- 1012 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
DOĞUP BÜYÜDÜĞÜM EV
Dr. İbrahim KARAER
Isparta ili Senirkent ilçesi Cumhuriyet Mahallesi Cami Sokak 7 numaralı evde 07.01.1955 tarihinde doğdum. Çocukluk ve gençlik yıllarım bu evde geçti. Doğduğum evin iki giriş kapısı vardı. Ancak bu ev, sadece iki oda bir arası olan altı geniş, üstü dar küçük bir mekandı. Evin bir kapısı Cumhuriyet Mahallesi Cami Sokağa, diğer kapısı Büyük Çeşme Mahallesi Lömbeler Çıkmaz Sokağına açılırdı. Lömbeler Çıkmaz Sokağına açılan kapının numarası 33 idi. Biz genellikle Lömbeler Çıkmaz Sokağına açılan kapıyı kullanırdık. Lömbeler Çıkmaz Sokağındaki komşularla daha içli dışlı idik. 27 numarada büyük dayım Hıdır Koç, 29 numarada küçük dayım Polis Memuru Ramazan Koç, 31 numarada amcam Kazım Karaer oturmakta idi.
Lömbeler Çıkmaz Sokağı, aşçı Mehmet Kuran ve karşısındaki Paşa Nadir’i olarak tanınan Nadir Selvi’in evinden başlar, bizim evin önünde biterdi. Evin cephesi güneye, yani Kocadağ’a bakardı. Karşımızda amcam Kazım Karaer’in evi ile Tenekeci Ali Akkaş’ın evi, doğusunda Aşşamadların Manifaturacı Mehmet Aşçı, batısında Hacıboların Durmuş Yüksek, kuzeyinde Senirkent Devlet Hastanesinde aşçı olarak görev yapan Arif Uğur ile Bayram Şenses’in evleri vardı. Belediye Muhasibi ve daha sonra Belediye Başkanı olan Hüseyin Toylan, Nüfus Memuru Şevki Kaplan, Nuri Göral, İstiklal Gazisi Lömbe Hafızı (Mehmet Gürkan), Lömbe Kamili (Kamil Gürkan), Paşoların Abdullah Aygündüz, Şakalaklardan Ömer ve Mehmet Şen, Profesör Süleyman Türker’in babası Mehmet Türker, Ellezlerden Hasan Hüseyin, Halil ve İbrahim Özhan, Nezamallardan “Atcambazı” lakabı ile tanınan Ali İhsan Hizan, Abazaların Abdullah amca, İleşberlerden Mehmet Fidan, Bakkal Çavuş Kamili (Kamil Gürbüz), Terzilerden Polis Memuru Mehmet Ali Erdoğan’ın annesi, Eselerden Ali ve Hasan Karaer, Ümmetalardan Ümmet Keskin, Gongulardan Askeri Hakim Necati Caner’in annesi Ayşe teyze ve tek başına yaşayan çeşme başındaki Hacı Hatice teyze bu sokağın sakinleriydi. Komşular iyi ve kötü günde birbirleri ile yardımlaşırlar, tabiri caizse ekmeklerini paylaşırlardı. Abazaların Abdullah Amca Antalya’da ikamet eder, yazları Senirkent’te şarap imal ederek Antalya’da satardı. Abdullah amcanın evinin önünde bir çeşme vardı. Lömbeler Çıkmaz Sokağında, 1930’larda Kocadağ’dan gelen selde yıkıldığını tahmin ettiğim iki ören mevcuttu. Bu örenler, çocuklar için adeta çocuk bahçesi gibiydi. Her evde en az üç çocuk vardı. Kız ve erkek çocuklar kendi aralarında ip atlama, saklambaç, çöp yıkma, yakan top, çellik-çomak, seksek, yağmur gelini vb. oyunlar oynarlardı. Sokak kırlangıç ve çocuk sesleri ile çınlardı. Bundan en çok Hacı Hatice teyze rahatsız olurdu.
Cami Sokağında kapı komşumuz aşçı Arif Uğur ve Bayram Şenses ile Kınasakallardan Ahmet ve Bayram Tortop, Demokrat Parti Milletvekillerinden Dr. Tahsin Tola, Ankara’da görev yapan Çetin Tola, Hacı Tahir Tola, Veli Tola, Abdullah Tola (Kör Hacı) ilk aklıma gelen isimlerdir. Cami Sokağı ve çevresinde Tolalar sülalesine ait çok sayıda ev vardı. Ali İhsan Tola, yaşantısı ile farklı bir kişiliğe sahipti. Ali İhsan Tola’nın evi, Senirkent içinden ve dışından gelen insanların toplanma yeriydi. Cami Sokağı yakınında bulunan ve yaz-kış suyu hiç kesilmeyen Humalar Çeşmesi ve Hacı Abdullah Çeşmesini biz de kullanırdık. Çünkü Lömbeler Çıkmaz Sokağındaki çeşmenin suyu sık sık kesilirdi. Ben daha çok Lömbeler Çıkmaz Sokağındaki komşuların çocukları ile vakit geçirirdim. Dayımın oğlu Mehmet Koç ile sokak arkadaşım, okul ve sınıf arkadaşım, liseden sonra Ankara’da ev arkadaşım olarak uzun yıllar birlikte olduk. Birkaç yaş farkı ile Polat Koç, Naki Toylan, Necati Özhan, Baki Toylan, Ahmet Aygündüz, Metin Keskin, Elekrikçi Turan amcanın oğulları Mehmet ve Halil İbrahim ile çok güzel anılarımız oldu. Bizden daha büyük olan Baki Toylan, Mehmet Ali Aygündüz, Mehmet Türker gibi ağabeylerin oyunlarını zevkle seyrederdik. Cami Sokağında Mehmet Şenses, Halil İbrahim Yüksek, Mesut Kaplan gibi çok sınırlı sayıda arkadaşım vardı.
Doğup büyüdüğüm evin ilk sahibinin tahminen 1850 doğumlu Hatıp Alisi olduğu söylenirdi. Ondan büyük dedem 1880 doğumlu Kara İbrahim Hocaya (İbrahim Karaer), ondan 1904 doğumlu dedem Hafız Süleyman Naci’ye ondan da 1924 doğumlu babam Ali Kemal Karaer’e intikal etmişti. Hatıp Alisinin ölümünden sonra ev, Kara İbrahim Hoca ve Tenekeci Mehmet arasında; Süleyman Naci Dedemin vefatından sonra da Kazım amcam ile babam arasında bölüşülmüştü. Yol geçeceği bahanesi ile evin avlu damı yıkılmış, ortaya biçimsiz, kullanışsız iki ucube ev çıkmıştı. Babam ilk günden itibaren evi kullanışlı hale getirmek için merdivenin, kapının yerlerini değiştirmiş, açık kısımlara duvarlar örmüş, oda sayısını üçe çıkarmış, ama bizim ev bir türlü adam olmamıştı. Evin iki odası vardı, en geniş ve kullanışlı odası eşinden genç yaşta dul kalan babaanneme tahsis edilmişti. Annem ve babam evlendikleri 1947 yılından babaannemin vefat ettiği 1961 yılına kadar tek odada üç çocuk büyütmüşlerdi.
Babaannemin kullandığı odanın giriş kapısının hemen sağında küçük bir dolap, dolabın yanında ocak, ocağın yanında tekrar küçük bir dolap vardı. Giriş kapısının yanında iki pencere, karşısında ve sol tarafında yüklük, dolap, suluk (hamamlık), ambar ve müsandere vardı. Dolaplarda kışlık erzaklar, ambarlarda arpa, buğday, un, badem; yüklüklerde yatak, yorgan, yastık, minder ve bohçalar; bohçalar içinde giyecekler ve çeyizler muhafaza edilirdi. Duş ve banyo ihtiyacı suluk veya hamamlık adı verilen yerde giderilirdi. Sulukta üzerine basmak ve oturmak için düzgün kesilmiş iki üç tane ağaç parçası, semaver, meşraba, sabun ve banyo havlusu bulunurdu. Yüklük ve dolapların üstü ile tavan arasındaki boşluğa müsandere derdik. Müsanderenin yetişkin bir insanın girebileceği genişlikte giriş yeri olur, içine az kullanılan mevsimine göre yazlık veya kışlık eşyalar konulurdu. Ocak ve pencerelerin bulunduğu duvarların tavanına yakın bir yerde asılı 25-30 cm enindeki “tahta başı” denilen yerlerde sahan, tas ve tabak gibi mutfak kapları muhafaza edilirdi.
Evin diğer odası daha küçük ve daha sade donatılmıştı. Giriş kapısının solunda iki pencere, iki pencere arasında 2-3 raftan oluşan küçük bir dolap ve kapının tam karşısında ocak vardı. Ocağın solunda küçük bir dolap, iki tarafında yaklaşık 1,5 metre yükseklikte duvara oyulmuş iki küçük raf vardı. Buralara kibrit, kandil, mum gibi zaruri malzemeler konulurdu. Kapının sağında yüklük, pencerelerin karşısındaki duvarda büyükçe bir sergen, sergenin yanında küçük bir boşluk ve suluk (hamamlık) vardı. Yüklük, sergen ve hamamlığın üstünde az kullanılan eşyaların saklandığı müsandere vardı. Pencerelerin bulunduğu duvarın tavanına yakın bir yerde asılı 25-30 cm enindeki tahta başında mutfak kapları muhafaza edilirdi.
1960’lı yılların başında avluya inen merdivenin yeri değiştirilerek iki oda arasına yeni bir oda ilave edilmişti. Bu odada bir halı tezgahı vardı. Annem ve ablalarım yaz ve kış burada halı dokurlardı. Üç odanın önünde küçük bir koridor ile yaklaşık dört metre karelik bir alan vardı. Bu alanın bir köşesinde ocak ve ocağın hemen yanında bulaşık ve el yüz yıkama yeri vardı.
Cami Sokak 7 numaralı kapıdan girince karşımıza dar ve uzun bir koridor çıkardı. Bu koridorun sağında tuvalet, tuvaletten sonra yakacak ve benzeri malzemelerin konulduğu yaklaşık 7-8 metre karelik boşluk alan, onun yanında şarap evi vardı. Şarap evinde 4-5 tonluk betondan yapılmış iki şarap deposu ve üzümlerin çiğnendiği hatıl vardı. 1960’lı yıllarda annemin karşı çıkmasına rağmen babam şarapçılık yapma hevesine kapılmış, bu küçük şaraphaneyi kurmuştu. Ancak annemin karşı çıkışı ve eş dost baskısı sebebiyle babam bir yılın sonunda bu sevdadan vazgeçmiş, ikinci yıl sirke imalatına girişmiş, bunda da başarılı olamamıştı. Fakat bu yapının adı aile arasında şarap evi olarak anılmaya devam etti. Şarap evinin yanında samanlık, ondan sonra ekmeklik vardı. Ekmeklikte yufka ekmeğinin yapıldığı bir tandır vardı. Burada on beş günde bir çamaşır da yıkanırdı. Ekmekliğin kuzey cephesinde Lömbeler Çıkmaz sokağına bir kapı açılırdı. Ekmekliğin karşısında babamın bez dokuma tezgahının bulunduğu oda vardı. Bu odanın da Lömbeler Çıkmaz Sokağına açılan küçük bir penceresi vardı. Dokuma odasına gidilen koridorun sağında üst kata çıkılan bir merdiven, solunda ahır ve odunluk bulunmakta idi.
Evin üstü toprak damla örtülmüştü. Yağmur yağdığında yuvga taşı dediğimiz yuvarlak taş ile damı yuvar; kar yağdığında karları kürürdük. Bu işlemler yapılmadığı takdirde dam akardı. Özellikle lodos rüzgarının estiği günlerde ortalık yumuşar, damın toprağı suyu emer ve dam daha çok akardı. Kar ve yağmurla mücadelemiz sonbahar, kış ve ilkbahar aylarında da devam ederdi. Bizim evin çardağı ve küçük damı yoktu. Bunaltıcı yaz günlerinde akşamları dama veya sokağa çıkardık. Damda gökyüzünü seyreder, babamdan yıldızların adını öğrenmeye çalışırdım. Ovada hareket eden ışıkları merak ederdim. Bu ışıklardan hızlı hareket edenlerin otomobil, kamyon, traktör ve benzeri motorlu vasıtalar olduğunu tahmin ederdim. Ancak yavaş hareket edenlerin ne olduğu konusunda karar veremezdim. Bazı büyüklerimiz bunların yatırlarından kalkıp gezen “dedeler” olduğunu söylerdi. Özellikle Büyükkabaca istikametinden gelen araçları takip ederdim. İlkbahar mevsiminde damda uçurtma uçururdum. Bazen babamla birlikte damda yatardık. Kışlık un ve bulgur ihtiyacımızı karşılamak için arpa ve buğdayları yıkar, damda kuruturduk. Bazen hayvanların yiyeceği kışlık otları da damda kuruturduk.
Bizim sokak diğer sokaklardan farklı idi. Çıkmaz sokak olduğu için gelip geçen olmazdı. Bundan dolayı çocuklar rahat oynar, komşu kadınlar havanın güzel olduğu zamanlarda yaygı ve kilimlerini sokağa serip sohbet ederlerdi.
Annem evin haline bakar üzülürdü. Çocukları evlendirirken dünürleri nasıl ağırlayacak, elin yüzüne nasıl çıkacaktı. Annem eve çeki düzen verilmesini istiyordu. Babam, anneme bana masraf çıkarma, okuyanı okutacağım, vakti geleni evereceğim, şimdi bana ev lazım değil derdi. Babamın dediği oldu. Aradan zaman geçti. 1970 yılında Sabriye ablam gelin oldu. Ayşe ablam Eğridir ilçesi Sarıidris kasabasına köy ebesi olarak atandı. 1972 yılında ben Ankara’da A.Ü. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesini kazandım. Annem babam Ayşe ablamla birlikte olduğu için, ev yalnızlığa terk edilmiş oldu. Damın yağmur yağdığında yuvulması, kar yağdığında kürünmesi gerekiyordu. Aksi takdirde ev bakımsızlıktan perişan olurdu. Babam, damın tamamını kalın bir naylon örtü ile kapattı. Böylece yağmur ve kara karşı gerekli tedbir alınmış oldu. Yaklaşık on yıl naylon örtü ile idare ettik. Ancak bu geçici bir çözümdü. Dama serdiğimiz naylon kışın soğuktan yazın sıcaktan etkileniyor, birkaç yıl içinde parçalanıyordu. Bu arada 1975 yılında Ayşe Ablam, 1979 yılında ben evlendim.
1980’li yıllarda Lömbeler Çıkmaz Sokağı açıldı. Eve yeni bir düzen vermenin zamanı gelmişti. Babam önce evin üstünü kiremit çatı ile kapattı. Daha sonra doğup büyüdüğümüz odanın önüne balkon ve tuvalet ilave etti. Tam ev bir şeye benzedi derken, 14 Temmuz 1995 tarihinde yaşanan sel felaketinde bizim ev de yıkıldı. Bu sel felaketinde yüzden fazla ev yıkıldı ve 74 kişi öldü. Annem bir yıl önce vefat etmişti. Babam sel felaketi esnasında Burdur’da ablamın yanında olduğu için Allah’a şükür bizim aileden can kaybı olmadı. Fakat babam evin yıkılmış olmasından dolayı çok üzüldü. Afetten arta kalan eşyaları Burdur’da ablamın evine taşıdık. Devlet bir yıl içinde Süleyman Demirel Mahallesindeki afet evlerini inşa edip, hak sahiplerine dağıttı. Babam da afet evlerinden bir daire sahibi oldu. Sözde kerpiç ev yenilenmişti. Fakat eski evdeki sıcaklık ve komşuluğu yeni evde bulamadık. Annemin yokluğu, babamın yalnızlığı yeni evde daha çok hissedildi. Kısa süreli geliş gidişlerimizde komşularımızla diyalog kuramadık. Babamı 2005 yılında kaybedince yeni ev, büsbütün sessizliğe gömüldü.
Bu vesileyle evlatlarını zor şartlar altında hayata hazırlayan, tabiri caizse "yemeyip yediren, giymeyip giydiren" fedakar anne ve babamı rahmetle anıyorum. Mekanları cennet olsun.
Dr. İbrahim KARAER
e-mail: [email protected]
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.