- 556 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Değirmen
Gökyüzü, mahallenin üzerine ters çevrilmiş bir fincan gibi kapanmış, azıcık dikkatli bakan gözler, neredeyse merceğe benzeyen sınırlanmış bu alanın içerisinde kartondanmış izlenimi veren, solgun renkli evlerini arkasına alan bir tuhaf sahnenin iki kişiyle başlamak üzerinde olduğunu görebilirdi. Sahiden birkaç saniye sonra sokağın başında beliren bir kadın, bir eliyle sarı çiçekli elbisesini çekiştiriyor, diğer elini yazmasını başını örtmek üzere havaya kaldırdığı an, azıcık ötede söğüt ağacının dalında bir kırlangıç narin yumurtalarının üzerine yerleşiyordu.
-Duyunca koşa koşa geldim. Az evvel mutfaktaydım, yaptım yapacağım, nicedir bizim horozlu saat gibi salınıyor aklımda, diyeceğim, bizim çaydanlık kireçlenmiş, demliğinin memesi paslanmış, şunları iki dakikada temizleyeyim diye elime aldım, o sıra Samet geldi, heyecanla anlatıyor bir şeyler, bilirsin dili sakardır, ne diyorsun evladım dedikçe, çocuğumun suratı pancar turşusuna döndü. Sonra çeşmeyi işaret edince o an anladım. Eyvahlar olsun Meltem’in evini yine su bastı, yetişin dostlar diye seyirttim geldim.
Meltem yorgun ifadesinin gölgeleyemediği bir içtenlikle arkadaşına gülümsedi.
-Ayşeciğim, yormuşsun kendini boş yere, gerek yoktu, işini gücünden olmuşsun. Aman biliyorsun işte, bizimki aynı terane, az bahçeye gittiydim, soğanları çapalayacaktım, baktım domates fidelerinin dibinde az biraz ot bitmiş, önce onu halledeyim dedim. Bir saat geçti mi bilmem, Hikmet haber verdi, Meltem bacım, sizin sokak kapısında gürül gürül akan bir şelale peyda olmuş demez mi? Bilirsin, nüktesini icat eder dediği, kelamı hoştur, nidası cilalıdır. Ayağım küreğe takıldı o an, neredeyse düşecektim telaştan. Merak etme, hallettim, halletim canım. Bu Allah’ın cezası borular olduğu sürece bizim şelalenin suyu kesilmez.
-Ah Meltem, bilmez miyim, boyu devrilsin şu mahallenin. Köy desen değil, şehir desen kabul görmez. Az mı çektik çamurlu yollarından, isinden, pusundan, kırık döküğünden, göçeninden, konanından, gece yarısı eşkiya gibi dolananından. Geçen gün, iki uğursuz oğlan Samet’imi uzaktan uzağa görünce, ellerinde kurt yiyesice itleri varmış, salmışlar üzerine. Bizim yaşlı çomar olmasa parçalayacaklarmış evladımı. Çocuğum az safça, biliyorlar esen rüzgarda değişen adımını, ah bir okusa yavrum buralardan kurtulsa, bahtsızım benim. Neyse, neyse seni oyalamayayım. Meltem, son bir şey diyeyim mi? Geçen akşam bir ağlama geldi bana. Herif devrilmiş maç izliyor, birkaç sökük dikiyorum elimde. Birden aklıma nereden geldi bilmem köyde bir öğretmenim vardı, onun sözleri geldi. Mehmet öğretmenim ne iyi bir insandı. İnanmazsın, bütün sınıf can kulağıyla dinlerdik, gözlerimiz cam gibi açık, bilmemişiz böyle adamı, sözü altın, sesi bıçak gibi kesiyor havayı da, her birimize düşeni sabah akşam soluyoruz. Karşıma çıkan duvarların diplerinde bir ışık oyunu görür gibi olurdum, hazinesi olur her insanın derler, benimkisi de saklanmış oralara demek ki, o akşam ışık cennetten geldi herhalde, dinle bak ne dediğini;
"Çocuklarım, ben öğütlerin faydasına inanmam ama sizlere diyeceğimin bir meselesi var. Okul demek yalnız kitap, defter değildir. Bir öğretmen yeri gelip bir masa kadar sessiz, yeri gelince de bir cengaver gibi olmalıdır ki kötülüğün sızacağı çatlakları bilsin, masumlara dikkatli olmayı işaret etsin. Hayat değimiz iki sessizlik arasıdır zaten. Değirmene benzeteni çoktur. Neden? İncitir, ezer, öğütür, lakin sonunda buğday varlığını una bağışlar, o da ekmeğe madde olur. Değirmene koşa koşa gidenin çoğu, buğday olmadığını bilmez. Taş taşın altında ezilir mi? Ezilmez. İnsan nasıl mı buğday olur? Boyuyla birlikte merhametini büyütenin yüreğinde insan eksik değildir. Ama bir kez taşlaştı mı geri dönülmez. "
-Bunları dediydi. Meltem, duydun değil mi? Biz neyiz sence buğday mı yoksa taş mı? Merhamet kaldı mı sence dünyada bir desen."
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.