başka bir yere sakladım… Koca dağda motoru saklayacak yer bulamadım. Kaçmak, saklanmak ne kadar da zormuş? Burada tutunamadım, oradan da Hapan Gediği mevkiindeki Garazgilin tarlanın yanına geldim. Motorla oradaki ormana girdim ve saklandım. Evet, motorumu buraya eğledim ama burası pek tekin yer değildi. Burası Sorgun ve köy yolumuza yakındı. Köyden Sorgun’a doğru giden ormancılar Karazgilin tarlanın oradaki virajı döndüklerinde benim motoru yine görecekler ve:
“Aha aradığımız ardıç kütük yüklü motor buradaymış.” Diyecekler dedim. Kütüğü düşürmek için son bir hamle yapayım.” dedim. Burada kütüğü düşürmek için uğraşırken nihayet kütüğü Karazgilin tarlaya düşürdüm. Motorla ardıç kütüğünün yanında duramazdım. Her yer bana dar geliyordu. Orada da duramadım. Böyle korkulunca inanın ki dağ ve taş insanı saklamaktan kaçınıyor. “Ne olacaksa olsun. Bu, böyle olmayacak motoru köye, evimize kadar süreyim dedim.” Motoru köye kadar sürdüm. Güç bela köye geldim ve motoru motorluğa soktum. Derin bir soluk aldım. Tapan demirimi düşürmüştüm. Bir müddet dinlendikten sonra eşeğimi alıkladım, eşeğime bindim ve tapan demirini aramaya gittim. Tapan demirini öze düşürdüğüm yerde buldum...
İçim içimi yiyordu. Acaba ormancılar araçlarını kayan yerden kurtardılar mı diye? Gün aşma vakti gelmişti. Merakımı gidermek için ormancıların arabalarının kayıp da taşa faklandığı yere kadar gittim ve ormancılara yaklaştım. Bir de baktım ki adamlar hâlâ araçlarını çıkarmak için uğraşıyorlar. Orman arabasını çekmek için Çeltek’ten iki motor getirmişler. Bu araçlar; Çeltek’li Hayadar’ın ve Fateyin motorlarıydı. Orada Yaylalık köyünden bir motoru daha vardı. Üç tane motor vardı orada. Üç tane motorla bile orman aracını oradan çıkaramamışlar. Ta Çekerek ilçesinden çekici araç getirmişler de orman aracını öyle çıkarabilmişler. Ardıç kütüğü başıma öyle bir çorap ördü ki kurtulana kadar akla karayı seçtim. Üstelik orman dairesi aracının kaygan zemine saplanması ve aracın heyelan bölgesinden çıkarılması için verilen mücadele ve akşama kadar çektikleri çile de cabası oldu…
17.02.2021
Karahacılı Köyü
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.