SAFİYE’DEN FİLİZ’E, FİLİZ’DEN SAFİYE’YE
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Evimizin karşısında küçük bir ev vardı. Bu evden zaman zaman bir anneden, “Safiye Safiye” diye bir ses sokağı tırmalardı. Anne sokakta oynayan kızını çağrıştırdı. Böylelikle karşı evde bir kız çocuğu olduğunu öğrendim. Kızın bir de abisi Yasin vardı. Ama kadın hep “Safiye Safiye” diye bağırırdı. Kilolu olan bu kadın da tembellik vardı ve kıza iş öğretmek adına sürekli kızı çağırıyordu. Kız çoğu zaman, arkadaşlardan ve oyundan ayrılmak zorunda kalırdı. Çünkü kız biraz geç kalsa, sokaktaki kadınların "anneni bağırtma kızım" derdi. Safiye boyun eğer, "geliyorum anne" diye bağırırdı. Annesi duyar mı, duymaz mı belirsiz. Bütün bunları, hasta olduğum o yaz balkondan gözledim.
Safiye dört beş yaşlarında sevimli mi sevimli bir kızdı. Bu sadece bana göre değil, sokakta geçen komşuların bu küçük kızı sevmelerinden de anlıyordum. Hatta “maşallah”, “sen kimin kızısın” diyenleri bile duyuyordum. Kız annesinin değil de, babasının ismini söylerdi. "Bilal ustanın kızıyım" babasına mahalleli "Bilal usta" derdi. Bilal usta bir inşaat işçisi idi. İnşaatlarda iş bulduğunda, inşaatlarda çalışır. Bazen de mahallelinin işine gücüne koşardı. Mahalleli her zaman para veremez, memleketlerinden getirdiği öteberiyi verirlerdi. Bir öykü okur gibi karşı evi gözlemler ve onlar hakkında söylenenleri dinlerdim. Bu beni kendi derdimden biraz uzaklaştırıldı…
Benim derdimse, okuldan arta kalan zamanlarda top peşinde koşmak. Koşa koşa, yorgun düşüp gece babamın yeni aldığı buzdolabında soğuk su içmek. Ne soğuksuyu buzlu su içerdim. Müthiş bir şekilde böbreklerimi üşütmüşüm. İki aydır evde kah yatıyorum, kah balkondan sokağı izliyorum. En çokta Safiye’lerin evi izliyorum. Ne de olsa karşı karşıyayız.
Bir gün her zamanki, Safiye bağırtısı, yerine acı bir "Bilal"e, “Bilal’im”e dönüştü. Bir adam Bilal Usta’dan kötü bir haber getirmişti. Mahalleli Safiye’nin annesi Kezban’ın başına toplanmıştı. Anlaşılan o ki, Bilal usta, inşaattan düşüp hastaneye kaldırılmıştı. Haberi getiren kişi, Kezban teyzenin toparlanıp, hazırlanıp kendisi ile hastaneye götürmek için bekliyordu. Komşuların yardımı ile hazırlandı. Adamın peşine düştü. Ha yanına Yasin de aldı. Annesini gören Yasin de ağlıyordu. Safiye’yi bize bıraktılar.
Safiye, Annesinin ve abisinin halinden, babasına kötü bir şey olduğunu anlamış ve o da ağlıyordu. Annem bizim minik kuşla onu teselli etmeye çalıştı. Ha minik kuş, kardeşim Nazan’dı, biz ona tekne kazıntısı olduğu için minik kuş derdik. Minik kuş da, Safiye’in arkadaşı idi. Annemin ve Nazan’ın varlığı, Safiye’ye iyi geldi. Akşam da Kezban teyze geldi. Kocası çok kötü bir şekilde dördüncü kattaki iskeleden düşmüş. Müteahhit’in adamı "hastanede ben beklerim, ilgilenirim" diyip, Kezban teyzeyi eve bırakmıştı. Babam, annem Kezban teyzeyi teselli edip, ağıdını kesti. Ama daha çok annemin "ağıt, ağıt getirir" sözü etkili olmuştu…
Yasin ise kardeşini kolları arasına almış ve onun üzülmemesi için kol kanat germişti. Kezban teyzenin ağıdı kesilmişti. Ama yerini derin bir düşünme hali almıştı. Öyle ki, çayı soğudu, içilmez hale geldi. Annem eski çayı döküp, yeniledi. Çay yine soğudu. Oysa Kezban teyze çayı severdi. Sık sık anneme çaya gelir, laflardılar. Annem bu derin derin düşünmeyi anladı. Biraz konuşturup, rahatlamasını istedi. Kadın, Seher bacı, "Bilal’e bir şey olursa, ben bu iki çocukla ne yaparım" diyor. Yüzünü bir korku kaplıyordu. Babam benim gibi bu iki kadını dinliyor. Sigarasını daha efkârlı bir şekilde içiyordu. Ne de olsa, Bilal usta hem komşu, hem de arkadaş sayılırdı. Gece oldu, evlerine gittiler.
Onlar gittikten sonra annem babamla sohbeti sürdürdüler. Durum hiçte iç açıcı değildi. Ev kira, Bilal ustanın sigortası yok. Kezban teyze, Bilal usta ile kaçarak evlendiği için babası ile arası yok. Kardeşi Harun kendine zor yeten bir garip... Gerçi, o dönem herkes kendi kendine zor yetiyordu…
Günler birbirini kovaladı. İnşaat sahibi, bizden davacı olmasınlar diye, bir süre eve gelip gittiler. Gelip gittiler dedimse, eli boş gelmediler, öteberi bakkaliye. Sonra ölüm haberi geldi. Acı çığlık sokağı kapladı. Annem hemen Yasin ve Safiye’ye sahip çıktı. Alıp eve getirdi. Bana ve ablama teslim etti. Kendisi komşularla birlikte Kezban teyze ile ilgileniyorlardı. “Kız çocuğu babaya düşkün olur” derler ya ; bunu Safiye de gördüm. "Babam artık toprak oldu" demekle, babasını bir daha görmeyeceğini algılamış, çok kötü olmuştu. Yasin sanki kendini önceden hazırlamış gibi idi.
Cenaze ile bir araya gelen yakınları, aslında fazla yakınları yoktu. Bilal usta kimsesizdi. Kezban teyzenin babasının söylemesine bakılırsa, kızları Bilal’in kimsesizliğine acımış, kaçmıştı. Cenaze sonrası, Kezban’ın babası, kızını ve torunu Yasin’i yanına aldı. Safiye’yi de, çocuğu olmayan dayısı Harun sahip çıktı. Harun, Safiye’yi büyütüp, okutacaktı. Küçük bir kamyonet ile mahalleden ayrıldılar...
Aradan aylar geçti. Kezban teyze gelen haberleri duyardık. Bütün kızları evlenip giden babası ve annesinin eli ayağı olmuş. Yasin ise torun olarak, oğlu olmamış bir dedenin oğuldan öte değerlisi olmuştu. Okuluna devam ediyor...
Safiye daha yakın bir mahallede idi. Arada bir okula gidip gelirken görüyordum. O da bizim lisenin yanında ilkokula başlamıştı. Önceleri el bebek gül bebek sevilen bu güzel kız. Dayısının çocuğu olması ile kaderi değişmeye başlamış. Zaten fakir olan dayı, kendi derdine düşmüş. Haneye katılan bir çocukla, Safiye’nin giderleri gözlerinde büyümüş. Kısa sürede üvey evlada dönmüş. Hani evde yengeye yardımcı olmasa kapı önüne konulacak gibi. Bu durum hoşuna giden yenge hanım, oğul olsun diye ikinci çocuğu doğurur. Oğlanı da bulur. Zavallı Safiye iki kardeş sahibi olmuştur. Abla, ev işi, yemek, kardeşlerin boklu bezleri… Sorsan yengenin yardımcısı, oysa yenge onun yanında bir hanım ağa...
Bütün bunları bir yakinimiz olan ve onların komşusu Servet teyze anlatıyor. Bir gün Servet teyze tanıdığı bir ahbabına rastlıyor. Kadının hali vakti yerinde, bekar oğluna kız arıyor. Servet teyze sevap olur, diye. Safiye’yi öneriyor, kız kurtulsun istiyor. Safiye o sıraları ortaokulu bitirip, liseye hazırlanıyor. Hediyelerle kapıya dayanan takiplere, yenge hanım, tamam diyor. Dayı ise eşinin ağzına bakan zavallı bir adam. Safiye ne desin, sığıntılıktan sıkılmış zavallı bir kızcağız. Liseye gitmek istiyor, ama yoksulluktan gözünde büyüyen bir dağ oluyor. Ne anneden fayda var, ne de dededen. Dede zavallı üç aylığı bekleyen biri idi. Ayrıca üç aylığı sadece o beklemiyor, kızlar, damatlar, torunlar. Yani yoksulluk diz boyu dedikler gibi...
Safiye damat adayını çok merak ediyor. Onlarda buluşturup, tanıştırıyorlar. Safiye damat adayını görüyor, kendisinden onbeş yaş büyük, dayısı yaşında bir adam. Yaşının adamı değil, daha çocukça gösteriyor. Hastanede çalışıyor. Üç katlı derme çatma apartmanımsı bir binada oturuyorlar. "Resmi bir devlet işinde çalışıyor ve en azından dayımın gecekondusundan iyi bir evleri var." Diye düşünüyor ve kabul ediyor. Karar verilmiştir artık. Ama usulen de olsa Anne ve Dedesine haber verilip onlarında razılığı alınması gerekiyor. Harun peşine taktığı talipleri annenin ve dedenin kaldığı eve götürüyor. Anne ne desin. “Kızım rahat olacaksa, olsun bu evlilik” demiş…
Safiye daha onbeş yaşında, imam nikahı olacak,
reşit olduğunda nikah olacaktır. Öyle karar alınır. Evin en alt katına ufak tefek eşya alınır. Safiye bakar ki, dayısı yılların evlisi, bu kadar evi eşyası yok.
Artık, bir kayın babası, bir kaynanası, bir eltisi, bir kaynı, birde yeğeni var. İki de abla dediği görümcesi var.
İmam nikâhı sonrası, ilk geceye kendisinden büyük eltisi hazırlar. Aslında bu ilk geceye o kadar da yabancı değildir. Küçük bir iki göz gecekondu da, gece uyurken anne ve babasını, dayısında da dayı ve yengenin sevişmesine istemeden şahit olmuştu. Yine de kötü olmuştu. Fazla tanımadığı, sevip, sevmediğini bilmediği ve kendisinden oldukça büyük bir adam... En çokta isminin okuduğu bir olaya çağrışım yapması korkmasına neden oldu. Tarihte bir kervanda ele geçirilen Safiye isimli çok genç bir kadın; eşi, anası babası ve kardeşlerinin katlinden, sonra gerdeğe girmesi. Hatırladıkça korkuyor ve titriyordu. Oysa mevsim yazdı ve üşüyecek bir hava yoktu. Hem bu isim benzeşimi ve bu çağrışım, korkulu rüyası oldu. Annesi ile babasının, dayısı ile yengesinin zevkten nasıl inlediklerini düşündükçe bile korkusu geçmedi. Onu korkutan bu isime birçok insan saygı gösteriyor, ne güzel adın var, adınla yaşa diyordu… Babasını anımsadı. Safiye ismini o takmıştı. Bir tarihte Safiye Filiz diye bir sanatçı varmış. Onun çalıştığı yerde garsonluk yapmış, çokta iyiliğini görmüş.
Bunları anlatır, bir de peygamberimizin zevcesini adı derdi. Zaman zaman Safiye Filiz derdi. Safiye Filiz, hem uzun olduğundan, hem bir sahne sanatçısı olduğundan çevrede iyi bir intiba bırakmadığından Safiye olarak anılmaya başlamıştı.
Eşinin adı da kendisi gibi iyi bir isim değildi. Rahim, Rahim ne ya şey gibi…
Korkulan gece atlatılır. Aile bir geniş ailedir. Bu durumu Safiye hiç sevmemişti. Oysa kendisine anlatılan ve verilen sözden, çekirdek bir aile çıkmıştı. Misafirlik kısa sürmüş. Sekiz dokuz kişiye kahvaltı hazırlamalar, yemek hazırlamalar, en korkuncu da çamaşır günü. Gerçi bunları eltisi ve iki görümcesi ile yapıyordu. Ama o çamaşır günü bir zulüm gibi idi. Oysa kayınbaba bu eve çamaşır makinesi alacak düzeyde bir adamdı. Eve birçok maaş giriyordu. Kira derdi de yoktu. Bir defasında dile getirdi. Elti ve görümceler, bir güzel güldüler. Meğer kayınbaba, büyük oğlan alsın, istiyormuş. Büyük oğlan Enes de babadan bekliyormuş… Anlaşıldı diye düşündü Safiye “Bu ailede herkesin eli sıkı.”…
Safiye kısa sürede bu evin çok sıkıcı olduğunu anladı. Büyük gelin yani elti, bu evden kendini kurtarabilmek için bir mağazada tezgâhtarlık yapıyor. Çocuğa kaynana ve görümceler bakıyor. Safiye, en iyisi bende bir işe girip çalışayım diye düşünüyor. Ama yeni gelin olmasından dolayı, bunun iyi karşılanmacını düşünüyor. Görümceler, iki ağabeyleri evlenince kendilerini sıra bekliyor. Safiye kocası da dâhil, evde kimseye ısınmamıştı. Ama ne yapsın, mutsuz olduğunu kimse görmüyor, görmezde. Çünkü bu evde herkes mutsuz… Ama farkında değil…
Akşama kadar radyo ve pikap dinliyorlar. Yeni çıkan televizyon için evin babasına yalvarıyorlar. Baba, “ağabeyimiz parayı biriktirsin, televizyonu ben mi alacağım” diye kükrüyor. Görümceler anneyi sıkıştırıyor. "Babamı ancak sen ikna edersin" diyorlar. Kadın, "o pintiye beni bulaştırmayın" diyor. Ağabeylerine söylüyorlar. Abi, "ulan o aletin girdiği evde, istek mi biter" diyor. Meğer reklamları kastediyormuş. Safiye’nin kocası böyle şeylerde oldukça sessiz kalıyordu. Adam yerine koyan bile yok. Oysa artık evli barklı bir insandı. Evde kızlar bile ondan daha olgun ve büyük gösteriyordu. İşten eve evden işe o kadar. Haa çatı katında üç beş güvercinle vakit geçiriyordu. Bakkalı, pazarı büyük oğlan Enes yapıyordu. Safiye bu evin bayramı seyranı nasıl olur diye düşünüyor, iyice karamsar oluyor. Konu komşu ile konuşmasına bile bozuluyorlar ve kısıtlama koyuyorlardı… Hele o kayınbabaya ibrikle abdest için şu sökmek tam bir işkence. Burnunu sümkürmesi çok iğrenç idi. Safiye bazen Hz. Musa’ya kızıyor. “Allah’la pazarlık edecek ne vardı. Namaz elli vakit olsa da şu adam camiden eve gelmese” diye düşünüyor. Sonra günah işlediği korkusuna kapılıp, tövbe estafullah çekiyordu. Bazen namazda, cumada bir arkadaşına takılıyor. Ev birazda olsa huzurlu oluyor.
Safiye bazen çok büyük bir hata yaptığını, önüne ilk çıkan evliliği kabul ettiğine bin pişman. Sığıntılıktan, tekrar sığıntı bir duruma düşmüştü. Kocasını düşünür, bu mıymıntı adam işte nasıl çalışıyor acaba. ‘Aman bir mıymıntı nasıl çalışıyorsa, öyle gibi’. Düşünceleri hemen kafasından atmaya çalışırdı. Sonra yine düşüncelere dalar ‘Babası sevimsiz bir adam ama çok sert bir adam değil, anne de öyle. Bu iki erkek çocuğu nasıl böyle biri olmuşlardı. Oysa mahalle sol örgütlerin cirit attığı ve çok güzel insanların yetiştiği bir yerdi. Bunlar insan içine çıkmamışlar, insanlıktan nasip almamışlar. Hepsi ilkokulu, ya da ortaokulu terk İdi’ Safiye düşündükçe karamsar oluyor. Kocasının güvercinlerine yem bahanesiyle çatı katına çıkıyor, biraz hava alıyor. ‘Keşke bir güvercin olsaydım’ diye düşünüyor. ‘Güvercin olup, bu cendere gibi evden kurtulup, başka diyarlar gitme ne güzel olurdu’ Sonra düşüncesi başka bir dala geçti. ‘Benim de çocuğum olursa, bunlar gibi mi olacak’ diye düşünceden, düşünceye koşuyor…
Bir gün ağız yoklamak için ortaya laf atıyor. "Bende Hatice yengem gibi bir iş bulup, çalışsam mı?" Ortalık buz kesiyor. Görümceler ve kaynana kazan kaldırıyorlar. Uzun bir süre bu konu evde açılmıyor. Bir gün dayısına gitmek istiyor. Dayı evi geldiği evdi. Geldiğin eve gitmek, gelin gelen kızın baba evine gitmesi gibi algılanıyordu. Yine karşı çıkıyorlar, surat asınca razı oluyorlar. Görümceler de peşlerine takılıyor. Yolda Safiye’nin okul arkadaşlarını görüyorlar. Safiye süt dökmüş kedi gibi utangaç ve mahcup bir şekil yanlarından geçiyor. Arkadaşları durumu anlayıp, onun için üzülüyorlar. Safiye için için ağlıyor. Görümcelerden çekiliyor. Tam dayısının evine girip, kendini tutamayıp, hüngür hüngür ağlıyor. Yengesi ne olduğunu sorduğunda, özlediğini söylüyor. O da bende seni özledim diyor. Akşam olmadan eve gitmek istiyorlar. Safiye, gelmişken bir de dayımı görsem dediyse de nafile. Yenge de "Dayını da sonra görürsün güzelim" deyince çıkarlar, evin yolunu tutarlar.
Evde hep aynı tekdüze yaşam devam eder. Artık kavga dövüş de başlar, kaynana ve görümcelerle saç saça baş başa kavgalar olur. İki üç defa Safiye küser, dayısına gider. Hemen gelip alırlar. Günler böyle geçerken, bir gün çok farklı bir olay olur. Büyük gelin Hatice, bir haber getirir. Çalıştığı mağazanın karşısında bulunan Güzellik Merkezi, eli yüzü düzgün bir eleman aramaktadır. Eli yüzü düzgün olduğu gibi, evli olacaktır. Bu sahibi olan kadının isteğidir. Hatice bir müjde gibi Safiye’ye söyler. Söyler ama evdekileri razı etmek çok zor. Bir kere ev işleri görümcelere binecek diye, isyan edecekler. Hatice’ye birçok deneyime ve tecrübeye sahiptir. Bende de yaptılar, bunlar parayı herkesten çok sever, eve üç beş kuruş para girecek diye sevinirler. En önemlisi de evde bir işi alıp, üstlenmek. Mesela, Hatice, pazar alışverişini yapar ve her gün işten gelir gelmez, akşam yemeği hazırlar. Yani, bu anlaşma üzerine çalışmasına izin vermişlerdir. En çok görünmelerin karşı çıkmasına rağmen kabul edilir. Safiye de izinli olduğu hafta tatilinde çamaşırları yıkayacak. Safiye’nin en nefret ettiği bir iştir. Ama Safiye bunu kendi istemişti. Adeta kendini cezalandırır gibi bir durumdu. Ama sevinçli idi. En azından insan içine çıkacak bu evden gündüzleri de olsa uzaklaşacaktı. Hatice, bir eltiden öte bir abla gibiydi. O olmasa bu evde kalınmazdı.
Safiye yengesine iş yerine Filiz isimle gireceğini söyledi. Hatice şaşırdı. Nedenini sordu. Safiye de babasının sanatçı Safiye Filiz’le çalıştığını, bu nedenle; asıl isminin Safiye Filiz olduğunu söyledi. Ama nüfus memuru Filiz’i unutmuş. Oysa bu, Safiye’nin yeni bir hayata başlama isteği idi. Hatice pek bir şey anlamada da bir şey demedi. Belki de ailede birkaç kişinin de bu durumda olması onu ikna etti. Ertesi gün Güzellik Merkezi’ne gittiler. Patron kadın Safiye’yi sevdi. Bu kadar küçük yaşta evli olmasına üzüldü. Ama şartı da böyle idi. Görevi, güzellik merkezinin temizliği ve boş zamanlarda manikür, pedikür gibi işlerin öğrenilmesi idi. Safiye büyük bir istekle ise başladı. Haa artık bu güzellik merkezinde adı Filiz’di. Bu çifte isme okulda da uygulamış, alışmıştı. Öğretmenler Safiye derken, çoğu arkadaşı Filiz diyordu. Bazılarda eğlenmek için Safiye Filiz diyordu. Filiz kısa sürede bu işyerinde uzun bir süre çalışmış gibi işleri öğrendi. Kuaförlüğü bile öğrendi. İş sahibinin bir isteği de çalışan herkesin bakımlı olması idi. Bu müşteri çekmenin de bir ölçüsüydü.
Bir gün sıra dışı bir durum oldu. Kocası Rahim, Güzellik Merkezi ziyarete geldi. O sırada Filiz de dışarıya bir işe gönderilmişti. Rahim, Safiye isminde birini soruyordu. Oysa Safiye, burada Filiz olarak biliniyordu. "Yok öyle biri dediler" gönderdiler. Filiz geldiğinde arkadaşları, kendi aralarında konuşuyordu. Filiz de merak etti. Arkadaşları, "Ay, moloz bir herif geldi. Karım burada çalışıyor, onu görecem, adı da Safiye diye tutturdu" diyince. Filiz çok bozuldu. "Moloz" birine sahip çıkamazdı. Arkadaşları gülme faslını sürdürüyorlardı. “Adamın karısı iyi uyanıkmış, bir yerde fingirdeşiyor, adamın haberi yok” Filiz iyece kızıyor. Filiz ismini kullandığına hem iki diyor, hem pişman oluyor. Rahim, yok yanıtını alınca soluğu karşı mağaza da çalışan yengesi Hatice’nin yanında aldı. Hatice, durumu anladı. "Orada yakınların çalışanları ziyareti yasak" dedi. Rahim’i başından savdı. Filiz de akşama olayı nasıl anlatacağını düşünüyordu. Hatice imdadına yetişti. Rahim’in kendisine geldiğini ve ziyaretin yasak olduğunu söylediği, kendisinin de böyle söylemesini istedi. Filiz duruma sevindi. İsmini Filiz olarak tanıttığına da sevindi. Yoksa o moloz kocaya istemese de sahip çıkacaktı.
Hatice görmüş geçirmiş bir kadındı. Onunda bu aileye gelin gelişinin bir öyküsü vardı. Ama bizim öykümüz Safiye’nin yani diğer adıyla Filiz’in öyküsü.
Hatice bir ara ev de "kız Filiz" diyince herkes şaşırdı. Kaynana, "Filiz ne kız" dedi. Hatice, şakayla karışık, Safiye’nin asıl ismi Safiye Filiz’miş. Rahmetli babası Safiye Filiz’in yanında çalışmış, o da kızına onun ismini takmış. Bizim Rabia’ya, Ayşe dediğimiz gibi. Herkes dönüp, Safiye’ye baktı. Kaynana, "kız ne ara diyecektin" dedi ve ekledi. "Nüfusunda yazıyor mu? Hatice hemen atıldı. Nüfus memuru yazmayı unutmuş. Safiye artık, Safiye Filiz olmuştu. Safiye göz ucuyla Rahim’e baktı. Rahim ya öylemi diyen bir çocuk gibiydi. Safiye, bizim işyeri çok tuhaf. Halime’nin çocuğu geldi, görüştürmediler. Patron Saniye Hanım, çocuğa "annen yaşlı bir kadının tırnak bakımını yapıyor. Dikkati dağılır, kadın zarar görürse, bir daha gelmez. Bizde müşterisiz kalırız, annen de işsiz kalır, size ekmek getiremez" diyerek, lafı Rahim’e vuruyordu. Bir daha gelme der gibiydi.
Bir tatil günü bütün çamaşırları Safiye’nin önüne yığdılar. Diğer günlerden fazla gibiydi. Safiye’nin kimseden yardım almaksızın yıkadı, astı. Haa Hatice, o da istemese de biraz yardım etti. Ertesi gün, Patron Saniye hanımın gözünden kaçmamış, "Kızım bu elinin hali ne" dediğinde, Filiz kızardı, bozardı. Kekelercesine çamaşır yıkadığını söyledi. Saniye hanım, "Kızım çamaşır makinesi yok mu" dedi. Filiz boynu bükük, "yok" dedi. Kadın "bildiğim kadar siz oldukça kalabalıksınız" Biraz düşünce "yarın size bir çamaşır makinesi alacağım, parasını da maaşından keseceğim. Bu ellerle burada müşteriye hizmet edemezsin" dedi. Filiz "yok, istemez" dediyse de nafile. Saniye hanım birçok kadın patron gibi dominant bir kadındı. Karşıdan Hatice’yi çağırdı. Ona da durumu anlattı. Hatice de sevinmişti. Filiz’in sevildiğini de anladı.
Hemen ertesi gün eve çamaşır makinesi geldi. Evdekiler şaşırdı. Getirenler teslim beldesinden önce, Saniye hanımın pusulasını da evin büyüğü Osman beye, yani Filiz’in kayınbabasına verdiler. Pusula da, "Sayın Osman Bey, Ben gelininizin patronuyum. Artık çamaşırlar bu makine ile yıkanacak, elleri çamaşırda yıpranmış, yorgun bir personel istemiyorum. Parasını taksit taksit maaştan keseceğim. Bilginize, selamlar. Elit Güzellik Merkezi" Getiren firma daha sonra teslim beldesini imzalattı. Ev sahibi, Osman Bey hitabından çok hoşlandı. Bir yandan da rezil olduğu düşündü. Teşekkürlerini iletmeleri için ricacı oldu. Bu makine işine herkes sevindi. Safiye daha bir ay olmadan eve makine almıştı. Bu çamaşır makinesi işe yaradı. Osman Bey, eve bir sürpriz yapmaya karar verdi. Bazen iki kızı, komşulara televizyon izlemeye gidiyorlardı. Bu da onu rahatsız ediyor. Artık genç, gelinlik kız olmuşlardı. Eve bir televizyon aldı. Evde bir bayram havası esti. Artık parazit yapan külüstür, radyodan kurtulmuşlardı. Büyük oğlan bu televizyon işine çok bozuldu. Ama neyse parası kendisinden çıkmamıştı. Baba ile ayrı kese tutuyordu. Yine o sürekli diline dolaştığı sözü tekrarladı. "Aha şuraya yazıyorum, bu eve televizyonla birlikte her şey girecek" Bu sözü ya bir yerden duydu, ya da kendi keşfi idi.
Aradan aylar geçti. Safiye evde Safiye oldu, işte Filiz oldu. Onsekizini doldurdu. Artık reşit olmuştu. Nikâh yapılması gerekiyordu, zaman zaman gündeme geliyordu. Saniye hanım da kızmıştı, ne o imam nikâhı. "Tez elden nikâh kıyılacak ve ben seni sigortanı yaptıracağım" sonra devam etti. "Kız iyi ki, hastalanmadın, bunlar seni hastaneye de götürmez" Sonra aklına nereden geldiyse; "Kız, Filiz sen korunuyor musun?" dedi. Filiz önce anlamadı, sonra Saniye hanım tekrar soruyu değiştirerek sordu. "Kızım, prezervatif, kondom kullanıyor musun?" Filiz kıpkırmızı oldu. Arkadaşları çaktırmadan kıs kıs gülüyor. Gülenler birazda Saniye hanımdan çekiniyorlar. O nedenle gizli gizli gülüyorlar. Saniye hanım baktı ki, Filiz’den yanıt yok. Bir tahmin yürüttüğü, "şimdiye kadar bir şey olmadığına göre, korunuyorsun, kızım bunlar, kadınlar arasında ayıp şeyler değil" dedi ve konuyu kapattı.
Belediye de yapılan bir nikâhla işi bitireceklerdi. Ama Hatice gelin araya girdi. Özellikle kaynanaya yalvardı. "Ana ben gelinlik giymeden, bu eve geldim. Kendimden geçtim. Bu kız öksüz yazık, bari bir gelinlik giydirelim. Anasına, dayısına haber verelim. Ufak bir tören olsun. Oğlun için de iyi olur." Oğlun diyince, biraz yumuşadılar. Kaynana, evin büyüğü kocasını ikna etti. Kiralık bir gelinlik ile belediyede basit bir nikâh töreni yapıldı. Bu sayede Safiye, annesi ve kardeşini de görmüş oldu.
Zaman bu satırlar gibi aktı gitti. Hatice ikinci çocuğu, kaynanaya bıraktı, işe döndü. İki görünce talip buldu, peş peşe gitti. Safiye’nin evde yükü arttı. Ama Hatice ile dayanışma yaparak götürüyordu. İşyerinde Filiz’in yıldızı parlamıştı. Filiz, Saniye hanıma bir anne gibi sarılmıştı. Saniye de Filiz’e kızı gibi sarılmıştı. Saniye hanımın eşi Fransa’ya iltica etmiş, yıllarca orada yaşıyordu. Her sene Saniye Hanım eşine gidip, hasret gideriyor. Bir kızı avukat diğeri ise doktor, ikisi de evli arada bir gidip, babasını görüyorlar. Bu kez Saniye hanımın eşi haber vermiş, "Elinde ne var, ne yok sat, yanıma gel" karar verilmiş. Saniye hanım yavaş her şeyi satıyor. Dükkânı çok sevdiği ve diğer elamanlar sürekli değiştiği için, kendisi yanında uzun bir süre çalışan Filiz’e dükkânı devretmek istemiş. Zavallı Filiz elde yok, avuçta yok. Aldığı parayı eve veriyor. Saniye hanım durumu bildiğinden, durumu evin büyüğü Osman Bey’le görüşmek istemiş. Adam yaşlı diye ayağına gelmiş. Evin halini beğenmemiş, bu nedenle sevdiği bu kadına yani Filiz’e son bir iyilik için çok uygun şartlarda dükkânı devretmiş. Devrederken de "siz bu işlerden anlamazsınız. Filiz’e karışmayın, o orayı çok iyi yönetecek." Ve en önemlisi bütün işlemler, Filiz’in üzerine olmasına çok dikkat etmiş…
Saniye hanım gittikten sonra Filiz işe dört elle sarıldı. Kocası olacak utandığı adamdan kaçmanın en iyi yolu kendini işe vermekti. Saniye hanım isteği ve Hatice’nin mağazada çalışması sayesinde iyi giyinip, kendine bakması ile adeta bir iş kadını olmuştu. Yine de alçakgönüllü ve sevecen halinden bir şey kayıp etmiyordu. Kendisini yenilemeyi, geliştirmeyi ihmal etmiyordu. Tek sıkıntısı çocuk yapmasını istemeleri idi…
Kocası Rahim ise ilk evlendiğinde ne ise yine aynı Rahim’di. Her zaman evdekilerin ağzına bakmış, şimdi de Safiye’nin ağzına bakıyordu. Sanki Safiye ondan yaşça büyük ve erkekti. Safiye, Saniye hanıma göze vermişti. Daha doğrusu Saniye Hanım bu sözü kendi aldı. Önce ev işime yakın olmalı diyerek evi ayırdı. Evdekilerin de işine geldi. Çıktıkları yeri hemen kiraya verdiler. Evin ayrılması, Safiye’de bir kendine güven getirmişti. Kayınbaba, kaynanaya neleri eksikse onları sağlıyor, Hatice ve çocuklarına bakıyor. Kendisi de yeni evini düzüyordu. Çünkü artık yeni bir çevresi olmuştu. Diğer güzellik merkezleri ile ilişkiler gelişmeye başlamıştı. İkinci bir şube açtı. Adının Safiye Filiz Güzellik Merkezi koydu. Açılışa Safiye Filiz’i de çağıracaktı. Doğduğu günden beri Safiye Filiz’in taktığı bir kolye taşıyordu. Her ne kadar kötü günler geçirdiyse de, bu kolye uğur getirmişti. Yaşam işte iyi günler olduğu gibi kötü günlerde vardı. Safiye Filiz, bir trafik kazasında vefat etti. Açılış olmadı, yaslı bir açılış olmuştu.
Filiz uzakta olsa annesini ve abisini unutmadı. Onların bütün eksiklerini tamamladı. Doğru dürüst kendine sahip çıkmayan anneannesi ve büyükbabası, mahcup edercesine sahip çıktı. Kendisine sahip çıkan dayısını da unutmadı. Üç çocuk sahibi olan dayısının çocuklarının yüksek okula kadar eğitimini üstlendi. Sonra bu çocuklar burada okumaz diye, iyi bir semtte oturmaları için kirayı da üstlendi. Dayı " sen bunları boş ver, o parayı sen bana ver" derken, Filiz, hayır diyerek karşı çıktı. Sonra dayı da ikna oldu. Artık eski okul arkadaşlarından kaçıp, saklamıyor. Kendisi de ülkenin Avrupa Birliği’ne girmek için açılan lise bitirme sınavlarından mezun oldu. Olmakla da kalmadı. Kocasına da, memuriyet faydası olsun diye, ona da lise diploması aldı. Gözünü üniversiteye dikti. Bu arada birçok mesleki eğitimlerden sertifika aldı. Ehliyet, alarak altına araba aldı. İşte o zaman kocası da ondan utandı. Zorunlu olmadıkça eşinin arabasına binmedi. Zaten onları bir arada görmek mümkün değildi. Safiye de, Filiz de o kocadan utanıyordu. Verilen kokteyl, düğün gibi yerlere hem yanında çalışan elemanlarla gidiyordu. Yıllarca tatil görmemişti. Zorunlu olarak eşiyle gitti. Eşinden bir kere daha yolda ve tatilde nefretle döndü. Çocuk yapmaları için yapılan baskılara dayanamayıp, iki eşte doktora gitti. Bir çocuğu olsun istiyordu. Ama kocasına benzeyen bir olursa, bu onu çok korkutuyordu.
Kocası kusurlu çıkmıştı. Buna çok sevindi, bu sünepe, mıymıntı adamdan çocuğu olsun istemiyordu. Olsa bile ona benzer biri olurdu, o da utanç verirdi. Aslında Filiz’in bir çocuğu vardı. O da eşi Rahim’di. Bu mıymıntı, sünepe adam ne bir gazete okuyor, ne de insan içine çıkıyordu. Bol bol televizyon izliyor. Hangi kanalda Kemal Sunal var, onu izleyip gülüp geçiyordu. Hiçbir zevke sahip değil, önceleri abisinin eskilerini giyen bu adımın daha sonra giysilerini bile Filiz alıyordu. Adeta Rahim, Filiz’in çocuğu gibiydi… Hele bazı durumlarda onun kocası olduğunu öğrenen insanlar küçük dillerinin yutmuş gibi şaşırıyorlardı.
Bütün başarılara rağmen mutlu değildi. İşte böyle mutsuz ağlarken, ona rastladım. Her zaman ayaküstü selamlaşır, hal hatır sorardım. Bazen onun adına sevinirim. Bir inşaat işçisi adamın kızının böyle başarılı olması güzel bir şeydi. Onu her gördüğümde Saniye teyzenin ona dokunup, kendine dönüştürmesi beni sevindiriyordu. Saniye teyze o karanlık Eylül günlerinde bütün devrimci gençlere yardımcı olmuştu, elini tutmadığı devrimci yok gibi idi...
Onun başarıları yanında kocası biraz olsun utanmış. Emekli olmuş bir meşguliyeti de yoktu. Yeni bir semte taşındıklarında artık, güvercin de besleyemiyordu. O da evde yemek yapıyor, temizlik yapıyor. Biraz olsun Safiye’nin gözüne girmeye çalışıyordu. Çocuk olmaması onu da etkilemişti. Aslında onun çocuk diye bir derdi olmamıştı. Çocukları sevmeyen bir yapısı da vardı. Ama onunkisi, herkeste olandan istemek gibi bir alışkanlıktı…
En son Safiye’yi sokakta ağlarken görünce çok üzüldüm. O da çok utanmıştı. Ancak istem dışı bir durumdu. İstemese de zorla bir kafe’ye sürükledim. İşte bu anlattığım şeyler onun anlatımı ve benim gözlemim. Çok güçlü bir yapısı vardı. Zayıf taraf vicdanlı olması idi. Hiç bir telkinde bulunmadım. Bir yol bulacağını sanıyordum...
Aradan yıllar geçti. Kayınbabası, Kaynanası, Dedesi ve nineni kayıp etmiştir. Annesi başka bir adamla evlenmişti. Artık ilgilenecek bir problem kalmamıştı. Kayın babasının evi müteahhide verilmiş. Tam aileye yirmi daire düşmüştür. Hatice bir daireye yerleşmiş. İki çocuğunu everip, dairelere yerleştirmişti. Rahim’e yani Filiz’in eşine beş daire düşmüştür. Filiz, daireleri yoksul ailelere uygun şekilde kiraya vermişti. Bunlarla uğraşmak Filiz’e avutmuyordu. Güvendiği elemanlara dükkanı emanet etmiş, gözü arkada değildi. Bunun için kocasını daha çok kafaya tıkıp, kendini başka verecek bir şey bulamayınca, depresyon, tansiyon gibi hastalıklarla uğraşmakla uğraşmak zorunda kalıyordu…
Yıllarca bir gün bu adamdan kurulacağım sözünü hayata geçiremediğine şaşıyordu. Birçok şeyi başarmış bir insan olarak bunu başaramamanın sıkıntısını yaşıyordu. Bazen kendisini eski Safiye olarak hissediyor, kendinden iğreniyordu. Oysa Filiz olup, içinde esen fırtınaya yelken açmak istiyordu. Bazı başarılı insanlar, gençliklerindeki başarıyı ileri yaşlarda sürdüremediğine şaştı. Acaba yoruldum, yaşlandım mı diye düşündü. Bu iç çatışmaları, hiç gitmiyor, adeta içini kemiriyordu. Sanırım en büyük etken bu koşturmamalı yaşamda, sevebileceği, aşk duyacağı, güvenebileceği bir kimseye rastlamamıştı. Bütün etken bu idi.
Bazı insanlar; bir yenisini bulmadan elindekini bırakmaz gibi bir yaşam tarzı vardır. Bu da bir saplantıdır. Bu da her saplantı gibi, sahibine zarar verir. Tek kelime ile: Yazık!..
YORUMLAR
Ger çeklerden kesitler vardı çocuk yaşta imam nikahıyla evlilik yapip kurtulma ümitleri sonrasında güzel bir başarılarla dolu safiye filizin hikâyesi çok güzeldi
Tanıdığım böyle bir filiz olsaydi 18yasina geldiğinde hemen o mıymıntı kocasını bırakmasını söylerdim...
Biraz üzüldüm gözümde canlardım bir film gibiydi .. Tebrikler
güne düşen güzel bir hikaye okuduk ..