SON DEVE
Hallimanın’dan denizden çıkıp oturduğumda yorgunluğumun farkına varmıştım. Akdeniz’in güzel, yaşanılası günlerinden biriydi, hem denizde hem de havada insana huzur veren bir güzellik hakimdi, yeterince yüzmüş zıpkınla balık avlamıştım. Toparlanıp ağır adımlarla Roma harabelerinin arasından geçen patika yoldan asfalt yola çıktım, çantamı araca yerleştirdikten sonra yıllardır Roma Dönemi harabelerinin arasından Akdeniz’e nazire yapan keçiboynuzu ağacının gölgesine oturdum, bir sigara yaktım; hem sigara içiyor hem de hafif dalgalarla çok hoş bir melodi, muhteşem bir güzellik sunan denizi izlemeye başladım… Huzur, dinginlik… Ne arzu edersen ,sanki önceden düşünülmüş bir manzara.. Öylece dalmışım, tiz bir ses: “Selamun aleykim..”…. ve ayak sesleri, başımı çevirip baktığımda, yanıma doğru geldiğinde ,anca fark ettiğim bir amca:”Ülen arkadaş, tee nellerden bunnumun direni sızılatdın ver bakaaan bi cigara....” derken yanıma bağdaş kurup oturdu; ikram ettiğim sigarayı yaktı sanki intikam alırcasına içiyor, hayır içmiyor; adeta sigarayı yiyordu...
Yetmiş yaşlarında oldukça esmer, yüzündeki derin çizgiler, hayatın tüm yaşanmışlıklarının izleri sanki, her çizgide bir keder, ıstırap ve tecrübe barındıran güneş yanığı bir yüz…Hemen yanımızdaki zamanın tüm acımasızlığına karşı inatla direnen Roma kalıntılarıyla sanki aynı yaşta bir ihtiyar ,sanki o kalıntının içinden zamanın bilinmezliğinden gelmiş gibiydi ,nasılsın ,kimsin ne iş yaparsın gibi klasik muhabbetler ederken bir yandan da etrafıma bakıyorum, asfalt yolun üst yakasından ağır ağır gelen otuz kırk keçinin bulunduğu küçük bir sürü, Kâhyalar tarafına doğru ağır ağır ilerliyordu. Bir ,iki ,üç… Sigarayı art arda yaktık, tanıştık. Yanımızdaki küçük sürünün sahibiymiş amca…Sigarayı her nefesine çektikten sonra, sert , derin derin öksürüyor; yine de büyük bir iştahla çekiyor sigarasını....
Yanımızdan o anda yetmiş yaşlarında bir kadın geçiyor; sert azarlarcasına bize bakıyordu. Bu bakışı anlamlandıramamıştım. Şöyle böyle bir bakış değildi; ayağında naylon ayakkabı oldukça eskimiş ,yıpranmış giysisiyle, başındaki siyah yazmadan fışkıran bembeyaz saçlar ve saçların ucundaki turuncu renkli kınasıyla çilekeş bir Anadolu kadını…Bir kez daha azarlarcasına bakış attıktan sonra ,ağır ağır yoluna devam etti…Yaşlı amca, yavaşça ,telaşla yerinden kalktı: “Hadi baa müsede, garı epey getdi ,davarlara yetişeen..” Dur amca, şunu da al”. dedim çantamdan çıkardığım açılmamış sigara paketini uzattım... sanki gecenin karanlığında birden karşımıza çıkan dolunay gibi gözleri pırıl pırıl parladı:”Sağol goçum, Allah ne muradın varısa versin .”dedi , elindeki sopasına dayana dayana yoluna devam etti..Ardından biraz şaşkın biraz hayret, biraz da imrenerek:”Vay beee, bu yaşta hayat mücadelesi, garı goca halâ davar peşinde yok mu acaba kimi kimsesi.. çor çocuk. Kafamda bir sürü soruyla bindim aracıma…
Gazipaşa’ya doğru yollandım....Aradan birkaç gün geçmişti, tekrar aynı yere, Hallimanı’na, denize gittim, aracımı tanıdık, dost ve kollayıcı keçiboynuzu ağacının altına park ettim. Her zaman gittiğim küçücük kumsala, koya indim, baktım ki taşların gölgesine, Kâhyalardan okul arkadaşım Mustafa oturmuş, denizi seyrediyor:” Selemün aleykum ,ne işin var ülen burda işin gücün yok mu senin… Avara avara ne mismislenirsin burda…" Her zamanki gibi biraz şakalaşma ,hal hatır sormalar, Hoca napalım, senin gibi sırtımızı devlete dayamadık; emme ,bizim de dinlenme hakkımız var, dedi .Susmak zorunda kaldım.”Ya birader bişey soracağım, geçen gün burda bir gocayla tanıştım gariban bi şey ,baya da yaşlı; zar zor yürüyor; davar ,goyun güdüyor ,yok mu gocanın kimi kimsesi? Yanında garısı da var, oda baya yaşlanmış; ülen yok mu onların kimi kimsesi” diye sordum. Mustafa, başladı gülmeye :”Hoca, gocanın önünde otuz gadar geçi goyun mu vardı?”.dedi. Evet, dememle bastı kahkahayı
- O mu gariban? Yapma hoca.
-Ne var lannn! Ne gülüyorsun, evet aynı gocadan bahsediyoruz..
Mustafa, durdu,
- Ya hoca, aşamıla camekânda işim var getmem lâzım da sana kısaca anlatayım. Bilâder , ende gocanın gene kırk elli goyunu, kırk elli davarı bir devesi varıdı, gocanın şimdiki havaalanının olduğu yerde epey tallası varıdı, devlet istimlâk etti, yüklü para aldı,eee oğlanları da, maşallah çalışkan, camı, serası; evi barkı her şeyi var. Çocukları dediler ki:” Boba, artık yeter acık da dinlen, şükür heç bi şeye ehtiyacımız yok ,yat otur; ye iç.Biz saa bakarız; malları satalım ,acık da keyfine bak derler.Gocanın hep mallarını satarlar ,deve ,goyun ;davar ,tavık ne varsa sattılar.Aradan on beş gün geçdi geçmedi; goca hastalandı her gün biraz daha kötüleşti, bayaca bi izaladı;dokdura götürdüler, eyileşmedi; en sonunda bizim sağlık ocandaki dokdur Ali Ciniviz’e geder goca…
Ali Ciniviz,gocaya eyilik tanır, eyi de bi dokdur ;gocayı muane eder ;bişeycin yok; sigaradan acık ösürüün var.. başka da bişeyciin yok; bak emmi ,nedir senin derdin anlat hele.Bilader, goca başlar anlatmaya :” Arkadaş ,benim param pulum var bi şeye ehdiyacım yok; yalınız acık davarım goyunum varıdı, bi de devem; çocuklar hepicini sattı ;ben onların kokusunu bile duymadan yaşayaman; ben onnarıla daalarda gezecen, oğlak, guzu sevecen ;devemi gezdirecen;bagane paradan puldan ;velekin çocuklara laf annadamadım ;moralim çok bozuk, doktor durumu anlar,emmi , sana bir reçete yazacam, bunu oğlanlara götür alsınlar yalnız sigarayı boşlayacaksın, ciğerler baya kötü, der. Doktor.reçeteyi yazar ,gocayı eve gönderir....Goca ,eve gelir ,çocuklarına,gedin ülen benim şu ilaçlarımı alın gelin ,der; oğlanlarından bi tanesi alır reçeteyi doru eczaneye; ilaç alacak emme eczacı ,reçeteyi okuyamaz.. der ki, arkadaş birinci ilaç galiba devealjin de gerisini bilemedim get yazan dokdura eyice yazdır gel,. gocanın böyük olan, Ali Ciniviz’in yanına geder dokdur, ööne gonan reçeteyi görünce başlar gülmeye, gocanın olana: “Bi şey sorma, ben anlatayım. Reçeteyi eczacı okuyamadı değil mi? Babanı muayene ettim heç bişeyi yok; fakat morali çok bozuk pisikolojisi getmiş, gocanın mallarını neden satınız? O mallar bobanızın yaşam kaynaa; bobanızın bana anlattına göre goca valla çok yaşamaz; tedavisini bak ben ora garaladımı da mahsuz okunaklı yazmadım biriniz yanıma gelin diye … Başka yolu yok bu bir ,orda yazan devaljin degil, deve alacaksınız. Bu iki; otuz koyun ;üçüncüsü de otuz keçi.. eğer bobanızı seviyor, yaşamasını istiyorsanız sattığınız mallarını geriye alın... Bilader , durum böyle sona herifin çocukları gettiler, deveyi Alanya tarafına bi yere satmışlarımış; üste daha fazla para verdiler deveyi geri aldılar; sağdan soldan birez de goyun ,geçi topladılar; arkadaş goca eyileşdi... Ciara meselesine gelince dokdur, gocaya ciarayı yasaklayınca, gocanın oğlanlar, yakın çevredeki bakkallara tembihlemişler ,gocaya kimse sigara satmaz olmuş, goca da ne yapsın çareyi ,ondan bundan ciara isdemekde bulmuş.olay işde bundan ibaret hoca..” diyerek yerinden kalktı .
-Hadi arkadaş, benim getmem gerek, haa gocanın parası töbolsun Gazipaşa’nın yarısını satın alır habarın olsun,Gazipaşa’da bicez deve varıdı onu da sattılarıdı geri aldılar ,gocayılan deveyi görecesen daş ocanı acık geçince zeytinde bağlı olur; get bak,hadi baa müsaade-
dedikten sonra çekip gitti.
Anlatılan hikâyeden oldukça etkilenmiştim; bir sigara daha yaktım; küçük inin gölgesinde, gözlerim denizde, dalgalar sağa sola hafiften vuruyordu, martılar çığlık çığlığa ötüşüyor, az yukardaki ağaçlardan ağustos böceği sesleri beni geçmişle gelecek arasına sıkıştırıyordu:” son deve, son yörükler!”diye mırıldandım…
Gün batımı yaklaşmış ,hava serinliyordu; tatlı bir bahar sonu, uzaklardan gelen karmaşık, anlaşılmaz bir gürültü , curcuna…. *Tol tarafına döndüğümde, bana doğru yaklaşan gürültü ve patırtının sebebini anca anladım… Yörükler yaylaya göçmek için yola çıkmışlardı... Önde heybetli lök develer, kimisi boz, kahverengi; kimisi siyaha kesmiş; boynu kıllı lök develer, sırtlarındaki yükleri sarsmamak; bastığı toprağı gücendirmemek için temkinli, itinalı vakur adımlarla başları bulutlara değercesine kaldırmışlar, heybetli yürüyüşleriyle sürünün en önündeydiler; boyunlarında gülbet çanları, adımlarına uygun ritmik bir ahenk içinde lang lang, vuruyordu, yüklerindeki çuvallar, kilimler, yükün en tepesinde bir oyana bir bu yana yıkılan çocuklar; develerin ardı sıra dizili yüklü katır, eşek, at alayı; develerin tersine telaşla, heyecanla hızlı adımlarla yanlarında yürüyen atların nal sesleri; koyun, kuzu keçi, oğlak sesleri, koro halinde bir şarkıya ritim tuttururcasına meleşmeler…
Sürünün önü yanımdan geçerken, arkası hâlâ yolun ordan gelmeye devam ediyor. Cüsseli çoban köpekleri, üzerlerindeki sorumluğun adeta farkındalar, hırçın ve gerginler, yolun bir sağından bir solundan kendilerince önlem alır gibi koşturuyorlar, havlayarak birbirlerini takip ediyorlardı. Sürü, yoluna devam ederken, taa uzaklardan toz bulutu kalkmaya devam ederek sürünün ardı kesilmiyordu. Kırametler’de sabahtan başlayan göç telaşı ve hazırlığı; hayvanları yükleme, yola çıkma telâşı öğleden sonrayı bulmuş koyunlar, kuzular, keçiler, oğlaklar develer... Ya bismillah, göç yoluna vurulmuş tek şeritli asfalt yola iner inmez, göç için hazır olan topal ihtiyarlar, eşekler, göç kervanına katılmış yolda kervanı bekleyen çaparlar, soğancılar da göçe dâhil olmuş, iki kilometrelik göç katarı sahilin yaz sıcağını yararak sarı yaylamın yolunu tutmuştu. Akşama Demirli’ de konaklama telaşı, dilde:
“Sarı Yaylam da seni yaylayamadım,
Ala bahar kar iken yavru palazımı da
Avlayamadım tor iken.
Sende bu güzellik bende bu gençlik var iken,
Alırım ahdımı da koymam sende sevdiğim.
A sürmelim ey, palazım, ey!
Toroslara karlar yağmış
Kadınım rüyamda gördüm
Yavru tülek kanatlanmış,
Kadınım rüyamda gördüm,
Yaylam yaylam sarı yaylam,
Ben bu derdi kime yanam,
İçimin dermansız acısı,
Biri yârim biri anam,
Turnalara bir hal olmuş kadınım,
Gözlerinde gördüm gurbetlik bize zor imiş.
Dönülmez yolunda yittim,
Yaylam yaylam, sarı yaylam,
Ben bu derdi kime yanam,?
Bin ölümmüş bir ayrılık;
Ömrüm geldi geçti yaylam..” türküsü…
İşte Yörükler, ala baharda, boz koyakları yurt yapmaya.. yola çıkmış; ala karlı dağların eteklerinde ,ala palazını avlamaya ,keklik sekişli keklik ötüşlü ,elleri boğum boğum kınalı nazlısına sarı yaylam türküsünü çağırmak için yola düşmüştü..
Yörüklerde renklerin genel ismi aladır.. Tüm renklerin cümbüşü aladır. Sarı çiçekler, mor sümbüller, kırmızı lâleler, beyaz çiğdemler, hep aladır; sevdası aladır yaylası gibi…Kilimi ,çuvalı heybesi ,kaşığı ;hayatı aladır yörüklerin. Ala baharda yörükler, mesken tutunca boz koyakları Koyakların dili aladır.Boz Koyaklar yurt oldu,sevdalar dert oldu,koyunlara, kuzulara develere ala yayla yurt oldu.... Sütler koyunlardan keçilerden sağıldı; dışı kara içi pırıl pırıl kalaylı haranılarda, ardıç katran odununun ateşinde pişti sevdası, aş oldu; keş oldu; yağ oldu; kaymak oldu;hayat oldu.Düştü memleket sevdası yas oldu…
Yörük Ali, Rus yapımı çirkin, mavi renkte Sıkoda kamyoneti Kırahmetler’e, köy meydanına ilk kez çekince, babası Boz Halil, telaşlı, tedirgin, şüpheci belki biraz da karamsar:” Ülen Alııı, bu getirdiğin neyin nesii, bu neci, ne yer ne içer ne iş dutar?” diye sorduğunda pek de haksız değildi. Aradan çok uzun yıllar geçmeden Kırahmetlere gelen bu kamyonetin nelerini alıp götüreceğini sanki sezmişti Boz Halil..
Yıllar geçti; davarlar,koyunlar,oğlaklar satıldı ;develerin nesli tükendi.Sözde modern bir hayat adına Yörükler, ala baharları unuttu; bozkoyaklarda keklik sekişli nazlısına sırtını döndü. Ala çuval dokumaz, ala kilim bilinmez oldu. Kara koyundan ak süt sağılmaz, ıstarlara tarak vurulmaz; çulfalıklar tıkırdamaz oldu. Kuzuların, oğlakların oynaş alanları sera, develerin otlakları camekân oldu. Yörükler aslında, yıllar önce Yörük Ali’nin Kırahmetlere getirdiği Sıkoda kamyonete evlerini koyunlarını, kuzularını, ala heybelerini, ala çuvallarını; deri peynirlerini; yayla tarhanalarını; örflerini adetlerini, develerini, nazlı gelinlerini yüklediler... Bilinmez yok oluşa göç eylediler.
Şenol ŞEN
Kaynak kişi: Musa ÇELİK
Not. Hikâyedeki geçen diyaloglar Gazipaşa, Alanya,Anamur yörük ağzı
*Tol: 1.Taş kemer ya da taş kemerlerle yapılmış ev, oda, kapı vb. şeyler.
YORUMLAR
Bu tadı çok seviyorum, öyle içten öyle güzel ki okumaya doyum olmuyor...Öyküde ki hayatları tanımayı ve mekanları gezmeyi arzuluyor insan... Doktorun reçetesi "devealjin" harika olmuş çok güldüm :)
Gidemediğimiz o güzel yayla yolunu, duyamadığımız o güzel sesleri sıcak sohbetleri dillendiren kalem teşekkürler, tebrik ve sevgilerimle,
Sahir Neva tarafından 24.3.2021 02:24:38 zamanında düzenlenmiştir.
Şenol ŞEN
Çok güzel bir öyküydü Şenol Hocam beğenerek okudum. Eserinizi akıcı ve usturuplu bir dille kaleme almışsınız. Yörük ağzını ustalıkla kullanıyorsunuz. Bu da eserlerinize ayrı bir tat ve çeşni katıyor. Düz yazıyı herkes yazabilir; lakin yöre ağzını kullamabilmek ayrı bir maharet ister. Yörük kültürünün her geçen gün yok olması kanayan bir yaramız bana göre. Torosların bu cefakar ve yiğit erlerine selam olsun.