- 791 Okunma
- 4 Yorum
- 5 Beğeni
728 – KUTUPLAŞMA
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Onur BİLGE
Kıbrıs Türk Federe Devleti ilan edildi. Yunan hükümeti böyle bir devletin kurulmasını çekemedi. Bayram edecek değil di ya!
Hükümet kurmakta bu dönemdeki kadar güçlük çekilmemiştir. Süleyman Demirel başkanlığında, Otuz dokuzuncu hükümet, yani Birinci Milliyetçi Cephe Hükümeti kuruldu. Başbakan, Vural Önsel adlı bir kişinin saldırısına uğradı. Süleyman Demirel’in burun kemiği kırıldı.
Ülkede akıl almaz işler oluyor. Kıbrıs olayının tek yumruk haline getirdiği millet hâlâ için için kaynamaya devam ediyor. Hava her an gerginliğini koruyor. Okullarda adil bir değerlenme kalmadı. Hele Bursa Eğitim Enstitüsü çok kötü durumda. Öğretim Üyeleri ikiye ayrılmış. Birisinin kapısına bombalı paket bırakılmış. Bir taraf diğer tarafa eğilimli olarak belirlenenleri kırmızı kalemle işaretleyerek geçerli not vermiyor. Diğer taraf da benzer uygulama için hazırda bekliyor. Öğrencilerin bir kısmı her halükârda mezun olurlarken bir taraf, geçerli not alabilecek kâğıtlar verdikleri halde sınıfta bırakılıyor. Açıkgöz ve bir miktar para bulabilen sağ görüşlü ilan edilerek sınıfta bırakılan, lise diplomaları evlerine postalanan gençler, Danıştay’a dava açarak sınav kâğıtlarının tekrar okunmasını istiyorlar ve geçer not aldıkları için hakları iade edilerek mezun oluyorlar.
Ülke sathında görev yapacak, yeni nesli yetiştirecek olan öğretmen adayları birbirlerine düşürülmek isteniyor. Kutuplaşmalar had safhada… Kimsenin kimseye güveni kalmadığı gibi mimlenmemek için kimse kimseye selam dahi veremez hale gelmiş vaziyette.
İki öğrenci birbirine ders notu vermekten korkuyor. Bir kesim okula rahatça devam ederken, derslere huzur içinde girip not tutabilirken diğer kesim okulun semtine yaklaşamıyor. Ne derslere girebiliyor, ne de sınavlara… “Bari devam edenlerden defter isteyeyim de derslerden geri kalmayayım!” diyenlere kimse yardımcı olmak istemiyor. Yanlarına gelinmesini bile istemiyor. Onlardan biriyle birlikte görülmekten korkuyor. Çünkü öyle bir şey olursa, kendisinin de onlardan kabul edileceğinden ve okula devam etmesinin engelleneceğinden korkuyor.
Bu gençler ileride aynı okullarda görev yapacaklar. Aynı öğretmenler odasında bir arada oturacaklar. Gençleri ikiye ayırarak ne yapılmaya çalışıyor?
Dış güçlerin ağızları kulaklarında… Arzuları gerçekleştikçe mutluluklarına mutluluklar ekleniyor. En çok ihtiyacımız olan birlik ve beraberlik tehlikede…
Aileler yoksulluk içinde. Liseyi bitiren çocuklarını üniversiteye göndermekten korkuyorlar. Hemen hemen her gün öldürülen öğrencilerden bahsediliyor. O kargaşa içinde evlatlarının zarar göreceğinden, emeklerinin boşa gideceğinden korktukları için, onların geleceğe dair kurdukları hayalleri yok etmek zorunda kalıyorlar. Kestirmeden hayata atılmalarını istiyor, gözlerinin önünden ayrılmamalarını yeğliyorlar.
Tıp Fakültesi gibi daha çok para göndermeyi gerektiren okullarda çocuklarını okutan aileler, bir yere kadar dayanabiliyorlar. Ülkenin en zeki ve en başarılı öğrencileri, ne yazık ki birkaç yıl sonra okullarını bırakarak memleketlerine, ailelerine dönmek zorunda kalıyorlar. Ancak bazı çok fedakâr ana babalar böyle bir şeyin başlarına gelmemesi için arsalarını, tarlalarını, hatta oturmakta oldukları bir iki göz odadan ibaret olan evlerini satarak ümit bağladıkları evlatlarını okutmaya devam ediyorlar.
Öğrencilerin neredeyse tamamı burs alma savaşı içinde… İşçi, memur ve çiftçi çocuklarının hepsi burs için müracaat etmiş durumda… Ailelerde büyük çocuğun eli ekmeğe erdiyse, kardeşinin okuması için gereken maddi güç ondan talep ediliyor. Bir ailede ne kadar çocuk varsa birbirine parasal destek vermek zorunda…
Bunca güçlükle okumaya gönderilen çocuklardan etliye sütlüye karışmak istemeyenler Ot olarak adlandırılmakta ve mutlaka taraf tutmaya zorlanmakta… Açıkta ve arkasız kalan bu gençler, her iki tarafça da her an şiddete açık durumda…
Dini konuda da durum aynı… İnananlarla inanmayanlar ayrılmış halde. İman, kalpte olacakken dışa vurulmak zorunda… Siyasi ve dini tartışmaların sonu yok gibi görünüyor.
Ailelerin en büyük endişelerinden biri de okumaya gönderdikleri çocukların, kendi görüş ve inanışlarının tamamen zıddı olan taraf tarafından avlanması. Lise son sınıfta okumakta olan gençlerin aileleri, bazı öğretmenlerce “Aman ha! Çocuğunuzu şunlara kaptırmayın!” diye uyarılmakta…
Gençler arasında da ailelerinin görüş ve inancında olanlar bilgisiz ve yetersiz kişiler olarak kabul edilerek kınanmakta, kendi seçimlerini kendilerinin yapamamış olmaları zannıyla aşağılanmaktalar. Görüş ve inançlarını belirtmeyenler Bukalemun olarak adlandırılmakta, her iki tarafça da çekiştirilmekte… Safı belli olanlar da karşı tarafça ikna veya gözdağı verme yoluyla, gerektiğinde şiddet uygulamak suretiyle kazanılmak istenmekte…
Kendilerine güvenleri tam olan zeki ve becerikli gençler çok daha zor durumda… Her iki tarafça da kullanılmaya müsait oldukları için revaçta…
Hâsılı gençler için çok zor bir dönem içindeyiz. Dışarısı hiç de tekin değil. Virane’de birlik beraberlik, arkadaşlık, dostluk ve kardeşlik ortamı var. Güller güllerle güzel, menekşeler menekşelerle… Papatyalar papatyalarla güzel, laleler lalelerle… Biz de birbirimizle güzeliz.
Define’ye Arzu’nun da Hasan’a karşı boş olmadığını söyledim. Hasan çok üzülüyordu. Elinden gelen her şeyi yaptığı halde kızın hiç yüz vermemesi onu içine kapanık bir hale getirmişti. İyi çocuktu. Arzu, daha iyisini mi bulacaktı! Biz, birbirimizle güzeliz ve daha da güzel olabiliriz. En azından tanıyoruz birbirimizi. Hiç tanımadığımız birisiyle nasıl anlaşabiliriz. Kaldı ki Arzu da onu seviyor.
“İkisiyle de konuşmam lazım.” dedi. Usulüne göre önce kızla sonra diğeriyle konuşur. Yine öyle yaptı. Kız ona bana anlattığı endişelerinden bahsetmiş. Define de onların kolay sorunlar olduğunu söylemiş ve gerekirse araya gireceğini belirtmiş.
Hasan’ın sevinçten başı bulutlarda… Ayakları yere basmıyor. İşe de girdi ya… Kendine güveni arttı. “İsteteceğim!” diyor. Okul bitmeden halletmeye çalışıyor. Aksi halde kuşun elinden kaçacağını biliyor. Onun için acele ediyor.
O zaman hiç vakit kaybetmeden ailesini haberdar etmesini söylemiş Define. Mersin’e gidecekler, kızı isteyecekler. Söz kesilecek ya da nişanlanacaklar. Hemen derlerse hemen, okul bitince derlerse sonra evlenecekler. Kızı vermezlerse Mersin’e bir defa da Define ile gidecekler. O giderse mutlaka ikna eder onları!
Bir tarafta Arzu ile Hasan bir beraberliğe hazırlanırlarken Nazan’la Levent de evliliklerini yürütemedikleri için ayrıldılar. Ne ümitlerle bir araya gelmişlerdi! Bir yalanla başlayan olaylar dizisinin son sahnesi mahkemede oynandı. Anlaşmalı boşandılar.
Altınlar kızda kaldı. Eşyalarının yarısını Levent aldı. Nazan tek başına evinde oturmaya devam ediyor. O zaten her zaman kendi ayaklarının üstünde durabilen bir kızdı. Levent kendisini geliştiremedi. Hep Nazan’ın gölgesinde, silik bir kişilik olarak kaldı. Girdiği işlerde başarılı olamadı. Zaten kız ondan yaşça da büyüktü.
Nazan’ı gelinlikle gördüğüm günü hatırlıyorum da… Ne kadar da yakışmıştı! En ince ayrıntılara kadar düşünülmüş, titizlikle hazırlanmış bir gelinlikti. Saçı, makyajı, nikâh için yapılan hazırlık, her şey dört dörtlüktü. Takılar ve eşyalar da aynı şekilde özenle seçilmişti.
Başından yanlış bir evlilikti. Doğru bir seçim değildi. İlk günden tartışmalar başlamıştı. Her şeyden önce uyumsuzluk vardı. Evlilik uyum isterdi temelde.
Bir de yalan vardı ortada ve o yalan güveni zedelemişti. Güvenin olmadığı yerde saygı ve sevgi de olamazdı.
Arzu ile Hasan, birbirlerini karşıdan görüyor, izliyorlardı. Konuşmaya başladıklarında birbirlerini yakından tanıyacaklar, ya anlaşabilecek ya da anlaşamayacaklardı ama en azından bir şans vermiş olacaklardı kendilerine. Denemeden vazgeçselerdi, belki de ilerde çok pişman olacaklardı.
Bu ekonomik krizde iş bulmak da okumak kadar zordu ama en zoru da evlenmekti. Diğerleri tek kişinin çabasıyla azmettikten ve akıllıca davrandıktan sonra kolaylaşabiliyordu ama evlilik iki başlıydı. İşin güçlüğü de onun içindi.
Üstelik aileler de vardı. İşin içine bir de onlar girince evlilik, meydan muharebesine dönebiliyordu. Onun için hepimiz en çok evlenmekten korkuyorduk. Kızlar da erkekler de…
“Ele karışan, hali perişan!” diyordu annem. Öyle görünüyordu.
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 728
YORUMLAR
“Ele karışan, hali perişan!” İlk kez duydum bu sözü Maalesef gerçek oluyor bazen. Kan uyuşmazlığından ölen hastalar gibi. Oysa ne yanlış ne korkunç bir gerçek bu. Evlatlarının üzerine titreyen aileleri düşünüyorum. Bu hassasiyeti neden kurulan yuvanın devamı için göstermezler neden bir kısım aileler çocuklarının mutluluğunu çekemezler? Hastalıklı bir toplum diyesim geliyor. Sosyolojik ve psikolojik bazda incelenip bu konuda eğitilmeli aileler ve çiftler diye düşünüyorum... Hayal kırıklıkları, şiddet, güven bunalımları, dağılan yuvalar... Bu toplumun kanayan bir yarası...Emeğinize sağlık. Muhabbetlerimle.