- 326 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Düşmelerin düşmanın değil
Kırılganlık zaaf değildir belki de arkadaşım. Bir de böyle düşün. Başkalaşmaya temayülüdür nesnenin. Kelebek potansiyeliyle yaratılan tırtılların etkiye-itmeye açık olmalarından doğal ne olabilir ki? Ki zaten bu etkilenişler sayesinde dönüşecekler. Kemallerine yürüyecekler. Toprak çamurluğunda hamurlaşmasa kim ona şekil verebilirdi? Taşlığında beklese kim onu ekip biçebilirdi? Elhamdülillah. Zayıflığıydı onu hünerli kılan. Gücüydü aslında güçsüzlüğü.
Evet. Arkadaşım işte insan da biraz böyle. Biraz kendiliğinde emanetçi. Biraz kendisinde işçi. Mürşidimin tabiriyle ’aczi ve fakrı en makbul bir şefaatçi...’ Aczi sayesinde etkiyi arar kılınmış. Fakrı sayesinde etkiye açık bulunmuş. İhtiyaçları sayısınca açlıkları var. Olabilirleri, umutları, gayretleri var. Bu potansiyelle merak ediyor herşeyi. Sayesinde bilebiliyor pekçok şeyi.
Hani Bayan Kim Zamanda Kıvrılma’da Mevlana Celaleddin Hazretlerinden naklen diyordu ki: "Yara ışığın bedenimize sızdığı yerdir!" Belki ışığın sızmasının ilk şartı da yaraların kabullenilmesidir.
Demek: Bilginin sonucu kuvvetse de sebebi zaaftır. Zayıflıktır. Zaaflar sayesinde bahşedilir. Bilgileri sayesinde başka şeyleri etkileyebilir olanlar bilişleri yüzünden etkilenmiş de oluyorlar. Cehaletten ilme yükseliş bir dönüşüm oluyor. Bilmek insanı değiştiriyor. Öncesinden kurtarıyor. Dikkat et arkadaşım: Neye sahip oluyorsak etkilenmeyi bedel olarak ödüyoruz. O şey bizim dünyamızda bir ’şey’ haline geldiğinde ister istemez bizi de etkilemiş oluyor. Değiştiriyor. Başkalaştırıyor. Bu dediğimi maşuklar bilmezse de âşıklar bilir.
Kadın anneliği bildiğinde anne kalbinin ilgisini/alınganlığını yüklenmek zorunda. İnsan âşık olduğunda yine yüklenmesi gereken bir ilgi ve alınganlık bedeli var. Bizi bambaşka kılmış olan herşeyle, bir yanımızla memnun bir yanımızla küskün, gelgitli bir ilişki kurmamızın sebebi de bu sanırım. Evet. O bize pekçok şey öğretti. Evet. Daha önce hissetmediğimiz pekçok şeyi onunla hissettik. Evet. Pekçok tohumumuz o rüzgârın kalbimize değmesiyle gövdeden koptu, toprağa saçıldı ve açıldı. O olmasa bunlar da olmayacaktı. Hepsine evet. Fakat yine evet: Daha öncesinde sahip olmadığımız yaralara da sahip olduk onlar sayesinde. Yoksunlukla tanıştık. Lezzetini tattığımız herşeyin zevalinden korkar olduk. Varlıkla her vuslatımız bir ayrılığın komşuluğunda hediye edildi.
‘Ahsen-i Takvim’de yaratıldığımızı bildiren vahyin, müjdesinin hemen ardından, esfel-i safilîn riskini de zikretmesi ne kadar manidar. Demek ’en güzel potansiyelin’ bedeli bu. Ne kadar berrak bir aynaysan o kadar şeyi üzerinde yansıtacaksın. Bu yansıtış seni farklı farklı hallere mazhar edecek. Tanıştırılacaksın. Tanıştıracaksın. Sarsılacaksın. Sarsacaksın. Sınırlının sonsuzun karşısındaki telaşı hep budur. Daha fazlası sığsın diye avuçlarını boşaltır doldurur. Boşaltır doldurur. Boşaltır doldurur. Aynanın boyuysa ancak kalbin kadar. Yansıtacaklarının sayısı sonsuz. O yüzden sürekli çalışıyor, değişiyor, renkleniyor, başkalaşıyorsun. Kainat gibi kalbinde çalkalanıyorsun. Kalbinde bir kainat çalkalanıyor. Birgün böyle, birgün şöyle, birgün öyle oluyorsun. Dünya dört mevsim kaldırıyor bir yılda arkadaşım. Dikkat buyur: Sen bir günde bin mevsim yaşıyorsun. Ne tastamam mutlu ne tastamam kederli kalabiliyorsun. Bir ağlıyorsun. Bir gülüyorsun. Derviş Yunus’a şunları söyleten sır sendedir:
“Hak bir gönül verdi bana, ‘Ha!’ demeden hayran olur./Bir dem gelir şadan olur, bir dem gelir giryan olur./Bir dem sanasın kış gibi, şol zemheri olmuş gibi./Bir dem beşaretten doğar, hoş bağ ile büstan olur...”
Çabuk kırılıyorsun. Noksanın değil hünerin bu senin. Çünkü yuvasından uçmaya hazır tohumların var. Barış hüznünle. Firaka karşı dik dur. Karahindiba her esintide dağılmaktan utanmaz. Övünür. O tohumlar sana benzer. Ama senden başka şeyler olacaklar. Birini bin yapacaklar. Cennetine yeni yeni cennetler katacaklar. Uyan. Sen sende bile kalıcı değilsin. Misafirsin. Sen olmak senlikte bir başlangıçtı ancak. Daha nice senler elinde gezecek sen denen sancak. Sen daha sana benzer nice sen olacaksın. Senden başka nice senler senine katılacaklar.
Tohumlukta hüner gövdeye tutunmak değildir. Sarsılmazlık değildir. Kırılmazlık değildir. Düşmezlik-değişmezlik hiç değildir. Sahi: Olmaya yatkınlığın topraktan yaratılana bedeli nedir? Sık sık cennetlerimizden dünyaya/toprağa düşmek değil midir? Elhamdülillah. Ve becerebilirsek tekrar cennetlere çıkmak da bu olmanın hediyesidir. Yani olmak yeşillenip göğümüze yükselmektir.
O yüzden düşmelerine darılma arkadaşım. Düşmelerin düşmanın değil. Âdem aleyhisselam düştüğünde de bu ona kötülük olmadı. İltifat oldu. Çünkü o tevbe etti. Çünkü o kalktı. Kızacaksan kalkamadığın zamanlara kız. Günahlara kız. Nefsine kız. İndirmek seni orada kalmaya mahkûm etmek için değildi. Yeşerip ahsen-i takvime yükseldiğini görmek içindi. Birini bin kılmak içindi. Her ekin sahibi tohumundan bunu ister. Bekler. Amaçlar. Hiç düşündün mü: Rahman u Rahim de belki bunu murad ediyor ha? O halde rüzgarlara öfkelenmek niye?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.