- 1082 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
YAMA DAĞI
Anlatacağım hikaye, bundan belki en az 60 yıl önce köyümüzde yaşanmıştır. O zamanlar Köyümüzde hali vakti yerinde olanlardan Mustafa Oğlanların Mustoğ’un, Ağbabalar’ın, Deli Ali’nin, Kör Bekdeş (Henöğ’gilin), Hüseyin Efendi’ler gibi birkaç ailenin kerpiç den yapılmış iki katlı evi yani konağı varmış.
Köylümüzün bu varlıklı ailelerinin varlık ölçüsü genellikle sahip oldukları hayvan sayısı ile ölçülürmüş. Yani kimin malı(ineği), davarı(koyun-keçi) çoksa o kadar zengin sayılırmış.
İlkbahar aylarında ise bazı aileler hayvanlarını otlatmak için köyümüze yaya iki - üç günlük uzakta olan Yama dağına gider ve güz aylarında havalar soğuyup toprağa,otlara çiğ düşünce köye dönerlermiş.
O yıllarda ‘Dengi’ dedikleri veya köy, köy gezerek davul, zurna çalan ve karşılığında köylülerden buğday, bulgur, gibi erzak toplayarak geçimini sağlayan insanlar varmış. Güz aylarında harman sonu günlerden bir gün, Köyümüz olan Karaca’ya kara-kuru bir davulcu, bir zurnacı, üzerinde iki kara kıldan yapılmış heğbe ve heğbelerin her gözüne köylünün beğenisi, gönül rızası ve imkânlar dahlinde köylüler tarafından verilen buğday, gözer altı, baş bulgur, ince bulgur ve bunları taşıyan bir de Kara Eşek ile köyümüze gelmişler.
Kapı, kapı dolaşmışlar kim ne verirse Allah razı olsun der, bir başka evin kapısına giderken zurnacı başını kaldırıp şöyle bir köyü süzmüş ve karşıda ihtişamıyla varlıklı olduğu her halinden belli olan ve oldukça yüklü bulgur, buğday alacağını düşünerek Mustafa Oğlanlardan Mustoğun Evini görmüş ve alel acele konağın kapısına varmışlar.
Zurnacı, davulcu ve Kara Eşek kara kulaklarını dikerek tam tekmil hazırlanmışlar. Zurnacı keyifle bıyıklarını burup, derin bir nefes aldıktan sonra Davulun eşliğinde, başlamış yanık yanık, uzun uzun çalmaya. Bir çalmış, iki çalmış, üç çalmış,.., çalmış çalmasına ama ne gelen var, ne giden, ne de kapıyı açan birileri…
Bu olayı başından beri gören ve bir köşeye sinmiş olan zeki, kurnaz ve şakacılığıyla ünlü Danacı Hüseyin kıs, kıs gülerek uzun süre saklandığı yerden keyifle Davulcu ile Zurnacıyı izlemiş. Zurnacı, zurna çalmaktan bitkin-bitap düşmüş olmakla birlikte kapının açılacağı umudunu yitirmemiş, gözler kapıya kilitlenmiş vaziyette zurnasını yanık yanık, uzun uzun, çalmaya devam etmiş….Fakat bir türlü konağın kapısı açılmamış.
Buna bir anlam veremeyen zurnacı şaşkın ve umudu kesik haliyle şöyle sağa sola bakınırken, nice sonra gizlendiği yerden çıkan Danacı Hüseyin Zurnacıya dönerek: ‘Sizler uzun uzun, yanık yanık, pek de güzel zurnayı davulu çalarsınız çalmasına ama o konağın sahibi burada değil, Yama dağında yaylada! Yama dağında yaylada!’ demiş.
Bunu duyan zurnacının tüm keyfinin kaçması ve umudunu yitirmesinin yanında yorgunluk ve hayal kırklığı ile bir süre bulunduğu yerde tüm şaşkınlığı ile çakılı kalmış. Kara-kuru olan biçare zurnacının morali bozulmuş esmer karası olan benzi daha da kararmış.
Nice sonra zurnacı, kendini toparlamaya çalışırken bıyıklarını burarak şörüğünü temizlemiş,…derin, derin birkaç kez nefes aldıktan sonra, hayal kırıklığının sonucunda kızgın ve ağlamaklı haliyle, Danacı Hüseyin’e dönerek: ‘ Dayı! dayı! Desene biz davulu’ da, zurnayı’ da sabahtan beri YAMA Dağına!, YAMA Dağına çaldık!!.. demişler ve halleri yettiğince arkalarına dahi bakmadan hızlıca bulundukları yerden ve köyden uzaklaşmışlar.
Bu durum köyde o günden bu güne misal kalmış. Ne zamanki birileri ısrarla bir şeyler anlatır ve karşı tarafta ısrarla ve inatla anlamamak için direndiğinde, bu misal dile gelir ve derler ki; ’Sanki biz sabahtan beri Yama dağına davul-zurna çalıyoruz’….
Not; Köyümün yaşanmışlıklarını içeren tarihine, hikaye tadında bir not.
NOT: Ben yukarıda bahsettiğim bire-bir yaşanmış gerçek olayları rahmetli dedem Ali Rıza DURAK ile Annem ve Babam dan dinlemiştim.
Yazan: Abbas DURAK 10.02.2007